اِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ اِخْوَةٌ فَاَصْلِحُوا بَيْنَ اَخَوَيْكُمْ.

Foundation Islamic Union

İSLAM BİRLİĞİ VAKFI

وقف الاتحاد الإسلامي العالم

وَاعْتَصِمُوا بِحَبْلِ اللّٰهِ جَمٖيعاً وَلَا تَفَرَّقُواࣕ

BAĞIMSIZ İSLAM DEVLETLERİ

Filistin

Resmî Adı: Filistin Devleti (PS)

Başkenti   : Doğu Kudüs

Önemli Şehirleri: El-Halil, Gazze, Batı Şeria.

Yüzölçümü: 6.165 km2

Nüfusu       : 5.222.000 (2021)

Nüfus Artış Hızı: %3,71 (2006)
Ortalama İnsan Ömrü: 71 yıl
Etnik Yapı: Filistinli Arap %99.4, Yahudi %0.6
Dil: Arapça (Resmî)

Din: Müslüman (Sünnî) %98,7, Hıristiyan %0,7,

Coğrafî Durumu: Asya ve Afrika arasında stratejik bir noktada bulunan Filistin’in toprak alanını tespit için, değişen siyasî sınırlarına bakmak gerekir. Buna göre Filistin’in son siyasî sınırı olarak milletlerarası alanda man­da yönetimi için çizilen 1922 sınırları­nın kabul edilmesi en uygunudur. Çün­kü kısa bir müddet sonra İngiltere’nin girişimiyle Şeria nehrinin doğusundan itibaren ayrılan bugünkü Ürdün kısmı hariç hemen hemen Akdeniz, Lübnan, Suriye, Şeria nehri ve Ölüdeniz’den Kızıldeniz’in Akabe limanı’na uzanan çiz­gi ile Mısır’a ait Sina yarımadasının çevrelediği yaklaşık 27.000 km2’lik bir alan­dan oluşan Filistin manda idaresi top­rakları, tarih boyunca Filistin denildiğin­de akla gelen siyasî bölgeye de, yukarı­da tanımlanan coğrafî bölgeye de ta­mamen tekabül etmektedir.

Yönetim Şekli: Yarı Başkanlık

Siyasi ve İdari Yapı: Filistin Ulusal Yönetimi (FUY), 1994 yılında yapılan Oslo Barışıyla oluşmuştur. Başlangıçta geçiş dönemi olarak öngörülen 5 yıl için oluşturulmuş olan FUY’e Filistin’in şehir merkezlerinde güvenlik ve vatandaşlık işleri yetkileri verilmiş, taşra noktalarında ise sadece vatandaşlık işleri verilmiştir. Dış dünyayla fiziki bağlantısını sağlayacak bir ulaşım noktası bulunmaması nedeniyle ekonomik ve dolaylı olarak ticari açıdan ciddi sıkıntılar çekilmektedir.[1]

Siyasî Partiler: FKÖ, İsrail devletinin kuruluşundan (1948) önce,  Filistin’de yaşayan yerli halkı temsil etmek ve millî haklarına yeniden kavuş­masını sağlamak amacıyla kurulmuş­tur. Örgütün, milletlerarası alanda ka­bul edilen Filistinlilerin yegâne meşru temsilcisi olma konumuna erişmesi za­man içinde ve değişen şartlarla gerçek­leşmiştir. 1948’de topraklarından kopa­rılarak civardaki Arap ülkelerinde sığıntı durumuna düşürülen Filistinlilerin mül­teci kamplarında büyüyen yeni nesilleri­nin silahlı direniş grupları kurarak kendi davalarına sahip çıkmalarına kadar İs­rail’e karşı mücadele söz konusu Arap ül­keleri tarafından yürütülmüştü. FKÖ’nün bu adla ilk defa or­taya çıkışı da bu çerçeve içinde oldu.

