اِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ اِخْوَةٌ فَاَصْلِحُوا بَيْنَ اَخَوَيْكُمْ.

Foundation Islamic Union

İSLAM BİRLİĞİ VAKFI

وقف الاتحاد الإسلامي العالم

وَاعْتَصِمُوا بِحَبْلِ اللّٰهِ جَمٖيعاً وَلَا تَفَرَّقُواࣕ

ÖZERK İSLAM BÖLGELERİ

Özerk bölgeler ve cumhuriyetler, devletlerin egemenlik kullanış biçimlerine göre sınıflandırılmasında federal yapılı devletler sınıfına girer. Bunlar, egemenlik hakları, bir üst egemen güç veya devlet vasıtasıyla anayasal olarak denetlenebilen fakat dış ilişkiler hariç egemenlik yetkisini kendi sınırları dâhilinde kullanabilen, cumhuriyet niteliğine sahip olmaları dolayısıyla elde ettikleri otoriteyi yasa çıkartma yetkisi sayesinde yerine getiren devletlerdir. Üniter bir devletin sahip olduğu hemen hemen tüm özelliklere sahiptirler. Genel olarak etnik farklılık gözetilerek sınırlar belirlenmiştir. Bazı özerk cumhuriyetlerin halkoyuna sunulmuş veya sunulmamış kendi anayasaları da vardır. Çoğunlukla bağlı oldukları devletin parasını ve pasaportlarını kullanırlar. Bu bölümde, 21. yüzyılın başında bağımsız devlet olmayıp başka bir devlete tabi olan ve Birleşmiş Milletler teşkilatına da (BM) İslâm İşbirliği Teşkilatına da (İİT) üye olmayan Özerk İslâm Bölgelerini alfabetik sıraya göre teker teker inceleyeceğiz. Bu bölge ve ülkelerin nüfus, ekonomik, siyasî, tarihî, coğrafi durumlarını, deniz, yeraltı ve yerüstü kaynaklarını, problemlerini, ümitlerini ortaya koyacağız. Bununla İslâm dünyasının insan, yerüstü, yeraltı ve deniz kaynakları bakımından nasıl bir potansiyele sahip olduğunu ve bu potansiyelle İslâm Birliğinin kurulması ve devam ettirilmesinin hiç de hayal ve zor olmadığını göz önüne sermiş olacağız. Özerk İslâm bölgeleri ile ilgili istatiksel bilgileri güncel açık bilgi kaynaklardan, bu ülkelerin resmî web sitelerinden, BM, IMF, Dünya Bankası, WHO, İLO, İnterpol gibi uluslararası kuruluşların web sitelerinden, muteber ansiklopedilerden, sürekli yayın yapan belgesel kaynaklardan, İslâm dünyası konusunda yazılmış kitap ve dergilerden uzun ve yorucu çalışmalar yaparak derledik. Alıntı yaptığımız kaynakların isimlerini, müellif isimlerini akademik bir yöntemle hem dipnotlar olarak sayfa altlarında belirttik hem de kitabın sonundaki kaynaklar listesinde sıraladık. İslâm Birliği ve İslâm dünyası hakkında araştırma yapacak ilim ve siyaset insanlarımıza anahtar vermeye, yol haritası çizmeye çalıştık. Kuşkusuz hata ve eksiklerimiz vardır. İnşallah onları da yeni araştırmacılarımız tamamlayacak ve güncel bilgilerle okuyucuların huzuruna çıkacaktır. Bu çalışmamızla İslâm Birliği’nin kurulması, kurum ve kuruluşlarını tamamlaması ve kıyamete kadar da yaşatılması gibi hayatî derecede önemli bir çalışmaya temel oluşturmak için gayret ettik. Yararlandığımız bütün kaynakların müelliflerine ve bu eserleri hazırlayıp okuyucuların hizmetine sunan yayıncılara ayrı ayrı takdir ve teşekkürlerimizi sunuyoruz. Bu özerk bölgelerin her birinin ortak özellikleri olduğu gibi farklı özellikleri olanlar da vardır. Buna Hindistan Müslümanları Birliğini örnek verebiliriz. Hindistan, bugün Çin’den sonra 1.350.000.000 nüfusuyla dünyanın ikinci büyük ülkesidir. Bu nüfusun içinde Müslümanların sayısı da 180 Milyon civarındadır. Bu nüfusla Hindistan Müslümanları dünyadaki devletlerin %90’ından daha büyük bir insan kaynağına sahiptir. Ancak bağımsız bir devlet olmadığı ve Hindistan’ın bütün coğrafyasına Abazya ■ 313 dağılmış olduğu için Özerk İslâm Bölgeleri grubu içinde inceledik. Diğer özerk bölgelerde olduğu gibi Hindistan Müslümanları Birliği nüfusu belirli bir bölgede toplanmış değildir. Buna rağmen Müslüman bir siyasetçi olan Zakir Hüseyin, 1967-1969 yıllarında bütün Hindistan’ın cumhurbaşkanı olarak görev yapmıştır.

ABAZYA

Resmî Adı: Abazya Özerk Cumhuriyeti Başkenti: Suhumi Diğer Şehirleri: Oçamçıra, Gagra Nüfus: 513.000 (1993) Bu nüfus verilerine başka ülkelerde (Türkiye, Suriye, Ürdün, Mısır vs.) yaşayan Abazalar dâhil değildir. Yüzölçümü: 8.600 km2 Etnik Yapı: Ruslar, Çerkezler, Abazalar, Gürcüler Coğrafya: Kuzeyde Kuban, güneyde İngur ırmağına ve Kafkas dağlarının ana silsilesinden Karadeniz sahiline kadar uzanan coğrafyaya Abazya denilmektedir. Dil: Abazalar’ın dili Kafkas dillerinin özel bir ailesi olarak görülebilir ve Çerkez dilinin yakın akrabasıdır. 1862’de Rus Generali O. Ulsar, Kiril alfabesiyle bir Abaza grameri yayımlamıştır. Ardından Hıristiyanlığı burada yayabilmek amacıyla Abaza alfabesi hazırlanmış ve 1865’te bastırılmıştır. Abazya’da 1928’de Latin esaslı Abaza alfabesi, 1938’de Kiril asıllı Rus alfabesi kabul edilmiştir. Din: 643’te Müslüman Arapların Gürcistan üzerinden Abazaların yaşadığı kesime girmeleri sonucu bölgede ilk İslâmî hayat tarzı ortaya çıkmaya başladı. . Tarih: Osmanlı devleti bölgedeki nüfuz alanını genişletmek için Abaza ve Batı Gürcistan beylerini destekleyip Doğu Gürcistan (Tiflis) Krallığı’na karşı 1462’de Çikhori zaferini kazanmalarını sağladı. Osmanlıların 1578’deki İran seferi esnasında Sohum eyaletini kurmaları ve başına Çerkez Haydar Paşa’yı tayin etmeleriyle Abazalar üzerinde Osmanlı hâkimiyeti tesis edilmiş oldu. Osmanlı idaresi altında nisbeten rahat yaşayan Abazalar, 1725 ve 1728 yıllarında Sohum’daki Osmanlı yöneticilerinin baskılarına karşı isyan edip Sohum Kalesi’ni ele geçirmeye çalıştılarsa da başarılı olamadılar. Osmanlı hâkimiyeti bu bölgede İslâmiyet’in yayılmasında ve giderek Hıristiyanlığın yerini almasında etkili oldu. Şirvaşidze hanedanı İslâmiyet’i ancak XVIII. yüzyılın son yarısında kabul etti, aynı zamanda da Türk hâkimiyetini tanıdı. Abazaların, 1768-1774 arasındaki Osmanlı-Rus savaşı esnasında Kafkasya’da stratejik bir yer edinmeye çalışan Ruslar tarafından silahlandırılmasını müteakiben 1770’te Abaza Beyi Levan, Rus himayesini talep ettiyse de Rusların bütün Abazya’yı topraklarına 314 ■ İslâm Birliği / Tarihte Günümüzde ve Gelecekte katmak istemeleri yüzünden bu gerçekleşmedi. Bununla birlikte Osmanlı devleti’ne karşı faaliyetlerini devam ettiren Abazalar 1771’de Sohum Kalesi’ni ele geçirmelerine rağmen daha sonra kaleyi geri verdiler. 1780’li yıllarda Abaza beyi olan Keleş Ahmed Bey, Abazalar’ın idare merkezini Lıhnı’dan (Soğuksu) Sohum’a taşıdı ve burayı takviye etti. Ardından bölgede varlığını açıkça hissettiren Ruslar’a yaklaştı, onlarla anlaşma çareleri aradı. Ancak 14 Mayıs 1808’de Osmanlı sarayında yetişen oğlu Arslan Bey tarafından öldürüldü. Faş Kalesi de Osmanlılar’ın eline geçti. Keleş Ahmed Bey’in ikinci oğlu Sefer Bey ise Rus tâbiiyetine girdi ve Hıristiyanlığı kabul ederek Georgi (Gerg) adını aldı. Onun 1808 yılında Abazya’nın Rusya’ya bağlanması talebini Ruslar o sırada Osmanlılar’la mütareke yapmış olmalarından dolayı kabul etmedi. Bununla beraber savaşın ikinci safhasının başlamasından bir süre sonra Kırım savaşı esnasında (1853-1856) Osmanlı birlikleri 1854’te Abazya’ya asker çıkardı ve Abhaz Krallığı 1856’nın ilk yarısına kadar Osmanlı yönetiminde kaldı. 10 Temmuz 1856’da Ruslar, General Prens Hamit Bey kumandasındaki birliklerle Sohum’u tekrar işgal ettiler. Çatışmalar 1864 yılına kadar sürdü. 24 Haziran 1864’te, Ruslar Abazya Kralı Hamit Bey’in yetkilerini kaldırdı ve Abazya doğrudan Rus idaresine girdi. Ruslar bölgeye Sohum Askerî Birliği adını verdiler. Müslüman Abazalar, Ruslar tarafından ülkelerini terke zorlanınca büyük bölümü Osmanlı topraklarına gitti. 1862-1865 yıllarında Anapa ile Gagra arasında yaşayan hemen bütün Abazalar sürgün edildi. Bölgede yaşayanların sayısı 130.000’den az değildi. 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşı sırasında başında Hasan Bey’in bulunduğu, Osmanlı devletince de desteklenen Abaza birliği 5 Mayıs 1877’de Sohum’a çıkartma yaptı ve burayı ele geçirdi. Ardından İstanbul’dan asker yollanarak bunlar takviye edildi. Sohum’un ele geçirilmesi diğer Çerkez ve Abaza toprakları için de ümit ışığı doğurdu. Ancak Rumeli cephesinde Rus saldırılarının artması sonucu buradaki Osmanlı tümeni geri çağrılıp Rumeli’ye sevk edilince 1877 Ağustosunda Ruslar Sohum’u tekrar aldılar. Bu savaş Abazalar için âdeta ölüm kalım savaşı oldu ve Ruslar 45-50.000 kadar Abaza’yı zorla sürgün etti 1931’de Stalin’in emriyle SSC statüsünü kaybetti ve Gürcistan SSC’ne bağlı Abazya Özerk SSC statüsüne düşürüldü. Yine de Abazya, Sovyet anayasasına göre devlet statüsündeydi. Devleti simgeleyen bir sembolü, parlamentosu ve milletvekilleri vardı. Sovyetler Birliği’nin dağılma sürecinde Abazalar, SSCB içinde kalmayı tercih etti. Gürcistan ise 9 Nisan 1991’de yaptığı referandumda bağımsız Gürcistan Cumhuriyeti’nin yeniden eski statüsüne döndürüldüğünü bildirdi. Abazya’nın Sovyetlerden ayrılma hakkı vardı, ancak Sovyetler Birliği 1991’de dağılınca bu durum ortadan kalktı. 23 Temmuz 1992’de Abazya Yüksek Sovyeti, Abazya’nın bağımsızlığını ilân etti. Bunu takiben Gürcü birlikleri 14 Ağustos 1992’de Sohum’a girdi ve ülkenin büyük bölümünü kontrol altına alıp parlamentoyu feshetti. Bunun üzerine Rusya Acarya Özerk Cumhuriyeti ■ 315 denetimi altında kurulan Kafkas Halkları Konfederasyonu’na bağlı Rus Oset, Kazak ve Abazalar, Gürcüler’e karşı savaşa başladılar, neticede 27 Temmuz 1993’te taraflar arasında ateşkes antlaşması imzalandı. 30 Eylül’de Gürcü kuvvetleri ve Abazyalı Gürcü nüfusun ülkeyi terk etmek zorunda kalmasıyla savaş sonuçlandı. Bu savaşta 7000’i aşkın insan öldü. 200.000’den fazla Abazyalı Gürcü, Abazya’yı terk etmek zorunda kaldı. Gürcistan’ın 2006’da Abazya sınırlarına dahil olan Kodor vadisini ele geçirmeye yönelik askerî harekâtı başarılı oldu. Ancak 8-13 Ağustos 2008 tarihleri arasında Gürcistan ile Güney Osetya arasında meydana gelen beş günlük savaştan yararlanan Abazalar bu vadiyi tekrar ele geçirdi. Ağustos 2008’de Rusya, Nikaragua ve Venezuela devletleri Abhazya’nın bağımsızlığını tanıdı. Abazya bugün Rusya korumasında ve üç devletin bağımsızlığını tanıdığı bir devlet konumundadır.1 Ekonomi:Abhazya tam anlamıyla bir turizm ülkesidir. Doğal güzelliği sayesinde ülkeye yurt dışından çok fazla sayıda turist çekmektedir. Tkuarçal bölgesinde dünyanın en iyi kömürleri üretilmektedir. Tarihte de İpek Yolunun denize açılan kapısı olan Abhazya, zengin kömür havzasına ve değerli mermer yataklarına sahiptir. Abhazya’daki ağaç çeşitliği nedeniyle bu zamana kadar önemli bir gelir kaynağı olan ağaç ürünleri sektörü, son zamanlarda ormanların koruma altına alınmasıyla askıya alınmıştır. Yönetim Şekli: Başkanlık Sistemi Üniter Yapı. Para Birimi: Abazya apsarı, Rus Rublesi