el-Fetih, 1950’lerin sonlarına doğru Yâsir Arafat ile birkaç yakın arkadaşı tarafından kurulmuştu ve kuruluşundaki en önemli etken, ancak Arap ülke­lerinden bağımsız olarak yalnızca Filis­tinli kimliğiyle mücadele edildiği takdir­de başarı kazanılabileceği inancı idi. el-Fetih’in FKÖ’ne hâkim olduktan sonra bütün örgütçe benimsenen ve resmî ideoloji kabul edi­len felsefesi şu beş temel üzerine otur­maktadır:

a- Filistin’i kurtarmak;

b- Bu hedefi gerçekleştirmek için silahlı mü­cadele vermek;

c- Filistin’in kendi öz teş­kilatlanmasına dayanmak;

d- Dost Arap güçleriyle iş birliği yapmak;

e- Dost mil­letlerarası güçlerle iş birliği yapmak.

1970’lerin or­talarından itibaren halkı temsil etme ni­teliğini iyiden iyiye geniş kesimlere benimsetebildi. Bu noktada ilk kayda de­ğer gelişme, 1974 Ekiminde Rabat’ta toplanan Arap Zirvesi’nde gündemin ana maddesini oluşturan Filistin Kurtuluş Örgütü’nün gerek işgal altında gerek­se Filistin’in dışında yaşayan milyonlar­ca Filistinlinin tek meşru temsilcisi ola­rak tanınmasıdır. Aynı tarihlerde millet­lerarası tanınma sürecine de girildi ve örgüt BM genel kurulu­nun Filistin’le ilgili bir oturumuna çağ­rıldı; ardından 13 Kasım’da Arafat Bir­leşmiş Milletler kürsüsünden dünyaya seslendi. 22 Kasım’daki genel kurul ka­rarıyla da FKÖ’ne Bir­leşmiş Milletlerin gözlemci üyeliği sta­tüsü verildi; ayrıca örgütün, Filistin hal­kının yegâne temsilcisi ve Ortadoğu ba­rışının esas taraflarından biri olduğu ka­bul edildi.

    Bu gelişmeler arasında FKÖ içinde bir temel görüş fark­lılaşması belirdi. Arafat ve el-Fetih’in ba­şını çektiği ılımlı kanat 1974’ten itiba­ren, özellikle BM karar­ları sonrasında silahlı mücadele ve İs­rail’in yok edilmesi hedefini tek yol olmaktan çıkararak diplomatik mücadele yoluyla çözüm arayışına yöneldi. Çoğu sol kanada mensup radikal gruplar ise silahlı mücadele yoluyla İsrail’in yok edi­lerek Filistin’in tamamında, burada bu­lunan Müslüman, Hıristiyan ve Yahudilerin eşit haklarla yaşayacakları demokratik ve laik bir devletin kurulması he­definde direnmeyi sürdürdüler. Çözüm arayışlarına yeni bir doğrultu getiren dönüm noktası 1987’nin sonunda Filis­tin halkının başlattığı ayaklanma (intifa­da) oldu. Zira bundan kısa bir süre son­ra Ürdün, Batı Şeria üzerindeki iddiala­rından Filistin Kurtuluş Örgütü lehine vazgeçti ve örgüt meclisi 15 Kasım 1988 günü Cezayir’de yaptığı toplantıda Batı Şeria, Gazze ve Doğu Kudüs’ü içine alan topraklarda bağımsız Filistin Devleti’nin kurulduğunu ilân ederek Arafat’ı devlet başkanlığına seçti. Böylece Filistin Kur­tuluş Örgütü tarafından “iki halka iki devlet” (Yahudilere ve Filistinlilere ayrı birer devlet) çözümü en belirgin biçimde ortaya konmuş oldu.

Hamas İslâmî Direniş Hareketi

‘Müslüman Kardeşler Örgütü’nün Filistin kolu olarak bilinen Hamas, adını Arapça Harakat al-Muqawama al-İslâmiya (İslâmi Direniş Hareketi) kelimelerinin ilk harflerinin bir araya gelmesinden alıyor. 
    1987 yılında Şeyh Ahmet Yasin tarafından 1. intifadanın hemen öncesinde kurulan Hamas kendini ‘İsrail’e karşı direniş’ örgütü olarak nitelendiriyor. Hamas’ın kısa dönemli amacı İsrail’in Filistin topraklarından çekilmesini sağlamak olan örgütün, uzun dönemdeki hedefi, 1948 sınırlarını esas alan İslâmî bir Filistin devleti kurmak.
    Hamas, meslek ve ticaret odası, üniversite öğrenci seçimleri gibi yerel düzeydeki birçok ‘demokratik’ seçimi kazandı. Filistin halkı tarafından giderek taban bulması 2006 seçimlerinde Hamas’ı iktidara da taşıdı. İsrail’i tanımayan bir Filistin hareketinin yönetime gelmesi Filistinlilerin dış desteği kaybetmesine sebep oldu. Filistinlilere sağlanan bazı maddî yardımlar kesildi ve Filistinliler uluslararası tehcir ile karşı karşıya geldi.
    Gilad Şalit olayı Hamas için bir dönüm noktası oldu. Bu emrin adresi olarak Şam’daki politik büronun başı Halit Meşal gösterildi. Zaten uzun süredir el-Kassam Tugayları doğrudan Meşal’den emir alıyordu. Meşal örgüt içindeki gücünü giderek perçinledi. Politik büro, başta esir askerin serbest bırakılması için arabulucu olan Almanya olmak üzere birçok hükümet tarafından daha çok muhatap alınmaya başlandı.

2007 Haziran’ında el-Fetih ve Hamas arasındaki iç anlaşmazlık sonrası Hamas Gazze’de kontrolü ele geçirdi. Filistin yönetimi lideri Mahmut Abbas da Hamas hükümetini feshetti.  Hamas’ın Gazze’yi ele geçirmesi sonrası Mısır ve Gazze arasındaki Rafah Sınır Kapısı da kapandı. Bu sınır kapısının sorunlu durumu Türkiye’den Gazze’ye yola çıkan konvoyların gerekçesini oluşturuyor.
    Hamas’ın en önemli dış bağlantısı Suriye ve İran’dır. İran İslâm Cumhuriyeti FKÖ’nin lideri Yaser Arafat ile sancılı ilişkisi yüzünden Hamas’a yaklaştı. İki yapı aralarındaki mezhep farklılıklarına karşın ortak düşman İsrail’in motivasyonuyla sıkı müttefik oldular.[2]
Tarihi: Emevîler devrinde çok sayıda Arap ka­bilesi Filistin’e iskân edildi. Halife Abdülmelik b. Mervân buraya ve özellikle Kudüs’e büyük önem verdi.

Osmanlı Dönemi: Yavuz Sultan Selim zamanında Mercidabık Muharebesi’nden (1516) sonra Osmanlı idaresi­ne girdi; Kanunî Sultan Süleyman da çev­resiyle birlikte bölgenin fethini tamam­ladı. Bu arada mukaddes yerleri koru­mak için Kudüs’te Müslümanların ‘Ha­rem’ veya ‘Eski Şehir’ olarak adlandır­dıkları 868 dönümlük kısmın etrafında­ki duvarlar yeniden inşa ettirildi; Hz. Davud (a.s.)’un türbesiyle Kubbetü’s-Sahra’nın duvarları ve kapısı yenilenerek süsleme­lerle zenginleştirildi.