ACARYA ÖZERK CUMHURIYETİ

Resmi Adı: Acarya Özerk Cumhuriyeti Başkenti: Batum. Türkiye’nin hemen kuzeydoğusunda Artvin ve Ardahan illeri sınırında yer alır. Artvin’in Hopa ilçesinde bulunan Sarp Sınır Kapısı Batum’a açılır. Nüfus: 333.953 Tarih: 11. yüzyılda Acara Birleşik Gürcistan Krallığı‘nın bir parçası oldu ve Samsthe Prensliği’nin yöneticileri tarafından idare edildi. Bölge 11. yüzyılda Selçuklular ve 13. yüzyılda Moğollar tarafından harap edildi. Gürcistan Krallığı’nın bölünmesinden ve buna mütakip iç savaşlardan sonra Acara 1535 yılında Guria Prensliği’nin bir parçası olana dek sürekli el değiştirmiştir. Bu dönemde Cenevizliler Karadeniz ticaret kolonilerinden birini Gonio’da kurdu. Osmanlı Dönemi: Osmanlılar 1614 yılında bölgeyi fethetti. Acara halkı bu dönemde kademeli olarak İslâm’ı benimsedi. Osmanlı döneminde Acarayı Ulya (Yukarı Acara) ve Acarayı Süfla (Aşağı Acara) sancakları kuruldu. Bu sancaklar Çıldır Eyaleti’ne bağlıydı. Bu eyaletin merkezi de bazen Çıldır bazen Ahıska idi. 1 İslâm Ansiklopedisi, TDV 316 ■ İslâm Birliği / Tarihte Günümüzde ve Gelecekte 93 Harbi savaşı sırasında Acara halkının büyük bir bölümü Anadolu’nun çeşitli yerlerine göç etti. Harpten sonra imzalanan Berlin Antlaşmasıyla Rusya İmparatorluğuna ilhak edildi ve Batum Oblastı kuruldu. 1883 yılında Batum Oblastı ve Artvin Oblastı birleştirilerek Batum yönetim bölgesi oluşturuldu. Bir süre Osmanlı İmparatorluğu yönetiminde kalmış olan Acara Özerk Cumhuriyeti, 1921’de imzalanan Kars Antlaşması’nın bir sonucu olarak Acara Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti adıyla kurulmuş, Sovyetler Birliği’nin dağılıp Gürcistan’ın bağımsız olmasından sonra bugünkü adını almıştır. Gürcistan’ın merkezî yönetimine tabi olan Acara Özerk Cumhuriyeti, Türkiye ile tarihî, dinî ve kültürel yakınlığa sahiptir. 1921 Kars Antlaşması metnine göre Türkiye, bölgeyi dinî toplulukların bütün haklarını garanti altına alan geniş bir yönetimsel özerkliğe sahip olması ve Batum limanından vergisiz şekilde serbest ticaret yapabilmesi koşuluyla Gürcistan’a bırakmıştır. I. Dünya Savaşı sırasında 3 Mart 1918 tarihli Brest-Litovsk Antlaşması‘yla Osmanlı’nın toprağı oldu. Transkafkasya Komiserliği ile yapılan görüşmelerin sonuçsuz kalmasından sonra 14 Nisan 1918 yılında Osmanlı askerleri tarafından ele geçirildi. 30 Ekim 1918 tarihli Mondros Mütarekesi gereğince Birleşik Krallık tarafından geçici olarak işgal edilmiş ve İngiliz yönetimi bölgeyi 20 Temmuz 1920’de Gürcistan’a bırakmıştır. Türk Kurtuluş savaşı döneminde Bolşeviklerin Gürcistan’a saldırısı sırasında Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti Ordusu tarafından alınmıştır. Birinci meclise beş Batum milletvekili seçilmiştir. 16 Şubat 1921’de Sovyetlerin Gürcistan Demokratik Cumhuriyeti’ne saldırmasıyla Türkiye ile Gürcistan arasında müzakere başlamış ve 23 Şubat’ta Sovyetler Birliği, Gürcistan’a savaş ilan edince Gürcistan hükûmeti, Ardahan ve Artvin sancaklarının Türkiye’ye bırakıldığını bildirmiştir. Ertesi gün 24 Şubat’ta Tiflis, Kızıl Ordu tarafından işgal edilmiştir. Müzakerenin sonucu TBMM Ordusuna bağlı birlikler 7 Mart’ta Ardahan ve Artvin’i, 10 Mart’ta Ahıska‘yı almış ve 14 Mart’ta Batum ve Ahılkelek’e girmişlerdir. Gürcüler Ahıska ve Ahılkelek’in Türkiye’ye verilmesine razı olmuş; ancak Batum’u vermek istememiştir. 16 Mart 1921’de Moskova Antlaşması imzalanarak Batum’un Sovyetlere bırakılması kararlaştırıldıysa bu haber cepheye ulaşmamıştır. Bu arada 11. Kızıl Ordu Batum’a yaklaşmaktaydı. Gürcü ordusu Kızıl Ordu’nun saldırısına dayanamayarak son hattı olan Samatredi - Poti hattından geri çekilmiş ve ordunun büyük kısmı Bolşevikleşmiştir. 17 Mart’ta Gürcü hükûmeti Batum’u terk etmiştir. Gürcü kurucu meclisi Batum’u terk etmeden önce şu kararı vermiş: Batum’u Türklere terk etmektense Bolşeviklerde kalması daha iyidir. Çünkü bir gün Sovyetler ortadan kalkacak, fakat bir kere Türk olan Batum daima Türk kalacaktır. 17-18 Mart gecesi Gürcü hükûmeti Batum’u Türkiye’ye teslim ettikten sonra eski Türkiye Büyük Millet Meclisi hükûmetinin Gürcistan mümessili olan Albay Mehmet Kâzım Bey (Dirik) tarafından mutasarrıflık kurulmuştur. Acarya Özerk Cumhuriyeti ■ 317 18 Mart’ta Bolşeviklik ilan eden Batum’daki Gürcü Alay Komutanı Giorgi Mazniaşvili Refkom idaresini kurmuş ve Batum’un Gürcülere bırakılmasını istemiştir. Kâzım Bey reddedince kendisinin kaldığı vilayet konağına saldırmış ve iki kuvvet arasında çatışma yaşanmıştır. Zor durumda kalan Türk birliklerin çoğu Çoruh’un gerisine çekilmiştir. 19 Mart’ta Moskova Antlaşması cephe birliklerine ulaşmıştır. Ancak 20 Mart’ta Gürcüler Samaya ve Barshane tabya ve kışlalarına saldırmış ve çarpışma alanına gelen Kızıl Ordu süvari alayı Türk birliklerinin bütün eşyalarını yağma ettikten sonra esir almıştır. Türk askerleri 22 Mart’ta kadar tutuklu kalmışlardır. 28 Mart’ta 11. Alay Borçka’ya çekildi, Aynı gün Albay Kâzım Bey Batum’u bırakarak Trabzon’a gitmiş, 7. Alay Batum (Çoruh sol kıyısı)’dan Hopa’ya çekilmiştir.. Sovyetler Sonrası: Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra Acara, 1991’de bağımsızlığını ilan eden Gürcistan’ın içinde kaldı. Acara’nın bu tarihte başına geçerek otoriter bir yönetim kuran Aslan Abaşidze, bölgeyi Gürcistan’daki iç savaşın dışında tuttu. Ancak Abaşidze, kişisel servet edinmek, insan haklarının ihlali, suç örgütlerine göz yummak gibi konularda suçlandı. Eduard Şevardnadze’nin devlet başkanlığı boyunca Tiflis yönetiminin fiilen denetimi dışında kaldı. ABD ve Soros destekli Karanfil veya Gül Devrimi olarak adlandırılan darbeyle 2004 yılında Şevarnadze’yi deviren Miheil Saakaşvili yönetimindeki muhalefet, Saakaşvili’nin devlet başkanı seçilmesinden sonra bu konuya da el attı. Bu çerçevede uzun süren ve savaş eşiğine kadar gelen kriz yaşandı. Rusya’yla yakın ilişkide olan Abaşidze, Kars Antlaşması‘na atıfla garantör ülke olarak Türkiye’den de yardım istedi. Türkiye sorunun barışçıl yollarla çözümünü desteklemekle birlikte, askerî müdahale durumunda Kars Antlaşmasına dayanabileceğini de belirtti. Yapılan diplomatik görüşmeler sonucunda gerekli desteği bulamayan Abaşidze, Mayıs 2004’te ülkeyi terk edip Rusya’ya gitmek zorunda kaldı. Abaşidze’nin devrilmesinden sonra, merkezi yönetim bölgenin özerkliğine müdahale ederek, özerk yönetimin birtakım yetkilerini kıstı, yönetimin belirlenmesinde değişikliğe gidildi. Yönetim Şekli: Aslan Abaşidze’nin 2004’te devrilmesinden sonra Acara Özerk Cumhuriyeti’nin statüsü Gürcistan anayasasında yapılan değişikliklerle kısıtlandı. Yeni statüye göre bölgesel yasama organı olan Yüksek Konsey (parlamento) 30 üyeden oluşur ve 5 yılda bir yenilenir. Bölgesel hükûmet olan Acara Özerk Cumhuriyeti Bakanlar Konseyi’nin başkanı, Gürcistan devlet başkanı tarafından belirlenmektedir. Devlet başkanına bölgesel hükûmeti ve parlamentoyu feshetme yetkisi de verilmiştir. Acaristan, 6 yönetim bölgesine ayrılmıştır: Batum kenti, Keda , Kobuleti, Helvaçavuri, Şuahevi, Hulo ilçeleri. Coğrafya: Karadeniz’in güneydoğu kıyısında yer alır. Topraklarının büyük bölümü Küçük Kafkas dağlarına yayılır. Kuzeyde Guria, doğuda Samtshe-Cavaheti, 318 ■ İslâm Birliği / Tarihte Günümüzde ve Gelecekte güneyde Türkiye yer alır. Acara büyük ölçüde dağlık bir bölgedir ve %60’ı dağlarla kaplıdır. İklim: Acara’da astropikal iklim egemendir. Ekonomi: Acara’nın çay, fındık, narenciye ve tütün yetiştirmek için iyi imkânları vardır. Dağlık ve ormanlık bölgenin astropikal bir iklimi ve birçok kaplıcası vardır. Tütün, çay, narenciye ve avokado önemli ürünler olup, çiftlik hayvanlarının besiciliği de ayrıca önemlidir. Önemli sanayi dalları çay ambalajlama, tütün işlemeciliği, meyve ve balık konserveciliği, petrol rafineri ve gemi yapımı üzerine yoğunlaşmıştır. Bölgenin başkenti Batum; Gürcistan, Azerbaycan ve kara ile çevrili Ermenistan’ın mal nakliyesini yöneten önemli bir kapıdır. Batum limanı, Kazakistan ve Türkmenistan’dan gelen petrolün taşınması için kullanılır. Petrol rafinerisi, Supsa limanına boru yolu ile ulaşan ve oradan Batum’a demiryolu ile taşınan Azerbaycan’dan gelen Hazar petrolünü işler. Acara’nın başkenti gemi yapımı ve üretimi konusunda önemlidir. Turizm Acara, Gürcistan’ın turizm açısından gelişmiş başta gelen bölgelerinden biridir. Kıyı turizmi ve plajları açısından başta gelen yerler, Kobuleti, Tsihisdziri, Çakvi, Mtsvane Kontshi, Mahincauri, Batum, Gonio, Kvariati ve Sarpi’dir. Kintrişi ve Shalta vadileri eko-turizm açısından gelişmiştir. Batum-Helvaçauri-Keda-Şuahevi-Zamleti-Shalta-Hihadziri-Thilvana ve Hihani turu, eko-turizmciler açısından ilgi çekicidir. Bölgenin hayli zengin bir flora ve fauna hazinesi vardır. Mahuntseti, Mirveti, Çiruhi gibi şelaleler doğa turizmine ayrı bir atmosfer katar. Batum Botanik Bahçesi, dünyanın ender bitki türlerini barındırması açısından ilginç bir yerdir. Acara, kale, köprü, kilise ve manastır kalıntıları açısından da görülmeye değer bir bölgedir. Etnik Yapı: Acara Özerk Cumhuriyeti’nin nüfusun büyük bölümü Acaralılar olarak adlandırılan Müslüman Gürcülerden oluşur. Günlük yaşamda Gürcüce‘nin farklı bir lehçesini (Acara lehçesi- Açaruli) konuşurlar. Bölgenin yukarı kesimlerinde, Türkiye sınırları yakınında Gürcücenin yanı sıra Türkçe de konuşan birkaç köy vardır. Yazı ve eğitim resmi dili Gürcüce’dir. Acaralılar, 1930’lardan bu yana Gürcülerden ayrı bir etnik kimliğe sahip topluluk sayılmamaktadır. Bu tarihe değin ise ayrı bir topluluk olarak kayıtlara geçiriliyordu. Bunun yanında yörede 30,000 Laz yaşamaktadır.. Acara Özerk Cumhuriyeti’nin toplam nüfusu 333.953’dır. Din: Acara Özerk Cumhuriyeti, çok dinli bir yapıya sahiptir. Gürcü ve Rus Ortodoks kiliselerinin yanı sıra camiler, sinagog ve Katolik kilisesi vardır. Acaralılar, Fatih Sultan Mehmet ve Yavuz Sultan Selim dönemlerinde Osmanlı’nın Kafkasya bölgesini fethiyle birlikte, 17. yüzyıldan itibaren halkın tamamına yakını, Sünniliğin Hanefi mezhebini benimsemiştir. Halkın önemli bir bölümü, 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşının ardından bölgenin Rusya’nın eline geçmesinden sonra Anadolu’ya göç etmek zorunda kaldı. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra bağımsızlığını ilan eden Gürcistan’da özellikle gençler arasında devletin resmî olarak Arakan (Myanmar) ■ 319 Hıristiyanlaştırmayı desteklediği bir süreç vardır.Buna rağmen Acara’da çoğunluğu Hulo bölgesinde Sünnî Müslümanlar bulunmaktadır. Bölge Rusya tarafından ilhak edildiğinde, bölge nüfusunun tahmini olarak %80’i Müslüman iken, bugün bölgenin %25-30’u Müslüman kalabilmeyi başarmıştır. Gürcistan’da Ulusal öneme sahip Taşınmaz Kültür Anıtları listesine eklenmiş olan Kvirike Camii gibi günümüzde de ibadete açık olan 19. yüzyıl yapısı camiler bulunmaktadır.

ARAKAN (MYANMAR)

Resmî Adı: Arakan Özerk Bölgesi Yüzölçümü: 36.760 km2 Başkenti: Arakan Coğrafi Konum: Myanmar’ın (Burma) güney-batısında Bengal körfezinin doğu sahilinde bir bölgedir. Myanmar’ın diğer yerlerinden Arakan Yoma adı verilen yüksek dağ silsilesiyle ayrıldığı için uzun asırlar Burmalılar’ın tam olarak ele geçiremediği bir yer olmuştur. Arakan’ın güney kesimleri sahilden Bengal körfeziyle yakın temas halinde bulunurken kuzeyi de karadan Doğu Bengal’in coğrafî bir uzantısı niteliğindedir. Arakan kıyıları çok yerde geniş kumsallarıyla dikkat çeker. Balıkçılık ve hindistan cevizi üretimi bu kıyıların başlıca gelir kaynağıdır. Tarihi: Arakan uzun asırlar bağımsız bir krallık olarak yönetildi. Budist Mahamuni Tapınağı’nın da bulunduğu Dhanyawadi şehri milâdî VI. yüzyıla kadar krallığın ana merkezi idi. VIII. yüzyılda Budizm bölgeye girdi. Ocak 1948’de Burma bağımsızlığını kazandıktan sonra güneydeki Budist sığınmacıların Kuzey Arakan’a dönmelerine izin verildi ve daha önce Müslümanlara terk ettikleri arazi ve evlerine yerleştirilerek Müslüman nüfus göçe zorlandı. Bunun üzerine Arakanlı Müslüman grupların isyanları yaygınlaştı, dinî liderler halkı cihada çağırıp gerilla faaliyetlerini başlattı. ‘Mücahidîn’ adıyla bir teşkilât kurarak silahlandılar ve Burma Birliği içerisinde Kuzey Arakan bölgesinin müstakil bir eyalet olmasını istediler. Liderler, 9 Haziran 1948 tarihinde Burma hükümetine gönderdikleri mektupta Kaladan nehrinin batı yakası ile Naaf nehrinin doğusunda kalan bölgenin Arakanlı Müslümanların millî yurdu olarak tanınmasını, Mücahidîn teşkilâtına hukukî statü verilmesini, Arakanlı Müslümanların Burma milliyetlerinden biri sayılmasını, dillerinin resmî dil halinde okullarda öğretilmesini istediler. Ancak bu istekleri sonuçsuz kaldı. Mücâhidîn örgütünün zamanla 2000 ile 5000 kişi arasında silahlı bir gücü oluştu, bunlar Maungdaw ile Buthidaung arasındaki dağlık bölgelerde eğitimlerini sürdürdüler. Bölgeden ve Çitagong’daki Müslüman halktan destek aldı. Burma hükümeti ülkenin diğer yerlerindeki ayrılıkçı hareketlerle mücadele ederken Mücahidîn örgütü kısa sürede Kuzey Arakan’ın büyük bir kısmını denetimi altına aldı. Çoğu Arakanlı Müslüman gibi 320 ■ İslâm Birliği / Tarihte Günümüzde ve Gelecekte Mücahidîn örgütü de Burma’dan tamamen kopma yerine Budist Güney Arakan’dan ayrılmayı istemesine rağmen 1948 ve 1949 yıllarında hükümetle yapılan görüşmeler yine sonuç vermedi. Burma ile ilişkileri bozulan Pakistan hükümetinin sınırı kapatma çabaları da etkisiz kaldı. 1951 yılından itibaren hükümet kuvvetleri Mücahidîn gerillalarına karşı geniş çaplı askerî operasyonlar düzenlemeye başladı. Kasım 1954’te başlayan Mansoon operasyonu ile Mücahidîn hareketi çökertildi ve merkezleri ele geçirilerek liderleri şehid edildi. 1960 yılında Başbakan U Nu, Arakan meselesiyle ilgili bir araştırma komisyonu kurarak sorunları tespit etmeye çalıştı. Arakan Müslümanları adına konuşan Rohingya Association of Ulama, Kuzey Arakan’da kendi yerel meclisi olan özerk bir bölge oluşturulmasını talep etti. Bu özerk bölgenin doğrudan Rangoon’daki merkezî hükümete karşı sorumlu olması, eğitim, kültür ve ekonomik alanlarda merkezden destek alması istendi. Kuzeydeki Müslüman halk ve onların Burma parlamentosundaki Müslüman temsilcileri Kuzey Arakan’ın doğrudan merkezî hükümete bağlanmasını isterken Budistler’in çoğunlukta olduğu güneyde azınlıkta kalan Müslümanlar kuzeyde ayrı bir Müslüman bölgesi oluşturulmasına olumlu bakmadı. Onlar Arakan’ın bir bütün halinde korunmasını ve eyalet organlarında dönüşümlü olarak Budistler’in ve Müslümanların yer almasını öngören bir düzenlemeyi savundular. 1 Mayıs 1961 tarihinde Burma hükümeti Kuzey Arakan’da Mayu Sınır İdaresi’nin kuruluşunu ilân etti. Bu düzenleme bölgede askerî yönetimin kurulmasını ve çok kısmî bir otonomiyi öngörmesine rağmen Rohingya liderliği bunu kabul etti. Mart 1962’de askerî darbe yönetimi, Mayu Sınır İdaresi’ni muhafaza etmekle birlikte ülkenin birliğini koruma için azınlık talepleriyle ilgili bütün siyasî faaliyetleri yasakladı. İleriki yıllarda Bengladeş sınırına yakın ormanlık tepelerde çeşitli Müslüman gruplar varlıklarını yer altı faaliyetleriyle devam ettirebildiler. Pakistan’dan ayrılarak bağımsız bir devlet olduğunda ayrılmaya karşı çıkan Bengalliler, Arakan bölgesine kaçtı. Yaklaşık 17.000 Bengalli tekrar ülkelerine dönerken önemli bir kısmı Arakan’da kaldı. 1974’te Arakan’ın tamamına resmen bir eyalet statüsü verildi. 1975’in başlarında Budist halkın saldırılarının artması üzerine Arakan’daki binlerce Müslüman evlerini terk edip Bengladeş’e sığındı. Bazı Müslüman gruplar da Karenler gibi diğer gayr-i Müslim azınlık gruplarıyla ittifaklar kurarak mücadeleye devam ettiler. Mayıs 1976’da kendi toplumları için otonomi isteyen on üç teşkilât askerî iş birliği yapma kararı aldı, bunlar arasında Arakan’ı temsilen Rohingya Patriotic Front da vardı. Bütün problemli bölgelerdeki nüfusu yeniden kaydederek Burma vatandaşı olup olmadıklarını belirlemeye veya hukuken yabancı yerleşimciler olarak sınıflamaya çalıştı.. Ağustos 1978’e doğru 200.000 civarında Müslüman Bengladeş’e kaçmak zorunda kaldı ve çoğu ormanlık alanlarda saklandı. Bengladeş’teki mültecilerden 20.000 kadarı Birleşmiş Milletler Mülteciler Komiserliği’nin Coxs Bazaar’daki kampına yerleştirildi. Arakan (Myanmar) ■ 321 Uluslararası baskı neticesinde, Temmuz 1979’da Burma ve Bengladeş hükümetlerinin 200.000 civarındaki mültecinin Arakan’a geri dönmesi hususunda bir anlaşma imzalamalarına rağmen mültecilerin çoğu geri dönmek istemedi. Bengladeş askerî kuvvetlerinin baskısı ve mültecilere yiyecek yardımının kısılması üzerine 10.000 civarındaki mülteci çeşitli hastalıklar ve yetersiz beslenme yüzünden öldü. Kamplarda ölümle ve yoksullukla karşı karşıya kalan mültecilerden 190.000 kadarı 1979 yılı sonuna doğru dönmek zorunda kaldı. Ancak Burma hükümeti Arakan’a geri dönenlerin eski köylerine yerleşmelerine engel oldu; yeni evler, okullar ve camiler yapmalarına ve eski iş yerlerini açmalarına izin vermedi. Hükümetin Müslümanları Arakan’dan çıkaracağı endişesi, kendilerini mağdur eden, 15 Ekim 1982 tarihli yeni vatandaşlık kanununun uygulamaya konmasıyla birlikte teyit edildi. Bu kanuna göre Arakan’daki Müslümanlar tamamen yabancı kaçak göçmenler kategorisine alınarak kendilerine yabancı kayıt sertifikası verildi. Sadece çok azı Kamanlar adıyla kayıt yaptırarak gerçek nüfus cüzdanı alabildi. Burma ordusu bu göçmen yerleşimcilerin neslinden gelenleri güvenlik riski oluşturan etnik gruplar olarak gördü, bunların hiçbiri siyasî bir makama ve devlet dairesine getirilmedi, orduda görev alamadı. Bu durum, kendilerini öteden beri Burma vatandaşı olarak gören Arakan Müslümanları arasında büyük bir öfkeye yol açtı. Sömürge dönemi boyunca sınırın iki tarafında bulunanların birbiriyle arasındaki yakın temasları, yerli ve göçmen Müslümanlar arasındaki yaygın evlilik ve kaynaşma sebebiyle kimin yerli, kimin göçmen kökenli olduğu hususunda karar vermek zordu. 1989 yılında askerî hükümet ülkenin adını Myanmar olarak değiştirdi. Hükümetin Arakan’ın kuzeyindeki Müslüman yerleşim yerlerinde uyguladığı sınır kalkınma programı çerçevesinde birçok Müslüman köyü kaldırıldı ve Müslümanlara ait araziler devletleştirildi; yerlerine Burmalı ve Rakhineli Budistler yerleştirildi. Müslümanların liderleri tutuklanıp hapse atıldı. Müslümanlara ait evlerin yakılıp yıkılması üzerine 1991-1992 yıllarında 200.000’in üzerindeki Arakanlı Müslüman tekrar Naaf nehrini geçip Bengladeş’e sığındı. Bengladeş bunları geçici mülteci olarak kabul etti ve girişlere bazı sınırlamalar getirdi. Nisan 1991’den itibaren Bengladeş’e sürgün edilen ve kaçan mültecilerin sayısının Haziran 1992’de 210.000 ile 220.000 arasında olduğu belirtilmektedir. Myanmar hükümeti üzerinde giderek artan uluslararası baskı neticesinde 28 Nisan 1992 tarihinde Bengladeş ve Myanmar Dışişleri bakanları mültecilerin geri dönmeleri için bir anlaşma imzaladı. Ancak bu defa mültecilere geri dönüş için zorlama yapılmayacağı gibi nüfus cüzdanı olmayıp ülkede eskiden beri yaşadığını ispat edenler de kabul edilecekti.. Kasım 1992’de Myanmar hükümeti ile Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği arasında bir iyi niyet anlaşması imzalanarak teşkilâtın Arakan’da büro açmasına imkân sağlandı. Bengladeş hükümeti de Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği yetkililerinin kamplara girmesine izin vererek gönüllü geri dönüşleri teşvik etti. 1993’te 50.000 civarındaki mülteci geri dönerken, bu sayı 1996 yılı sonuna doğru 200.000’e ulaştı. 322 ■ İslâm Birliği / Tarihte Günümüzde ve Gelecekte Arakan’a dönen mültecilere karşı misilleme saldırılarının yaşanması üzerine birkaç bini tekrar Bengladeş’e döndü. 1980’li ve 1990’lı yıllarda binlerce Arakanlı Müslüman, Myanmar ve Bengladeş’ten başta Suudi Arabistan olmak üzere Ortadoğu ülkelerine, Malezya ve Pakistan dâhil diğer Asya ülkelerine göç etti. 1999’da Arakan Rohingya İslamic Front, 2000 yılında da Rohingya Solidarity Organisation ve United Islamic Organisation of Burma gibi çeşitli teşkilâtlar kurdular. Ana merkezleri Bengladeş’te bulunan bu hareketlerin temsilcileri uluslararası kuruluşlardan destek almak için çabalamalarına rağmen Müslümanlarının sorunlarına çok az ilgi duydu. Myanmar’a Türkiye de ancak 2012 yılı çatışmalarından sonra Arakan’da zarar gören Müslüman ve Budist halka Türk Kızılayı ve yardım kuruluşları vasıtasıyla destek sunabildi. Myanmar hükümeti 12 Haziran 2012’de eyalette olağanüstü hal ilân etti. Olaylar sırasında Müslümanlara ait on yedi cami ile Budistler’in on dört manastırı ve üç okulu tahrip edildi. Bu çatışmalardan çok satıda insan öldü. BM, İİT ve birçok ülke bölgedeki çatışmalardan duydukları endişeyi dile getirmelerine rağmen Myanmar hükümeti sorunu sadece toplumlar arası bir çatışma olarak gördü. BM uzmanlara hazırlattığı raporlarda Arakan’da Müslümanlara karşı öteden beri en şiddetli ayırımcı politikalar ve uygulamaların yapıldığı teyit edilmesine ve 26 Kasım 2012 tarihinde BM Genel Kurulu’nun aldığı yaptırım gücü olmayan bir kararda Myanmar hükümetine yapılan, Arakanlı Müslümanların insanî haklarına saygı gösterilmesi çağrısına rağmen hükümet yetkilileri geri adım atmadı. Hanefî mezhebine mensup olan Arakanlı Müslümanların büyük çoğunluğu günümüzde Rakhine eyaletinin Mayo sınır bölgesindeki Maungdaw ve Buthidaung şehirleriyle çevresinde yaşamaktadır. 1961’de Müslümanların Arakan’daki toplam nüfusu 300.000 civarında idi. Devletsiz olma ve mülteci konumunda bir yaşamla karşı karşıya kalan Arakanlı Müslümanlara hükümet tarafından seyahat etme, iş yeri açma, eğitim ve sağlık imkânlarından faydalanma, hatta evlilik izni alma ve cep telefonu sahibi olabilme gibi birçok alanda çeşitli sınırlamalar getirilmiş, dinî ve etnik bakımdan ayırımcı politikalara tâbi tutulmuştur.1