  1. Dünya Savaşı’nın ortaya çıkardığı yeni durum, Filistin’deki Yahudi-Arap çatışmasını ve Yahudi terörünü daha da şiddetlendirdi. İngiltere 1946’dan itiba­ren Filistin’de sıkıyönetim uygulamaya başladı. Bu şekilde de karışıklıkları durduramayınca konuyu BM’ye götürdü. Genel kurulun oluşturdu­ğu özel bir komite, gereken araştırma­ları yaptıktan sonra 1947de bir ekono­mik birlik altında bölgenin iki halka tak­simini tavsiye eden bir sonuç raporu ha­zırladı. Raporun arkasından çeşitli itiraz­lara rağmen genel kurul 29 Kasım 1947 tarihinde aldığı 181 sayılı kararla Filis­tin’in taksimini kabul etti. Karara göre Filistin topraklan Kudüs hariç yedi böl­geye ayrılacak ve bunlardan üçü Yahudilere üçü de Araplara verilecekti. Ye­dinci bölgeyi oluşturan Yafa sahil kesi­mindeki Yahudi bölgesi içinde ayrı bir parça olarak Araplarda kalacak. Kudüs ve çevresi ise milletlerarası bir statüye kavuşturulacaktı. Bu plan uygulandığı takdirde büyük kısmı verimli arazi olmak üzere Filistin topraklarının %56.47’si Yahudilerin eline geçiyordu. Halbuki göç­lere rağmen Araplar hâlâ büyük çoğunluğu oluşturuyorlardı. 1946 sayımına gö­re Filistin’in toplam nüfusu 1.942.349 idi ve bunun 1.175.196’sını Müslümanlar, 602.B86’sını Yahudiler, 148.910’unu Hıristiyanlar, 15.657’sini de diğer unsur­lar meydana getiriyordu. Bu durumda Yahudiler nüfusun %31’ini teşkil ettik­leri halde ülke topraklarının yarıdan faz­lasına sahip oluyorlardı.

    İsrail Devleti’nin kurulmasından bir­kaç saat sonra Arap Birliği İsrail’e sa­vaş açtı ve Mısır. Ürdün. Suriye, Lübnan ve Irak kuvvetleri üç yönden saldırıya geçerek başlangıçta Önemli ilerlemeler kaydettiler; ancak Batılı güçlerin İsrail’i desteklemeleri üzerine savaş aleyhleri­ne gelişti. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi taraflar arasında barışı sağla­ması için İsveç Kralı V. Gustave’ın yeğe­ni Kont Bernadotte’u arabulucu tayin etti; ancak Kont Bernadotte Kudüs’ün Araplar’da kalmasını istediği için Yahudi militanlarca öldürüldü. Beş gün sonra Emîn el-Hüseynî başkan­lığındaki el-Lecnetü’1-Arabiyyetü’l-ulyâ li-Filistin Şam’da yaptığı toplantıda, bü­tün Filistin topraklarını içine almak üze­re Gazze’de bir Filistin devletinin kurul­duğunu ilân etti[3]; cumhur­başkanlığına da Ahmed Hilmî Abdülbâki getirildi. Mısır, İrak, Su­riye, Lübnan ve Suudi Arabistan yeni devleti derhal tanıdıkları halde Filistin toprakları üzerinde emelleri bulunan Ür­dün karşı çıktı, hatta Kral Abdullah ta­raftarı olan bazı Filistinliler Ürdün’ün Filistin’i himayesi altına almasını istedi­ler. Bu sırada ABD’nin çabalarıyla yapılan ateşkese rağ­men İsrail savaşı sürdürerek Arapların ele geçirdikleri topraklan geri aldığı gi­bi Akabe körfezine kadar bütün Filis­tin’i, bu arada Sinn yarımadasını da İşgal etti ve ancak bundan sonra savaştığı her Arap ülkesiyle ayrı bir mütareke antlaş­ması imzaladı. Buna göre 24 Şubat 1949 tarihinde Gazze bölgesi Mısır’a bırakıldı; ancak Sina’nın büyük bir kısmı İsrail’in işgalinde kaldı. Bu arada yurtlarını terkeden Filistinlilerden 250.000 kişilik bir grup da Gazze’ye yerleştirildi. 23 Mart günü eski Lübnan - Filistin sınırı kabul edildi; 3 Nisanda Batı Şeria bölgesi Ür­dün’e verilirken Kudüs şehri de ikiye ay­rılarak doğusu Ürdün’e, batısı İsrail’e bı­rakıldı. 20 Temmuz’da eski Suriye-Filis­tin sınırı aynen benimsendi. Böylece İs­rail bu savaş sonunda 1947’deki taksim planı ile Filistin’den elde ettiği topraklar­dan daha fazlasını kazandı; bu arada Ürdün de İsrail’den sonra en çok toprak ka­zanan ülke oldu. 1947’de 650.000 civa­rında bulunan Yahudilerin sayısı 1949 so­nunda 758.000’e ulaşırken Yahudi zulmü altında yaşamak istemeyen Filistinliler komşu ülkelere veya Arapların yoğun ol­duğu bölgelere sığındılar. Bu yüzden Filistin’de nüfus dengesi Araplar aleyhine değiştiği gibi günümüze kadar süren bir Filistin mültecileri sorunu da ortaya çık­mış oldu. İsrail’in bütün tepkilere rağ­men 23 Ocak 1950 tarihinde aldığı bir kararla Kudüs’ü başşehir ilân etmesi or­taya ikinci bir mesele daha çıkardı ve bu da mülteciler meselesi gibi dünya kamu­oyunu günümüze kadar meşgul etti.