BAŞKURTISTA

Resmî Adı: Başkurtistan Cumhuriyeti Başkenti: Ufa Yüzölçümü: 143.600 km2 Nüfusu: 5.000.000 Yönetim Şekli: Rusya Federasyonuna bağlı Federe Türk Devleti Dil: Türkçe, Başkurtça. 1 İslâm Ansiklopedisi, TDV. Başkurtistan ■ 323 Din: İslâm Coğrafi Konumu: Başkurtistan Özerk Cumhuriyeti güney Urallardan batıya doğru Belaya ve Kama nehirlerine kadar uzanır. Tarih: 1552’de Kazan Hanlığı’nın yıkılmasından sonra Başkurtlar ve Tatarlar, Ruslara karşı birlikte ayaklanmış ancak, 18. asrın sonlarında Rus egemenliğine girmek zorunda kalmışlardır. Başkurtlar, Tatarlarla iç içe yaşamışlardır. Başkurtça daha çok konuşma dilinde kullanılmıştır. İlk Başkurtça kitap 1926’da yayımlanmıştır. Etnik yapı olarak Tatarlara yakındırlar. Başkurt SSC 1919’da SSCB içinde kurulmuştur. Başkurtların %68’i Özerk Başkurdistan’da yaşamakta olup, geriye kalan %32’si Ural bölgesindedir. Başkurtlar daha çok kırsal bölgelerde yerleşiktirler. Başkurt halkının hayatında efsanelerin ve destanların ayrı bir yeri bulunmakladır. Başkurdistan’ın dışında, Başkurtlar, Kazakistan, Türkmenistan, Özbekistan, Tacikistan, Kırgızistan, Ukrayna ve Rusya Federasyonu’nun diğer bölgelerinde yaşamaktadırlar. Başkurdistan’ın başkenti 1,1 milyon nüfusa sahiptir. 1574 yılında bir kale ile kuruldu. Ufa şehrinde 4 üniversite bulunmaktadır. Ünlü Daşka Taşı, Ufa şehrinin yakınlarında Rus bilim adamları tarafından bulundu. Rus Devlet İstatistik Kurumu’nun 2005 senesi raporuna göre, Moskova’dan sonra Ufa, Rusya Federasyon’u içinde ikinci yüksek hayat kalitesi ve gelir rakamına sahip şehirdir. Ufa’nın Ankara ile ‘kardeş şehir’ antlaşmaları mevcuttur. Velidi Togan, 10 Aralık 1890 tarihinde Başkurdistan’ın İsterlitamak’a bağlı Küzen köyünde doğdu. Daha ilk medrese tahsilini yaparken bir yandan da özel Rusça dersleri alıyordu. Öğretmen olan annesinden Farsça öğrenmeyi de ihmal etmiyordu. 1902 yılında orta tahsil için Ütek’te bulunan dayısı Habib Neccar’ın medresesine gitti. Buradaki öğrenimi sırasında Arapça dersleri alarak dil bilgisini geliştirdi. Başkurt Türklerinin hak ve hürriyet mücadelesinde ve Türk dünyasının birliğini esas alan faaliyetlerde efsanevi bir önder olan Ahmet Zeki Velidi Togan, 1908’de köyünden kaçarak Kazan’a gelip burada özel dersler aldı. Bu arada Katanov ve Aşmarin gibi bilginlerle tanıştı. 1909 yılında mezun olduğu Kasımiye medresesine ‘Türk Tarihi, Arap Edebiyatı Tarihi Muallimi’ oldu. 4 yıl süren bu öğretmenliği sırasında 1911 sonlarında yayınladığı Türk ve Tatar Tarihi adlı kitabı sayesinde meşhur olmaya başladı. Bu eserin iyi yankıları sayesinde Kazan Üniversitesi Arkeoloji ve Tarih Cemiyeti’ne aza seçildi. 1913 yılında Fergana’ya, 1914 yılında Buhara’ya araştırmalar yapmak için gönderildi. Fergana’da Yusuf Has Hacib’in 11. yüzyıla ait ‘Kutadgu Bilig’ adlı eserinin bir elyazması nüshasını buldu. Bu seyahat neticelerine ait hazırlamış olduğu raporlar başta Petersburg Arkeoloji Cemiyeti olmak üzere Kazan ve Taşkent Arkeoloji cemiyetleri mecmualarında yayınlandı. Bu arada Prof. Katanov’un şimdi İstanbul 324 ■ İslâm Birliği / Tarihte Günümüzde ve Gelecekte Üniversitesi Türkiyat Enstitüsü’nün esas nüvesini teşkil edecek olan kitaplarının Türkiye’ye gönderilmesine vesile oldu. Zeki Velidi Togan, daha sonra Rus Millet Meclisi Duma’da Ufa Müslümanlarının temsilcisi olarak bulunmak üzere Petersburg’a gitti. Bilimsel çalışmalarına siyasî çalışmalarını da eklemiş oluyordu. Bu sırada Bolşevik ihtilâli patlak verince o da Türklerin durumunun düzelmesi için mücadeleye girişti. Bolşevik İhtilâli’nden 22 gün sonra 29 Kasım 1917 tarihinde Başkurdistan ilinin muhtariyeti ilan edildi. Orenburg’u 18 Şubat 1918 tarihinde işgal eden Bolşevikler O’nu tutukladılarsa da 7 Haziran 1918 tarihinde hapisten kaçtı. Başkurt hükümeti kurulduğunda Zeki Velidi Togan, Harbiye Nazırı oldu. Bundan sonra Lenin, Stalin ve Troçki ile defalarca görüştü fakat olumlu sonuç alamayınca Türkistan’a çekilip orada mücadeleye karar verdi. Türkistan Millî Özerk Hükûmeti’nin bastırılmasından sonraki Basmacı Hareketi’nin içinde bulundu. 1920-23 yıllarında Türkistan’da amansız bir mücadeleye girişti ise de başarılı olamadı. Türkistan Millî Birliği’nin kurucusu ve ilk başkanı oldu. Ahmet Zeki Velidi Togan, Paris, Londra ve Berlin’deki birçok Orta-Asya tarihçisi onunla çalışmak istemesine rağmen, devrin Türkiye Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi, Fuad Köprülü, Rıza Nur, Yusuf Akçura’nın istekleri sayesinde Türkiye’den davet aldı. Türkiye’deki uzun süren akademik çalışmaları bütün dünyada yankı buldu. 26 Temmuz 1970 tarihinde İstanbul’da vefat etti. Milli Kahraman: Salavat Yulayev 1773 yılında Başkurtların Ruslara karşı en şiddetli, en büyük ve geniş katılımlı son ayaklanması başladı. Diğer ayaklanmalardan farklı olarak bu ayaklanma, Rus avamıyla birlikte Rus Çarına karşı bir ayaklanma olarak gerçekleşmiştir. Artık kimse bağımsız Başkurdistan adına savaşmıyordu. Rusların kendi çarlarına karşı ayaklanması, son yıllarda Başkurdistan topraklarında açılan maden ocaklarında ve fabrikalarda köle olarak çalıştırılmalarından kaynaklanmaktaydı. Ruslar savaşmayı bıraksalar dahi Başkurtlar bir sene daha savaştılar ve bu harp 1775 yılına kadar sürdü. Bu savaşın birçok kahramanı olmasına rağmen, halkın yüreğinde Salavat Yulay oğlu (Yulayev) ayrı bir yer edinmiştir. Çok genç yaşında Batır (Bahadır) unvanı kazanmış bu yiğit hem okumuşluğu ile hem şiirleri ile hem kuvveti ile herkesi kendine hayran bırakırdı. Çok ustaca da Başkurt kavalı (koray) çalardı. 20 yaşında esir düşüp, babası Yulay ile birlikte kırbaçlanıp, damgalandıktan sonra uzak Baltık denizi sahillerine sürgüne gönderilmişti. Hapiste tam 26 sene kaldıktan sonra vefat etmiştir. Ama halkının yüreğinde O’nun şiirleri ve şarkıları kalmıştı. Ruslar Salavat Yulayev’den o kadar korkmuşlardı ki, adını bile yasaklamışlardı. Ancak 1917 Başkurtistan ■ 325 yılından sonra Salavat ismi tekrardan çocuklara verilmeye başladı. Yayık nehrinin adı da akıllarda bu ayaklanmayı çağrıştırmaması için Ural nehri olarak değiştirildi. Ülkede İslâmiyet: Rusya Federasyonu Müftülük merkezi başkent Ufa’da bulunmaktadır. Müftülüğün hemen yanı başında ise tarihî Abdulkadir Geylanî Camisi bulunuyor. Aslında bir zamanlar Ufa, yüzlerce caminin ve mescidin olduğu bir merkezdi. Ancak gerek Çarlık Rusyası ve gerekse Sovyetler Birliği döneminde, camilerin neredeyse tamamı yıkılmış ve yok edilmiş, geriye sadece sembolik amaçlı bu cami kalmıştır. Asırlar boyunca çeşitli baskılara ve asimilasyon çalışmalarına maruz kalan Başkurtlar, her şeye rağmen millî kimliklerini ve İslâm inançlarını korumaya çalışmışlar. Özellikle 1990’lı yıllarda Sovyetler Birliğinin yıkılmasıyla birlikte, dinî değerlere ve geleneksel millî kültüre olan ilgi de önemli ölçüde artmış... 17. yüzyıldan günümüze ulaşabilen tarihî Abdulkadir Geylanî Camii’nde Kur’an-ı Kerim ve hadis-i şerif dersi alan 60’lı, 70’li yaşlardaki nur yüzlü ninelerle karşılaşmak mümkündür. Başkurtistan’da T.C. Diyanet İşleri Başkanlığı büyük bir cami ve külliye yaptırmaktadır. Ekonomi: Başkurdistan Cumhuriyeti Rusya’nın gelişmiş, sosyal yönetimli, piyasa ekonomili ve istikrarlı bir bölgesidir. Rusya Federasyonu bölgelerin çoğunun arasında çok dallı yapısı, sahip olduğu güçlü sanayi potansiyeli, gelişmiş tarımı ve zengin doğal kaynaklarıyla fark edilmektedir. Cumhuriyet, Rusya federal bütçesine ve ekonomik gelişmesine büyük bir katkıda bulunmaktadır. Gayr-i safi Bölge hasılatın yapısı: Sanayi %39,5, inşaat %6,2, ulaştırma %7,5, ticaret %11,2, tarım %10,8, diğer dallar %24,8. Başkurtistan, Rusya’nın en büyük tarım bölgelerinden biri olup zirai hasılatı hacmi bakımından Rusya Federasyonu Bölgelerinden ilk 3’e girmektedir. Zirai tarlaların %3,7’sine ve sürülmüş toprakların %3,2’sine sahip olup Rusya Federasyonu zirai gayr-i safi hasılatının %4’nü elde etmektedir. Kırsal kesimde değişik idare ve mülkiyet şekilleri gelişmiş, binden fazla büyük ve orta çaplı tarım işletmeleri ile 4000’e yakın çiftlik kurulmuştur. Başkurtistan buğday ihtiyacının tamamına yakınını kendisi sağlamaktadır. Mağazalardaki gıda maddelerinin yüzde 60-70’i kendi imalatıdır. Başkurdistan gayr-i safi bölge hasılatı hacmi bakımından Rusya Federasyonu bölgeleri arasında ilk on bölgenin içinde yer almaktadır. Sanayi: Başkurdistan Cumhuriyeti petrol üretim ve rafine, kimya ve petrokimya ürünleri, enerji üretimi, petrol, petrol ürünleri ve gaz nakliyesi yapan Rusya Federasyon’un en büyük işletmelerini içeren gelişmiş yakıt ve enerji kompleksine sahiptir. Başkurdistan, Rusya Bölgeleri arasında ham petrol işleme ve akaryakıt üretiminde 1. sıradadır. Başkurdistan’ın petrol rafine fabrikaları yılda 60 milyon ton petrol işleme kapasitesine sahiptir. Petrolün rafine derinliği %80’den fazladır. Burada çeşitli 326 ■ İslâm Birliği / Tarihte Günümüzde ve Gelecekte kalitede benzin, mazot, dizel, mineral yağ, koks, zift gibi ürünler üretilmektedir. Üretilen ürünler kalite ve ekolojik açısından dünya standartlarına uygundur. Bazı sanayi sektörlerinde Başkurtistan, Rusya’da ilk sırada yer almaktadır.