    Her geçen gün kuvvetlenen el-Fetih örgütü 1965 yılı başlarından itibaren İs­rail’e karşı silahlı mücadeleye girişti. İs­rail hem el-Fetih gerillalarının harekâtına son vermek, hem de ‘arz-ı mev’ûd’u ele geçirmek için 5 Haziran 1967’de Araplara karşı yeniden hücuma geçti ve al­tı gün süren savaş içinde Mısır’a ait Sina’yı, Suriye’ye ait Golan tepelerini. Ür­dün’ün yönetimindeki Batı Şeria ile Do­ğu Kudüs’ü ve Filistin’in Gazze Şeridi’ni işgal etti. Böylece Filistin topraklan dışın­da yeni topraklar da ele geçiren İsrail, sınırları içinde yaşayan 300.000 Arap’a 1.000.000 daha eklemiş oldu. Bu sırada sayıları 2.300.000’i bulan Yahudilerin ge­nel nüfusun %63’ünü meydana getir­dikleri görülmektedir. BMG’nin, işgal edilen topraklarda halka insanî muamele ya­pılması ve yurtlarına dönmek isteyenle­re izin verilmesi yolunda aldığı 14 Hazi­ran 1967 tarihli ve 237 sayılı kararı uy­gulanamadı. Bu yüzden Filistin mülteci­lerinin sayısında 350.000-400.000 civa­rında bir artış meydana geldi. BMGK’nin 22 Kasım 1967 tarihinde oy birliğiyle aldığı 242 sayılı kararda ise savaş yoluyla toprak kazanılmasının kabul edilemeyeceği, böl­gedeki her devletin güvenlik içinde ya­şayabileceği âdil ve devamlı bir barışın gerekliliği vurgulanıyordu..

    İsrail işgali al­tında bulunan Doğu Kudüs’teki Mescid-i Aksâ’nın 21 Ağustos 1969 tarihinde bir Yahudi tarafından yakılmak istenmesi meseleye yeni bir boyut kazandırdı. Bütün İslâm dünyasının tepkisine yol açan bu olay İslâm Konferansı’nın toplanma­sına sebep oldu. Türkiye’nin de üye ol­duğu İslâm Konferansı Teşkilâtı, 22-25 Eylül 1969 tarihlerinde Rabat zirvesin­de İsrail’in Kudüs’ten çıkmasına ve Ku­düs’e 1967 öncesi statüsünün İade edil­mesine karar verdi. Aynı şekilde BMGK de Ku­düs’e eski statüsünün geri verilmesini isteyen 15 Eylül 1969 tarihli ve 267 sa­yılı kararı aldı.

    Filistin Kurtuluş Örgütü, 1975 İsrail-Mısır antlaşmasından sonra milletlerara­sı planda tanınma bakımından birtakım çabalar içine girdi. Filistin meselesi ve örgüt 1976 yılında Ortadoğu gündemi­nin başlıca konusu oldu. Mısır ve Ürdün, BMGK’den Filistin Kurtuluş Örgütü’nün Filistin halkının tek temsilcisi olarak kabul edil­mesini ve İsrail’in işgal ettiği topraklar­dan çekilip bu topraklarda bir Filistin devletinin kurulmasına dair karar alın­masını istediler.

    İsrail’in Beyrut’un güneyindeki Sabra ve Şatila Filistin mülteci kamplarında giriştiği katliam Ortadoğu’yu yeniden gerginlik ortamına sürükledi.

Ekonomi:  Ekonomik faaliyetlerin yetersizliği ülkeyi ithalata bağımlı kılmaktadır. Ülke, sürekli olarak uluslararası yardıma ve Filistin diyasporasının desteğine ihtiyaç duymaktadır.   

    Dünya Bankasına göre, bu çerçevede ülkeye yapılan döviz transfer tutarı 2020 yılında (2,6 milyar dolar) milli gelirin %17’sini oluşturmuştu. 2019 yılı itibarıyla sektörlerin millî gelir içindeki payı; tarım %7, sanayi (inşaat dahil) %18’dir. İşsizlik 2020 yılında %26 oranındadır.[4]

İç Problemleri: Filistin yönetiminin egemenlik ve temsil sorunları, süregelen çatışma/direniş ortamının yol açtığı istikrarsızlık ve güvenlik sorunları, Filistin Devletini oluşturan bölgelerin bir bütünlük arz etmemesi ve İsrail’e olan bağımlılık uzun süredir Filistin önündeki büyük engeller olarak durmaktadır.

Dış Problemleri: İsrail ile sıcak savaş devam etmektedir. İsrail topraklarını sürekli olarak genişletmektedir.

Ülkede İslâmiyet: İslâmiyet’in yayılması için başlatı­lan faaliyetler Asr-ı saadete kadar uzanır. Hz. Peygamber (s.a.s.), İslâm’a davet mektupları gönderirken bir mektup da Bizans’a bağlı olan Busrâ Emîri Şürahbîl b. Amr el-Gassânî’ye yollamış, ancak elçi Haris b. Umeyr el-Ezdî öldürülmüş ve bu durum Müslümanların yenilgisiyle sonuçlanan Mûte Savaşı’na (629) yol açmıştı. Ertesi yıl bizzat Hz Peygamber (s.a.s.) Tebük seferine çıktı ve vefatından kısa bir süre ön­ce de Üsâme b. Zeyd kumandasındaki bir orduyu Mûte’nin intikamını almak üzere Belki tarafına yollamak istedi; ancak ordu O’nun rahatsızlığı sebebiyle Me­dine’den ayrılamadı. Hz. Ebu Bekir (r.a.) hali­fe seçilince derhal Üsâme’yi tasarlanan bu sefere gönderdi. Daha sonra da Amr b. As’ı Filistin’in fethiyle görevlen­dirdi. Müslümanlar önce Gazze üzerine yürüdüler. Yakınındaki Dâsın veya Tâdûn denilen yerde düşman ordu­sunu yenilgiye uğratarak şehri ele ge­çirdiler.

Para birimi: Yeni İsrail Shekeli

Kişi Başına Düşen Millî Gelir: 3.156 USD

Dış Ticaret: İhracat: 313 milyon $ (2004) (Batı Şeria dâhil)
İhracat ürünleri: Çiçek, narenciye
İhracat ortakları: İsrail, Mısır, Batı Şeria (Batı Kıyısı)
İthalat Ürünleri: Gıda, tüketim malları, yapı malzemeleri
İthalat Ortakları: İsrail, Mısır, Batı Şeria (Batı Kıyısı)
Enerji: Elektrik üretimi: 140,000 kWh; Elektrik İsrail tarafından sağlanır.
Elektrik ithalatı: 90,000 kWh; Elektrik İsrail tarafından sağlanır.
Limanlar: Gazze
Hava Alanları: 2 (2006)

 

 

[1]    www.ticaret.gov.tr (Eylül-2022 Erişimi)

[2]   www.t24.com.tr (Ekim-2021 Erişim)

 

[4]   www.ticaret.gov.tr (Eylül-2022 Erişimi)