ÇEÇENISTAN

Resmî Adı: Çeçen Cumhuriyeti Yüzölçümü: 13.300 km2 Nüfusu: 1.450.000 Başkent: Grozni Önemli Şehirleri: Gudermes, Malgobek ve Argun Etnik Durum: 1.450.000’i geçen nüfusun 1 milyon kadarını Çeçenler oluşturur. Bunlardan başka ülkede yaklaşık 300.000 Rus, Çeçenler’e etnik bakımdan akraba olan 100.000’i aşkın İnguş, toplam sayıları 20.000’e varan Dağıstan halkları (Kumuklar, Nogaylar, Avarlar, Laklar, Dargınlar...), 14.000 Ermeni, 12.000 Ukraynalı, 5000 Tatar, sayıları zaman zaman değişen 5000 civarında Yahudi ve bunlara ilâve olarak 1988’de Orta Asya’dan göç eden 4000 kadar Ahıska Türkü yaşar.. Dil: Dünyada Rusların verdiği Çeçen adıyla tanınan, ancak kendi dillerinde adları Nahçiy olan Çeçenler’in millî dili, Kafkas-İberya dil ailesinin Nah grubundan Nahçiço’dur. (Çeçence), bu dil aynı zamanda devletin de resmî dilidir. Kafkasya’nın en eski halklarından biri olan ve ülkede büyük çoğunluğu teşkil eden Çeçenler’in bir kısmı İnguş Cumhuriyeti ve Dağıstan gibi komşu ülkelerle Türkiye, Suriye, Ürdün, Kazakistan ve bazı Batı ülkelerinde yaşamaktadır. 1944’te Stalin tarafından Kazakistan’a sürgün edilmiş olan Çeçenler’in bir kısmı 1988’den itibaren ülkelerine dönmeye başlamışlardır; ayrıca Suriye, Ürdün ve Türkiye’den de dönenler olmaktadır. Ülkede İslâmiyet: Çeçenler İslâmiyet’i 8-9. yüzyıllarda vuku bulan Arap-Hazar savaşları sırasında tanımışlar ve çok yavaş olmakla birlikte ilk defa bu dönemde ihtida etmeye başlamışlardır. Çeçenlerin İslâmiyet’i benimsemeleri asırlar boyu devam etmiş, bunda özellikle 8-14. yüzyıllarda Altın Orda Hanlığı’nın büyük katkısı olurken 1391-1395 yılları arasında bu devleti parçalayan Timur’un, İslâm’ın sancağını buraya dikmiş olmasına rağmen sert tutumu yüzünden menfi etkisi olmuştur. Timur’un çekilmesinden sonra yine yavaş yavaş Altın Orda ve Azerbaycan Müslümanlarının etkisiyle başlayan Çeçenistan’daki İslâmiyet’in yayılışı nihayet 18. yüzyılda tamamlanmış ve bu asrın ortalarında Çeçenlerin akrabaları olan İnguşları da Müslüman etmeleriyle İslâmiyet bölgenin hâkim dini haline gelmiştir. Ancak 1859’dan sonra Rusların bütün Kafkasya’yı ele geçirmeleri ve XX. yüzyılın ilk çeyreğinde de komünist idarelerin kurulması İslâmî gelişmeyi olumsuz yönde etkilemiştir. Çeçenistan ■ 327 Hanefî mezhebine mensup olan Çeçenler arasında özellikle Rus işgalinden sonra Nakşibendiyye ve Kādiriyye tarikatları yayılmıştır; İslâm kültürünün muhafazasında ve Ruslara karşı verilen mücadelede bu tarikatların çok önemli rol oynadıkları bilinmektedir. Kuzey Kafkasya Dağlık Cumhuriyeti’nin 1924’te feshedilmesinden sonra Rusya Federasyonu’na bağlanan Çeçenistan’da, bu tarihe kadar kullanılan Arap alfabesi dinî liderlerin toplum üzerindeki etkilerini azaltmak amacıyla kaldırılarak yerine Latin alfabesi konulmuştur. 1920’li yılların sonlarına doğru dine karşı tarihte eşi görülmemiş şiddette bir savaş başlatılmış ve en ağır baskılar öncelikle İslâm dinine yöneltilerek bilhassa 1937-1939 yılları arasında binlerce kişi kurşuna dizilmiştir. Gorbaçov’un reformlarına kadar devam eden ateizm politikası ülkede İslâm’ın gelişmesini engellemiştir. Eldeki kayıtlara göre 1837’de Çeçenistan’da ibadete açık 310 cami mevcut iken komünist idarede bu sayı ikiye kadar düşmüş, ancak Gorbaçov’la birlikte tekrar yükselmeye başlamıştır. 1 Kasım 1991’de Çeçenler Rusya Federasyonu’ndan ayrılıp bağımsızlıklarını ilân ettikten sonra kabul edilen Çeçen Cumhuriyeti anayasasına göre din devlet işlerinden ayrılmış, buna karşılık bütün dinî hizmet ve faaliyetlere devlet desteği getirilerek meselâ Grozni şehrinde Devlet İslâm Enstitüsü kurulmuş ve buradaki İslâm Kültür Merkezi’ne maddî katkıda bulunulmuştur. SSCB döneminde kapatılan camilerle Grozni’deki bir kilise ve bir sinagog da yeni dönemde tekrar ibadete açılmıştır. Coğrafi Durum: Çeçenistan kuzey ve doğuda Dağıstan, batıda İnguş Cumhuriyeti ve Kuzey Osetya, güneyde ise Gürcistan’la çevrilidir Yükselti, güney sınırında bulunan Kafkas dağlarından itibaren kuzeye doğru azalır. Bu yüksek dağların kuzeyinde ve ülkenin orta kesiminde Çeçen ovası, onun kuzeyinde ise içinde kum tepelerine de rastlanan Nogay bozkırı adındaki Terek-Kuma çöküntüsü yer alır. Güneyde dağ iklimi, kuzeyde kara iklimi hüküm sürer; bu kesimde yazlar sıcak ve uzun, kışlar ise ılık olur ve yılın büyük bölümünde yeşillik görülür. Güneydeki dağlık alan 1950 m. yüksekliğe kadar sık bir şekilde kayın, gürgen ve meşe ormanlarıyla kaplıdır; 2000 metreden yüksek kesimlerde ise otlaklar başlar ve içlerinde tıbbî amaçla kullanılan ot cinslerinin de yaygın olduğu bu otlaklar 3700 m. yüksekliğe kadar devam eder. Ülkenin orta kesiminde step bitkileri, kuzeydeki Nogay bozkırında çalılıklar görülür. Dağlık alanlarda ayı, yaban domuzu, kurt, tilki ve tavşan gibi av hayvanları yaşar; daha yüksek kesimlerde ise dağ panterine rastlanır. En büyük akarsu, Kafkas dağlarının üzerindeki buzullardan doğarak Hazar denizine ulaşan Terek nehridir. Terek’in kolu olan Sunja ile onun kollarından Argun ve Assa da diğer önemli akarsulardır. Ülke sınırları içinde büyük göl yoktur; Kuzey Kafkasya’nın en büyük gölü olan deniz seviyesinden 1870 m. yükseklikteki Kezenoy’un yüzölçümü sadece 2 km2’dir.. Ekonomi. Çeçen Cumhuriyeti ekonomisinin temelini petrol teşkil eder. Hemen her tarafta petrole rastlanmakla birlikte çıkarma ve işleme tesisleri daha çok Grozni ile Gudermes arasında ve Malgobek dolaylarında yoğunlaşmıştır. Rafinerilerin en 328 ■ İslâm Birliği / Tarihte Günümüzde ve Gelecekte büyükleri Grozni’de bulunmakta ve elde edilen ürünler başka ülkelere de satılmaktadır. Petrol boru hatları Hazar denizi kıyısındaki Mahaçkale’ye, Karadeniz kıyısındaki Tuapse’ye ve ayrıca Donets kömür havzasına uzanır. Petrol ve petrokimya sanayii için gerekli makineleri imal eden fabrikalar da Grozni çevresinde yer almaktadır. Ülkedeki diğer sanayi çeşitleri arasında kereste ve parke imalâtı, müzik aletleri yapımı ve gıda sanayii önemlidir. Petrolden sonra başlıca yer altı zenginliği kömür ve doğal gazdır. Tarım alanları daha çok Terek havzasında toplanmıştır. Ziraat çeşitleri içinde meyveciliğe, bağcılığa ve tütün ekimine önem verilir; hayvancılık da gelişme yolundadır. Turizm: Eşsiz tabiat güzelliklerine ve çok sayıda tarihî kalıntılara sahip olan Çeçen Cumhuriyeti turizm potansiyeli açısından zengindir; ancak imkânların çokluğuna rağmen turizm sektörü gelişmiş değildir. Tarih. Arap-Hazar savaşları sırasında Emevîler’in Ermeniye genel valisi Mervân b. Muhammed’in 736-738 yıllarında Durdzukistan’a (Çeçenistan) yaptığı akınlarla bölgede İslâm hâkimiyeti yerleşmeye ve bu dönemden itibaren Dağıstan ve Çeçenistan halkları İslâmlaşmaya başladı. XIII. yüzyılda Çeçenistan Moğol saldırısına uğradı. Hankal vadisinde yapılan savaşı Çeçenler kazandılarsa da 1238-1240 yılları arasında Mengü Han’ın önünden dağlara çekilmek zorunda kaldılar ve dağlar hariç ülkenin bütün arazisi Cuci ulusu topraklarına katıldı. 1395 yılında ise Timur’un Sunja nehri havzasına varması ile ikinci Moğol istilâsı başladı; ancak üç dört yıllık hâkimiyeti sırasında Timur da dağlık kesimleri ele geçiremedi. Çeçenler, Moğollar’ın toplam iki asır kadar Kuzey Kafkasya’nın step bölgelerini kontrol altında tuttukları dönemde çekildikleri dağlarda bağımsızlıklarını korumayı başardılar ve bu uzun savunma yıllarında farklı bir kale mimarisinin ortaya çıkmasına yol açtılar. Çeçen-İnguş mimarlarının ünü bütün Kafkasya’ya yayıldı; bugün de Çeçen ülkesinin dağlık kesimlerinde muazzam kale kalıntılarına rastlanmaktadır. 1722’de İran-Rus savaşları sırasında I. Petro bir süre, artık kendileri için güvenli hale geldiğini kabul ettikleri Çeçen topraklarında kalmıştı. Ancak bir süre sonra silâha sarılan Çeçenler 7 Temmuz 1732 tarihinde Yarbay Koh kumandasındaki Rus birliklerini yenilgiye uğrattılar. Bu dönemden itibaren Rus kaynaklarında Nahçiy halkının adı Çeçen, ülkelerininki de Çeçnya olarak geçmeye başladı. 1735 yılında Kırım hanının kuvvetlerini de yenen Çeçenler bu yüzyılda bir taraftan Rus ordularına, diğer taraftan da onlarla iş birliği yapan Kabardin, Kumuk ve diğer kabilelere karşı savaşlarını yoğunlaştırdılar ve özellikle Beybulat Taymiyev’in, daha sonra da Şeyh Mansur’un (Uşurma) liderliğinde başarılı bir mücadele verdiler. Bu dönemlerde Kafkasya’daki Rus istilâsına ve baskısına direnenlerin başlıca merkezi Çeçenistan olmuştur. 1810’da İnguşlar kendi istekleriyle Rus tâbiiyetine geçtiler. Rus baskısıyla dağlara çekilen Çeçenler, verimli topraklarının Kazaklar’a dağıtılması üzerine İmam Gazi-Muhammed’in Dağıstan’da başlattığı ve halefleri Hamza (Gavzat) Bey ile Şeyh Şâmil’in devam ettirdikleri ünlü direnişe katıldılar. Çeçenler Doğu Türkistan ■ 329 özellikle Şeyh Şâmil’in 1859’da teslim oluncaya kadar yirmi beş yıl süreyle verdiği, tarihte eşine pek rastlanmayan amansız mücadelede O’nun en sadık müttefiki olmuşlardır. Bölgenin tamamen Rus kontrolüne girdiği 1860’lı yıllarda Kuzey Kafkasya’dan Türkiye’ye doğru göçler başladı. Rus hükümeti, Çeçenistan ve Dağıstan göçmenleriyle beraber Yahudileri de Türkiye’ye sürdü. Ancak Yahudiler daha sonra Suriye ve Filistin’e geçtiler. 1917 yılında kurulan, Şeyh Uzun-Hacı idaresindeki Çeçenler’in de dahil olduğu Kuzey Kafkasya Halklarının Dağlık Cumhuriyeti adlı Kafkas Devleti (Dağıstan) 11 Mayıs 1918’de Rusya’dan ayrıldığını ilân etti. Bir yıl sonra Dağıstan topraklarını General Denikin ele geçirdi. Fakat derhal büyük bir ayaklanma başlatan Dağıstanlılar, 1919’da Bolşeviklerin de desteğiyle Denikin’in bütün garnizonlarını imha ettiler ve bağımsız Dağıstan Cumhuriyeti’ni tekrar kurdular. II. Dünya Savaşı sırasında 1943’teki Tahran toplantısından sonra 500.000 kişiyi toplu olarak imha etmeyi planlayan Moskova hükümeti 1944’te bundan vazgeçerek Çeçenler’i Orta Asya’ya ve Kazakistan’a sürgüne yolladı.. 1989 yılında Sovyetler Birliği’ne bağlı devletlerin hâkimiyetlerine kavuşmaya başlamaları üzerine doğrudan Rusya Federasyonu içinde yer alan Çeçenlerle İnguşlar da faaliyete geçtiler. 27 Ekim 1991’de Çeçenistan’da parlamento ve cumhurbaşkanı seçimleri yapıldı ve oyların %85’ini Çeçen Halkının Millî Kongresi Yönetim Kurulu lideri Cahar Dudayev aldı. 1 Kasım 1991’de Çeçen Cumhuriyeti’nin Rusya’dan bağımsızlığı ilân edildi. Çeçen Cumhuriyeti’nin bağımsızlık kararı, milletlerarası alanda henüz hiçbir ülke tarafından tanınmış değildir. Ulaşım: Ülkedeki ulaşımın büyük yükünü, cumhuriyetin sınırları dışına da çıkarak Hazar denizi kıyısında Astarhan ile Bakü’ye, Karadeniz kıyısında Tuapse’ye ve Azak denizi kıyısında Rostov’a bağlanmış olan demiryolları çekmektedir. Başşehir Grozni’nin ayrıca diğer önemli şehirler ve komşu ülkelerle karayolu bağlantısı da vardır Eğitim: Bugün ülkede çoğu Grozni’de olmak üzere bir üniversite, iki yüksek okul, çeşitli teknik ve sosyal araştırma enstitüleriyle birçok kütüphane faaliyet göstermektedir.

DOĞU TÜRKISTAN

Resmî Adı: Doğu Türkistan Başkenti: Urumçi Yüzölçümü: 1.820.000 km2 Nüfusu: 100.000.000 Etnik Yapı: Çin yönetimi, 1949 yılından beri uyguladığı politikalarla bölgedeki Müslüman nüfusu azınlık haline getirmeye çalışmaktadır. Bölgeye sürekli olarak 330 ■ İslâm Birliği / Tarihte Günümüzde ve Gelecekte sevk ettiği Çin nüfusu ile hem bölgedeki Müslüman nüfusu azaltmakta, hem de yönlendirdiği Çin nüfusunun da genellikle eski hapishane mahkûmları veya sabıkalı kimseler olmasından dolayı bölgedeki suç oranını artırmaktadır. 1990’a gelindiğinde Müslümanların oranı %60’a inerken Çinlilerin nüfus oranı %37.6’ya çıkmış durumdadır. Yeni yerleşimciler Doğu Türkistan’daki en verimli topraklara yerleştirilirken bu toprakların asıl sahipleri olan Doğu Türkistanlılar kurak ve işlenmesi zor alanlara sürülmektedir. Ayrıca, Çin hükümeti, Doğu Türkistan’daki Müslüman Türk nüfusunun artmasına engel olmak için, ‘doğum kontrolü kanununu da uygulamaktadır. Bu kanuna göre şehirlerde oturanların 2, köylerde oturanların 3’ten fazla çocuk sahibi olmaları yasaktır. Bu yasağa uymayanlar çok ağır cezalara çarptırılmaktadır. Geniş kırsal kesimlerde yasağa uymayan kadınlara hiçbir tedbir alınmadan toplu kürtaj operasyonları yapılmaktadır. Hamile kadınların çocukları karınlarından zorla çıkarılarak öldürülmektedir. Kanun dışı doğan çocuklara isim verilmemekte, vatandaşlık hakkı tanınmamaktadır. Dil: Uygurca, Çince’dir. Otuz yıl içerisinde dört defa alfabe değiştirilmiştir. Mao, Çin alfabesine ilişkin hiçbir değişiklik yapmazken, Uygur alfabesini önce Kirilceye çevirmiş, daha sonra Rus egemenliğine duyulan korku nedeniyle Latin harflerine geçilmiştir. Bu kez de Türkiye ile kurulacak ilişkilerden korkulduğu için de Arap alfabesine dönülmüştür. Bugün Doğu Türkistan’daki tüm yayınların sadece %16’sı Uygurca’dır. Uygur dilinde hazırlanan bir ansiklopedi veya bir sözlük bulunmamaktadır. Uygur eğitmenleri ya da fikir adamlarının Uygur tarihi, kültürü, sanatı gibi konularda yazı yazmaları yasak olmamakla beraber buna kalkışanlar ‘bölücülük’ suçlamasıyla cezalandırılmakta, tutuklanmakta ve ders vermeleri durumunda okulları kapatılmaktadır. Din: Uygur Türklerinin hemen tamamı Müslüman’dır. Çin yönetimince din, inanç ve ibadet hürriyetine, hatta vaaz verme, camide kalabalık grup halinde ibadet etme, uzun dua okuma ve kutsal kitaptaki bazı âyetlerin okunmaması gibi kısıtlamalar getirilmiş; memurların, işçilerin ibadet yerlerine gitmeleri ve ibadet yapmaları yasaklanmış; ibadet yaptığı tespit edilenler işten atılmış, gözetim altına alınmış veya para cezalarına çarptırılmış; kadınların, kızların dini ibadet yapmalarına, 18 yaşından küçüklerin dini kurs ve eğitim almalarına ve ibadet yapmalarına yasak getirilmiş; isteyen özel şahısların dinî okul veya kurs açmaları men edilmiş; öğrencilerin dinî kurs ve okullarda okumaları yasaklanmıştır. Evinde dinî kitap bulunanların kitaplarına el konularak evinde dini kitap bulundurmanın suç teşkil ettiği ve cezalandırılacakları belirtilmiştir. Doğu Türkistanlı Müslümanlardan Hac ibadetini yerine getirmek isteyenlerin pasaportlarına el konularak Hacca gitmeleri engellenmeye çalışılmıştır. Doğu Türkistan ■ 331 Yönetim Şekli: Komünist Çin yönetimi bu ülkenin gerçek adı olan ‘Doğu Türkistan’ ismini yasaklayıp yerine Mançu-Çin istilası esnasında verilen Sincan (Yeni Kazanılan Topraklar) ismini kullanmaya devam etmiştir. 1955 yılında da mevcut anayasa, bölgeye ‘eyaletten yukarı organ’ statüsü vererek Doğu Türkistan’da ‘Sincan Uygur Otonom Bölgesi’ yönetiminin kurulduğunu ilan etmiştir. Bu hükümetin başkanı ve üyeleri Pekin yönetimi tarafından tespit ve tayin edildiğinden dolayı bölgenin idarî organlarında Çinlilerin sayısı devamlı surette Uygurlardan daha fazla olmuştur. Her türlü belge, karar ve tayin işleri ise, Çin Komünist Partisi tarafından kararlaştırılıp hükümete icrası için gönderilmektedir. ‘Sincan Uygur Otonom Bölgesi’ yönetiminden başka, onunla aynı yetki, hak ve hukuka sahip 7 türlü devlet organı daha mevcuttur. Bunların idarî ve hukukî dereceleri özerk bölge yönetimi ile eşittir. Bunlar sözde Özerk Eyalet Hükümetine baskı uygulayarak kendi işlerini yürütebilirler. Bütün bunlara karşın, 14 Eylül 2004 günü ABD’de Enver Yusuf’un başbakanlığında bir ‘Doğu Türkistan Hükümeti’ kurulmuştur. Sürgünde kurulan Doğu Türkistan Parlamentosu, 60 milletvekilini barındırmakta ve bağımsız bir devlet için çalışmalara, en basitinden vize alamamak gibi bütün engellemelere rağmen devam etmektedir. Tarihi: Doğu Türkistan, 522-744 döneminde Göktürk İmparatorluğuna; 744-840 devresinde Uygur devletine; 751-870 Karluk ve Karahanlılar İmparatorluğuna ve Saidiye Hanlığına merkez olmuştur (1509-1679). 1759 yılında Çin Mançu (Quing) İmparatorluğu’nun işgaline uğramıştır. 1863’te bağımsızlığına kavuşan Doğu Türkistan’da Yakup Han başkanlığında ‘Doğu Türkistan İslâm Devleti’ kurulmuş ve bu devlet; Osmanlılar, İngiltere ve Rusya tarafından resmen tanınmıştır. 1876 yılında Çin-Mançu devletince yeniden işgal edilmiş ve 1884’te Sincan ‘Yeni Toprak’ adıyla Çin İmparatorluğuna bağlanmıştır. 20. asrın başlarında Orta Asya’da oluşan milliyetçilik akımı neticesinde 1933 yılında Kaşgar’da ‘Doğu Türkistan İslâm Cumhuriyeti’ kurulmuştur. Bu Cumhuriyetin ömrü 1937’de sona ermiştir. Doğu Türkistanlı Müslüman Türkler, yaklaşık 250 yıldır Çin egemenliği altında yaşamaktalar. 1949 yılında Mao önderliğindeki komünistlerin Çin’in yönetimini ele geçirmelerinin ardından, Doğu Türkistan üzerindeki baskılar eskisine oranla daha da arttı. Komünist rejim politikası, asimile olmayı reddeden Müslümanların fiziksel olarak imhasına yöneldi. Katledilen Müslüman sayısı 35 milyon gibi inanılmaz bir rakama ulaştı. Halkın hayatta kalabilen bölümü ise büyük baskı ve işkencelere maruz bırakıldı. Doğu Türkistan’ın uzun süre sürgünde yaşayan merhum lideri İsa Yusuf Alptekin, Türkiye’de yayınlanan Doğu Türkistan Davası ve Unutulan Vatan Doğu Türkistan adlı kitaplarında söz konusu baskı ve işkenceleri ayrıntılarıyla anlatır. Ülkedeki Çin mahkemelerinin ‘ceza’ yöntemlerin de son derece acımasızca ve vahşidir. Diri diri toprağa gömmek, öldüresiye dövülen bir insanı çıplak halde karlarda yatırmak, iki 332 ■ İslâm Birliği / Tarihte Günümüzde ve Gelecekte bacağı iki ayrı öküze bağlanan bir insanı ikiye bölmek gibi insanlık dışı cezalar uygulanmıştır. İç Problemleri: Çin, Doğu Türkistan üzerinde yoğun baskılar kurup bölgeyi, nimetleriyle beraber tekeline almak, bölge insanlarını ise asimile etmek niyetindedir. Ayrıca, bölgede dirilmeye çalışan çeşitli direnişçi hareketleri de, terörist faaliyetler olarak adlandırmaktadır. Yüzlerce insan yok yere tutuklanmakta, insanların mal varlıklarına, kuruşu kuruşuna kendileri satın aldıkları halde el konmaktadır. ‘Siyasî görev’ adı altında genç dansçı kızlar alıkonup Çinli askerlerle içki içmeye ve onları eğlendirmeye zorlanmaktadırlar. Ekonomi: Doğu Türkistan 150.000 km2’lik tarım arazisine ve bir o kadar da ekilebilir toprağa sahiptir. Ekili sahalar ülke yüzölçümünün %2.41’ini teşkil etmektedir. Hayvancılığa elverişli otlaklar ise ülke yüz ölçümünün %30,4’ünü oluşturmaktadır. Buğday, mısır, pirinç, pamuk, süpürge darısı, yulaf, arpa gibi ılıman iklimde yetişen tarım ürünlerinin yanı sıra, ‘meyve ve kavun ülkesi’ olarak bilinen Doğu Türkistan’da üzüm, kavun, armut, elma, incir, ceviz ve nar gibi ılıman ilkim meyvelerinin hemen hepsi yetiştirilir. Yetiştirilen tahılların büyük bir kısmını buğday teşkil eder. Buğday üretiminde genellikle Cungarya’da kış buğdayı, tarım havzasında ise yaz buğdayı ekilir. Sanayi: Bütün Çin’de çıkarılan mineral miktarının %78’inin Doğu Türkistan topraklarından çıkartılması ülkenin Çin açısından önemini ortaya koymaktadır. Çin Halk Cumhuriyeti toprakları içinde çıkarılan 148 çeşit madenin 118 çeşidi Doğu Türkistan topraklarında yer almaktadır. Bu madenlerden kömür, petrol, demir, manganez, krom, kurşun, molibden, çinko, berilyum, lityum, niobyum, tantal, sezyum, beyaz mika, asbesttir. Çin Halk Cumhuriyeti’ndeki kömür rezervlerinin 1/3’i Doğu Türkistan’da bulunmakta ve miktarı 2,2 trilyon ton olarak hesaplanmaktadır. Ayrıca bölgede çok zengin petrol ve İpek Yolu’nu canlandırma projesi kapsamında 14 milyon dolarlık bir doğal gaz boru hattının döşenmesi projesi gündemdedir. Sağlık: Çin’in en büyük nükleer merkezi ve deneme alanı Doğu Türkistan’da Taklamakan Çölündeki Lop-Nor Gölü civarında bulunmaktadır. Hükümet hiçbir koruyucu tedbir almaksızın, bölgede nükleer denemeler yapmaktadır. 1964’ten bu yana 11’i yer altında olmak üzere 46 nükleer deneme yapılmıştır. Nükleer denemelerin olumsuz etkileri yüzünden bölge insanları ölümcül hastalıklara yakalanmış, 20 bin özürlü çocuk dünyaya gelmiştir. Nükleer denemeler nedeniyle 210 bin civarında Müslüman ölmüş, binlercesi sakat kalmış, binlercesi de kansere yakalanmıştır. İsrail’in Şeyh Cerrah Mahallesi’ndeki Müslümanları cebren evlerinden çıkarmaya, Doğu Kudüs’te Müslüman bırakmamaya teşebbüsü üzerine gelişen olaylar birçok açıdan soykırım kapsamına girmektedir. Türk Hanlıkları ve Çin arasındaki Doğu Türkistan ■ 333 egemenlik mücadelesi tarihin her döneminde yaşanmış, Türklere karşı Çin seddi inşa edilmiştir. Ancak Doğu Türkistan’ın Çinlileştirilme süreci aslında Çin’in İngiliz sömürgesi döneminde başlamıştır. Kaşgar Hanlığı’nın ortadan kaldırılması, İngiliz teşviki ve sermayesiyle gerçekleşmiştir. Mao’nun maliye bakanı İsrail Epstein başta olmak üzere Komünist Çin’in kilit noktalarında önemli Siyonistler bulunmaktaydı. Doğu Türkistan’a baskı Mao dönemde şiddetlenmiştir. Günümüzdeki Kuşak-Yol projesinin yönetimi de Siyonist Rosthschild ailesindedir. Doğu Türkistan’ın bir tarafı Çin, diğeri Müslüman Türk cumhuriyetleridir. Bu devasa ülkenin Çinlileştirilmesi, Müslümanların yok edilmesine karşı komşu ülkeler pek bir şey yapmamaktadır. Çünkü Çin korkusu Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Pakistan, Afganistan’ı kuşatmıştır. Ancak bu komşular da sessizliğin ağır faturasıyla karşılaştıklarında geciktiklerini anlayacaklardır. Esasen bu ağır fatura peyderpey önlerine gelmekte, karşı stratejiler ortaya çıkmaktadır. Doğu Türkistan’da ne olup bittiğini kısmen Çin’in resmi sitelerinden kısmen de çeşitli sızmalardan öğrenebiliyoruz. Burada eşi, dostu, anne-babası olanların telefonla son görüşmeleri üç-bey yıl öncesinde kaldı. Propaganda ajanları ve sızmalar dışında giden-gelen bilinmemektedir. Buna karşın batı basını yapılan zulmü duyurabilmektedir. Başta ABD olmak üzere Avrupa, Avustralya dâhil genellikle Hıristiyan ülkeler bu soykırımın sona ermesi, sorgulanması, yaptırım uygulanması konusunda önemli girişimler başlatmıştır. Bunların ne kadarının yükselen Çin’e karşı ekonomik çıkarları koruma, ne kadarı insan hakları hassasiyetinden kaynaklandığı önemli değildir. Türkiye açısından bakıldığında İsrail’in hamisi ‘Büyük İsrail’ durumundaki ABD, NATO’da müttefiktir. Başta savunma sanayii olmak üzere siyasî ve ekonomik alanda birçok bakımdan ABD’ye bağımlılık söz konusudur. ‘Büyük İsrail’ ABD’nin Kıbrıs Barış Harekâtı’ndan beri ambargo, düşmanlarımızı kollama, terörü besleme, Türkiye’ye yaptırım uygulama politikalarına karşı savunma sanayiimizde önemli hamleler yapıldı. Ancak bu alanda tam bağımsızlık için aşılması gereken merhaleler bulunmaktadır. Bu gerçeklere karşın İsrail zulmüne zamanında gündeme gelen tepkiler önemlidir. Öte yandan Türkiye’nin, Doğu Türkistan’da Müslümanlara soykırım, tecavüz, asimilasyon uygulayan Çin’e, ABD’ye olanın aksine ciddî bir bağımlılık ve zorunluluğu yoktur. Bütün bu gerçeklere karşın Çin zulmüne karşı ses çıkarılmamakta, Doğu Türkistan’da ne olup bittiğini öğrenmek üzere gönderilecek heyet konusunda dahi müzakereler sürüp gitmektedir. Doğu Türkistan’da milyonlarca Müslüman inançlarından ödün vermeden onlarca yıldan beri yaşama mücadelesi vermekte, şehid olmakta, sakat kalmakta ve Çin’in ezici zulümleri altında kendilerine yardım elini uzatacak kardeşlerini beklemektedir. Bunu yapabilmek için de tüm dünya Müslümanlarının elbirliği, gönül birliği ve güç 334 ■ İslâm Birliği / Tarihte Günümüzde ve Gelecekte birliği ile İslâm Birliği Teşkilatını bütün kurum ve organizasyonları ile tamamlaması gerekmektedir.

HINDISTAN MÜSLÜMANLARI 

Resmî Adı: Hindistan Müslümanları Birliği Başkenti: Bütün Hindistan’a yayılmıştır Nüfusu: 200.000.000. 2021 yılı verilerine göre, Hindistan’da yaşayan Müslümanlar toplam nüfusun %21’ini teşkil etmekte olup büyük eyaletlerde ve şehirlerde dağınık haldedirler. Yüzölçümü: Bütün Hindistan’a dağılmıştır. Tarih: 2021 yılı verilerine göre 1.360.000.000 nüfusuyla dünyanın ikinci büyük insan kaynağına sahip Hindistan’a İslâmiyet 710-711 yıllarında Muhammed b. Kasım es-Sekafî kumandasındaki Arap kuvvetleri tarafından Sind bölgesinin fethiyle girmiş ve İndus vadisindeki Mültan’a kadar ulaşmıştır. Bu bakımdan X. yüzyılın sonlarına doğru başlayan Gazneli akınları Hindistan’daki İslâm fetihleri açısından yeni bir dönemin başlangıcı oldu. Gazneli Mahmud buraya on yedi sefer düzenleyerek pek çok şehri ele geçirdi. Ancak Lahor dışında fethedilen bölgelerde kalıcı bir yerleşim düşünülmemiş, bununla beraber İslâmiyet’in yayılması için zemin hazırlanmıştır. XI. yüzyıl boyunca sadece Lahor’a Orta Asya ve İran’dan çok sayıda ilim adamı ve mutasavvıf gelerek yerleşmiştir. Gazneliler Pencap’ta İslâm dinine güçlü bir dayanak noktası sağlamış ve böylece daha sonraki fetihleri kolaylaştırmışlardır. Lûdîler döneminde uygulanan katı politikalar sonucunda Delhi sultanlığı eski gücüne tekrar kavuştu; özellikle İskender-i Lûdî zamanında (1489-1517) yeni fetihler gerçekleştirildi. İbrâhîm-i Lûdî dönemi ise (1517-1526) genellikle iç kargaşalıklara sahne oldu. 1526’da Bâbür’ün İbrâhîm-i Lûdî’yi mağlûp etmesiyle Delhi Sultanlığı sona erdi ve Bâbürlü İmparatorluğu’nun temelleri atıldı.1 Ülkede İslâmiyet: Hindistan’ın bilinçli Müslümanları, dünyanın değişik yerlerinde yaşayan başka Müslümanların durumları ile daima yakından ilgilenmişlerdir. İslâm gibi, nihaî noktada mensuplarını bir vücut gibi gören bir din göz önüne alınırsa, bu gayet normal olarak değerlendirilebilir. Ancak genelde böyle olsa da, Hindistan Müslümanlarının Türklere karşı yakınlığı çok eskilerden beri hep bir başka olmuştur. O derece ki, Türklerle birlikte ağlamışlar ve onlarla birlikte sevinmişler. Bunun tarihî ve dinî sebepleri vardır. Hindistan’da İslâm’ın yayılması büyük oranda Türkler vasıtasıyla olduğu için, Osmanlıdan çok önce bile yüzyıllar boyu sürecek bu yakın ilginin temelleri Hindistan’da mevcut idi. İstanbul’un fethiyle başlayan ilk temaslar hilafetin Osmanlılara geçmesiyle birlikte yeni bir muhteva kazandı. 1 İslâm Ansiklopedisi, TDV. Hindistan Müslümanları Birliği ■ 335 Fakat 19. yüzyılın ortalarına doğru Hindistan’da İslâm hâkimiyetinin son kalıntıları da ortadan kalkınca, Müslümanlar, Osmanlılara bir başka gözle bakmışlar ve aynı zamanda çok kuvvetli duygusal bir yakınlık hatta hayranlık duymuşlardır. Kardeşleri Osmanlılar hala güçlü bir devlet olarak İslâm’ı temsil ederken, hem de Osmanlı sultanı, halifeleri idi. Böylece Osmanlı’nın varlığında manevî bir sığınak bulurlarken, aynı zamanda kaybettikleri itibar ve hâkimiyet için de bir teselli duyuyorlardı. 1857’yi takip eden yıllarda Osmanlılarla İngilizler arasındaki iyi ilişkiler, Hindistan Müslümanlarına, bu duygularını açıkça sergileme imkânı veriyordu. Ancak 1870’lerin ortalarından itibaren artık Hindistan Müslümanları için paradokslar başlayacaktı. Öyle ki, bir taraftan İngilizlerle aralarındaki şüphe ve tereddütler kaybolurken, diğer taraftan Osmanlı-İngiliz ilişkileri yavaş yavaş soğumaya başlamıştı. Bu birbirine zıt gelişmelerden en fazla etkilenen tabiatıyla Hindistan Müslümanları olacaktı. Bir yandan siyasî otoriteleri İngilizler, diğer yanda da manen bağlı oldukları halifeleri vardı. Ancak ne yazık ki, Hindistan Müslümanları için bu ikilem bundan sonra hep devam edecekti. Zira, kendileri açısından içinde bulundukları şartlarda bir tercih yapmaları ve bir tavır koymaları mümkün görünmüyordu. Ayrıca Hindistan gibi bir ülkede, çoğunluk olan Hinduların arasında toplum olarak varlıklarını devam ettirebilmek için İngilizlere bağlı olmaktan başka bir yol göremiyorlardı. Fakat aynı zamanda da Osmanlı devletinin varlığı, Hindistan Müslümanlarının dinî-millî gurur ve haysiyetleri için adeta vazgeçilmez konumdaydı. Aydınların birçoğu bunda bir çelişki görmediler veya en azından görmek istemediler. Bunlara göre, bu iki merkez nitelik olarak birbirlerinden farklı idi, dolayısıyla pekala bir arada düşünülebilirdi. Bununla birlikte, azınlıkta da olsa, Seyid Ahmed Han gibi bazı önde gelen isimler bu görüşe katılmıyorlardı. Onlara göre, Osmanlı hilafetinin meşruluğunu tasdik edip, onu manevî otorite olarak kabul etmek, açıkça siyasî otoritenin sınırlarını ihlal etmek demekti. Ancak XX. yüzyılın başlarından itibaren Seyid Ahmed Han’ın yetiştirdiği, Aligarh kolejinin eski talebeleri bile, üstadlarından farklı düşünecek ve çoğunlukla birlikte açıktan Osmanlılar’ı desteklemeye başlayacaklardı. Böylece, Ali Numanî, Abdulbarî ve Ebul Kelam Azad gibi ulemâ ile birlikte, neredeyse Osmanlılar’ ın sözcüleri haline geldiler. Bu andan sonra, Hindistan Müslümanları ile Osmanlılar arasındaki ilişkilerin siyasî karakterler de taşıması, daha çok bu isimler dolayısıyla olmuştur. Bu da tabiatıyla İngiliz-Hindistan hükümetinin hiç de hoşuna gitmemiştir. Esasen, özellikle 1877-78 Osmanlı-Rus harbinden sonra, İngiltere, Hindistan’daki Panİslâmcı gelişmeleri dikkatle takip etmiştir. Bundan önce ise, hem kendi hâkimiyetini tesis etmede faydalanmak üzere, hem de Asya’daki Rus emellerini frenlemek için, İngiltere hilafetin Hindistan’daki nüfuzunu arttırmasını müsamaha göstermiş hatta teşvik etmiştir. Bununla birlikte, İngilizler her zaman için bu siyasetin, yani hilafet ve Pan-İslâmizmin iki tarafı keskin bir bıçak olduğunu ve bir gün kendilerine karşı da kullanılabileceğini biliyorlardı. Üstelik bu endişelerin 336 ■ İslâm Birliği / Tarihte Günümüzde ve Gelecekte haklılığını göstermek için, 1857 Hindistan ayaklanmasının hatıraları olduğu gibi, zaman zaman rapor edilen sözde Osmanlı entrikaları vardı. Bu çeşitli endişeler neticede İngilizler’ in, Osmanlı siyasetinde, Hindistan Müslümanları faktörünü gündeme getirdi. Değişik zamanlarda Hindistan Genel Valileri tekrar tekrar Londra’ yı uyararak, en azından İngiliz çıkarları için Hindistan Müslümanlarının Osmanlılarla ilgili ümit, hassasiyet ve beklentilerinin dikkate alınmasını istemişlerdir. Ancak, zaman zaman Hindistan Müslümanları faktörünün mübalağa edildiği de bir gerçektir. Bununla birlikte, İngiliz politikacıları yine de kendilerine ‘Osmanlı politikamızı Hindistan Müslümanlarının isteklerine göre mi tayin edeceğiz?’ sorusunu sormaktan kendilerini alamamışlardır. Bu sorunun cevabı, çoğu kere ‘hayır’ olmuştur. Fakat İngilizlerin bu faktörü bazen göz önüne almak zorunda kaldıklarını da belirtmek gerekir. Öte yandan, Osmanlıların Hindistan Müslümanlarına yaklaşımı genelde pragmatik olarak değerlendirilebilir. Tabiatıyla Osmanlıların önündeki en önemli mesele, imparatorluklarının korunması ve yaşaması idi. Bu yüzden bir yandan Hindistan Müslümanlarının malî ve moral desteğini beklerken, diğer taraftan da İngiliz politikasını etkilemek için onları bir baskı grubu olarak harekete geçirmeye çalışmışlardır. XIX. yüzyılın şartlarında zaten başka bir beklenti veya alternatif de mevcut görünmemekteydi. Bu konuda batıda ve doğuda yapılan bir çok spekülasyonun aksine, Osmanlılar pekala biliyorlardı ki, ellerindeki güç ve imkânlarla Hindistan Müslümanlarını siyasî veya askerî bir mücadele için İngilizlere karşı topyekûn harekete geçebilmeleri mümkün değildi. Kaldı ki, bu zaten bizzat sultan II. Abdul Hamid’in ifadesiyle onları kırdırtmaktan başka bir şey olamazdı. Bununla birlikte, bazen böyle görünerek, bir bakıma ‘blöf’’ yaparak, İngilizlerle ilişkilerinde pazarlık unsuru olarak kullanmaya çalışmışlardır. Son olarak, Hindistan Pan-İslâmizmi’nin belki de en ilgi çekici özelliklerinden birisi, bazı vesilelerle ifade edilen şiddetli tepkiler bir yana, genelde İngiltere’ye karşı radikal ve saldırgan bir karaktere sahip olmamasıdır. Fakat altı çizilerek belirtilmelidir ki, Hindistan’daki Pan-İslâmcı ve Osmanlıcı tavır ve faaliyetler, Müslümanlar arasında dinî-millî kimliğin gelişmesinde son derece önemli bir rol oynamış ve sonunda bağımsızlık fikrinin oluşmasına büyük katkı sağlamıştır. Belki de tarihlerinde ilk defa bütün Hindistan Müslümanlarının üzerinde ittifak ettiği bir tek şey Osmanlılara ve Şiîsi, Sünnîsi, zengini, fakiri, sade vatandaşı veya aydını herkes bu meselede el ele vermiştir. Daha da önemlisi, nihaî noktada Hindularla-Müslümanları, İngilizlere karşı birleştiren husus da Osmanlı faktörüdür ve bu faktör bütün Hindistanlıların bir araya gelebildiği genel platform fonksiyonu ifa etmiştir. Hindularla Müslümanlar arasındaki bu kısa, fakat son derece verimli işbirliğinin 1924’de hilafetin ilga olmasından hemen sonra bozulması, Osmanlı faktörünün Hindistan siyasî tarihindeki önemini ve yerini açıkça ortaya koymaktadır. Buna mukabil, 1924’den sonra Türkiye’nin milletlerarası platformda müsbet Hindistan Müslümanları Birliği ■ 337 kamuoyu desteğini yeterince görememesi ve bunun eksikliğinin daima hissedilmesi de, bu alanda Hindistan Müslümanları faktörünün ne kadar önemli olduğunu yine açıkça gösterecektir.1 Hindistan’da bütün Hintlilerin hakları için mücadele etmek üzere 1885’te kurulan Hindistan Millî Kongresi’nin giderek bir Hindu partisine dönüşmesi Müslüman aydınları harekete geçirdi ve Hindistan Müslümanları Birliği kuruldu. Kısa sürede de ülke geneline yayılan millî bir hareket haline geldi. Hareketin varlık sebebi Müslümanların dinî, kültürel ve tarihî değerler açısından Hindulardan farklı olmaları dolayısıyla ayrı temsil edilmeleri gerektiğine inanılmasıdır. 1857’deki Hint ayaklanmasının sorumlusu görülen Müslümanlar hemen her alanda baskıya maruz kaldılar ve çoğunluğu teşkil eden Hinduların karşısında bütün siyasî, ekonomik ve kültürel imtiyazlarını kaybettiler. Bu şartlar altında bağımsız varlıklarını sürdürebilmenin yollarını aramak için yeni oluşumlar teşkil etmeye başladılar. Bunların içinde, Seyyid Ahmed Han’ın önderliğini yaptığı İngilizlerle uzlaşmayı savunan Aligarh ekolü en etkilisiydi. Aligarh ekolü mevcut şartlar altında hemen siyasî bir karakter kazandı ve Hindistan Kongre Partisi’nin bir Hindu partisi hüviyetine bürünmesi karşısında yeni bir tavır takınılmasını istedi. Kısa zamanda Müslüman aydınlar arasında genel kabul gören bu anlayışla 1906 sonbaharında Leknev ve Simla’da toplanan önderler, Nevvâb Muhsinü’l-Mülk ve III. Ağa Han tarafından çerçevesi çizilen yeni bir siyasî parti kurma fikrini tartıştılar. Daha sonra Nevvâb Salimullah bu amaçla bir proje hazırladı ve Aralık 1906’da Müslüman Eğitim Konferansı için Dakka’da toplanmış bulunan önderler Hindistan Müslümanları Birliği’nin kurulduğunu ilân ettiler; Ağa Han başkanlığa, Muhsinü’l-Mülk ile Vikârü’l-Mülk de sekreterliklere getirildiler. Amacını ‘Hindistan Müslümanlarının siyasî haklarını koruma ve geliştirme’ olarak açıklayan birlik kısa sürede toplumun hemen her kesiminde benimsendi ve Müslümanlara örgütlü bir biçimde kendi düşüncelerini açıklama fırsatı verdi. Aralık 1907’de Karaçi’de yapılan ilk kongrede tüzüğü kabul edildi; 1908’de de Emîr Ali tarafından Londra şubesi kuruldu. Birlik idarî, malî ve icraî olmak üzere üç ayrı birim halinde faaliyet göstermeye başladı. Genelde faaliyetler sekreterler tarafından organize ediliyordu. Malî kaynak ise büyük oranda halkın bağışlarından oluşuyordu. Hindistan Müslümanları Birliği uzun süre siyasî alanda umduğu etkiyi gösteremedi. Hatta bütün gayretlerine rağmen çok kötü sonuçlar doğuran Bengal Müslümanlarının kazandıkları müstakil statülerinin iptal edilmesini (1911) dahi önleyemedi. Bu durum, teşkilâtta daha heyecanlı ve radikal grupların ağırlıklarını hissettirmesine yol açtı. Böylece birliğin amacı sadece siyasî hakları korumaktan çıkarak özerklik arayışlarını da kapsadı. Ulemanın da desteğini alan bu eğilim İslâm’ı doğrudan referans olarak değerlendirmeye başladı. Bu durum, kaçınılmaz biçimde 1 Osmanlı Devleti, Hindistan Müslümanları ve İngiltere, Azmi Özcan 338 ■ İslâm Birliği / Tarihte Günümüzde ve Gelecekte özellikle Osmanlı devleti ile İngiltere’nin çatışmaları konusunda heyecana sebebiyet veriyordu. Nitekim I. Dünya savaşı ve sonrasında yaşanan gelişmeler Osmanlı hilâfetinin dinî- siyasî haklarını koruma amacıyla ortaya çıkan Hindistan Hilâfet Hareketi’ni doğurdu (1918-1924). Bu hareket, fiilen Hindistan Müslümanları Birliği üyeleri tarafından organize edilerek yaygınlaştırıldı ve bu dönemdeki faaliyetler birliğin adından çok Hilâfet Komitesi adıyla yürütüldü. Hindistan Müslümanları, Türkiye’de hilâfetin kaldırılması üzerine (1924) tekrar kendi iç meseleleriyle ilgilenmeye ve Hindistan Müslümanları Birliği’ni canlandırmaya çalıştılar. Muhammed Ali Cinnah teşkilâtı yeniden organize etti. Ancak yaşanan toplumsal olaylar ve Hindu-Müslüman çatışmaları gündemi kaplamaya başlamıştı. Artık Hindistan toplumu Hindu ve Müslüman olarak kesin bir şekilde ikiye ayrılmış ve bunların bir arada yaşamaları neredeyse imkânsız hale gelmişti. Müslümanlar Birliği ve Hindistan Millî Kongresi’nin çözüm arayışları rağbet görmüyor ve zaman zaman ortaya atılan karşılıklı teklifler reddediliyordu. Bu karışıklık içerisinde birlik bir ara ikiye ayrıldı fakat kısa süre sonra Hindu tehditlerine karşı tekrar birleşti (1928) ve Muhammed Ali Cinnah liderliğinde giderek bağımsızlık ve müstakil Müslüman vatanı arayışlarını dile getirmeye başladı. Bu istekler Aralık 1931’de resmen ilân edildi. 1930’lu yıllarda şiddetlenen Hindu-Müslüman çatışmaları birliğin yöneticilerini isteklerini daha kararlı biçimde ifade etmeye yöneltti. Hindu çoğunluğun arasında eşit şartlarda yaşamanın mümkün olamayacağı iddiasıyla Mart 1940’ta açıklanan Lahor kararları çerçevesinde Hindistan’ın tam bağımsız iki devlete ayrılması savunuldu. Hindu basınının ‘Pakistan Kararı’ adını verdiği bu kararla Hindistan’ın kuzey-batısıyla doğusundaki Müslümanların çoğunlukta bulunduğu bölgelerde bir İslâm devletinin kurulması öngörülüyordu. Kongre Partisi de bunu kabul etti. Bu tarihten sonra Hindistan Müslümanları Birliği’nin en büyük hedefi Pakistan’ın kuruluşunu gerçekleştirmek oldu. Nihayet İngiltere hükümeti 3 Haziran 1947’de Hindistan’ın bölünmesini resmen kabul etti. Böylece 14 Ağustos 1947’de bağımsız Pakistan devleti ilân edilerek yönetimi Hindistan Müslümanları Birliğine bırakıldı. Hindistan Müslümanları Birliği, milyonlarca insanı aynı hedefe yöneltmeyi başarmıştır. Muhammed Ali Cinnah’ın üstün kişiliğinde etkin bir yönetime kavuşan birlik uzun mücadeleler sonucunda amacına ulaşmış, fakat O’nun ölümüyle çok kısa sürede çeşitli gruplara bölünerek siyasî hayattaki etkinliğini kaybetmiştir. 2021 yılının son günlerinde Hindistan’ın 220 milyon nüfuslu en büyük eyaleti olan ve 60 milyon Müslüman’ın yaşadığı Uttar Prodeş eyaletinde konuşan radikal BJP parti sözcüsü bir Hindu lider, Müslüman ve Hıristiyanların yeryüzünden silinmesi gerektiğini söyledi.1 1 Mepa News, (31 Aralık 2021 Erişimi) Kalmukya ■ 339

KALMUKYA

Resmi Adı: Kalmuk Özerk Cumhuriyeti Başkenti: Edisa Nüfusu: 1.000.000 Yüzölçümü: 75.900 km2 Etnik Yapı: Kalmuklar nüfusun %53,3’nü oluşturmaktadır. Ruslar %33,6, Darginler 7.295 ya da %2,5, Çeçenler 5.979 ya da %2, Kazaklar 5,011 ya da %1,7, Türkler 3,124 ya da %1,1, Ukraynalılar 2.505 ya da %0,9, Avarlar 2.305 ya da %0,8, Almanlar 1.643 ya da %0,6. (2002) Coğrafya: Doğuda kendi dillerindeki Oyrat ve Çungar, batıda Müslüman Türklerin verdiği Kara Kalmuk/Kalmık/Kalmak adlarıyla tanınırlar. Kalmuk adının Orta Asya’da Teleüt Türkleri için de kullanılmasından (Ak Kalmuk) etnik bir tabir olmadığı anlaşılmaktadır. İslâm kaynaklarınca benimsenen bir halk etimolojisine göre isim dinle ilgilidir ve batı Moğolları ile Teleüt Türklerine Şamanist kaldıkları için ‘Kalmak’ mastarı alem olmuş, aynı şekilde İslâm’a giren Dunganlar’a da bu isim İslâm’a döndükleri için verilmiştir Din: Müslüman %50, Budistler %30, Hıristiyan %20 Dil: Kalmukça, Kazakça Tarih: Kalmuklar, Cengiz han zamanında Baykal gölünün batısına kadar uzanan ormanlarda ve Altay dağlarının eteklerinde yaşamaktaydılar. Daha sonra bunların bir kısmı Cengiz Han’ın torunu Hülâgü ile birlikte batıya gidip İlhanlı devletinin kuruluşuna yardım etti. Diğerleri ise önce Hülâgü’nün kardeşi Kubilay Han’ın yönetiminde Çin’in fethine ve burada bir Moğol devletinin (Yüan Hânedanı) kurulmasına katkıda bulundular. Bu devletin yıkılıp (1368) bütün Moğollar’ın ülkeden çıkarılmasından sonra da Moğolistan’a dönerek Oyrat veya Kalmuk Hanlığı adıyla anılan büyük bir göçebe imparatorluğu kurdular. Oyrat Hanlığı’nın kurucusu Togan (Togon) Han (1416-1439), bu devleti bir imparatorluk haline getiren ise oğlu Esen Tayşi’dir. Çin’den Moğolistan’a dönen Moğollar iki ayrı liderin idaresinde iki gruba ayrılmışlardı; bunlar Çoros (Ölet), Hoşut, Dörbet ve Torgutlar’dan oluşan Oyratlar’la (Batı Moğolları) Halhalar (Doğu Moğolları) idi. Oyratlar’a, Cengiz Han zamanında imparatorluk ordusunun sol kanadını teşkil ettikleri için Moğolca’da “sol el” anlamına gelen Cengi (sol) Gar (el) da deniliyordu. Bu tabir sonraları Cungar’a dönüştürülerek özellikle Çoroslar için kullanılmış ve yoğun biçimde yaşadıkları Sinkiang’ın kuzey kesimine Cungarya adı verilmiştir. 1416’da bütün Oyratlar’ı bir devlet otoritesi altında toplayan Togan Han önce Müslüman Çağatay hanlığına saldırdı ve Muhammed Veys Han’ı üç defa üst üste mağlûp ederek topraklarının büyük bir kısmını ele geçirdi. Togan Han 1434’te 340 ■ İslâm Birliği / Tarihte Günümüzde ve Gelecekte devamlı surette savaştıkları Halhaların lideri Arugtay’ı öldürdüyse de halkına baş eğdiremedi. Bunu 1439’da yerine geçen oğlu Esen Tayşi başardı ve bütün Moğollar’ı yönetimi altında birleştirerek Oyrat hanlığını Çin İmparatorluğu’nun karşısındaki en büyük güç haline getirdi. Önceleri Çin topraklarına devamlı akınlar düzenleyen Esen Tayşi 1447’de Türkistan’a dönerek Özbek hanı Ebülhayr Hanı vergiye bağladı; arkasından İli Kazaklarını yurtlarından atıp akınlarını batı Sibirya’nın Tobol ve İşim bölgelerine kadar uzattı. 1449’da ise tekrar güneydoğuya yöneldi ve Ming hânedanından İmparator Ying-tsung’u esir aldı; onu serbest bırakma karşılığında da Çin’i vergiye bağlayıp kapılarını ticarete açtırdı. Devletin sınırlarını Sinkiang ve Çin Seddi’nden Balkaş gölüne kadar genişletmeyi başaran Esen Tayşi’den sonra Oyrat-Halha savaşları yeniden başladı ve Moğol birliği dağıldı. Her ne kadar Dayan Han birliği tekrar kurduysa da bu devamlı olmadı ve onun ölümünden sonra devlet çeşitli Oyrat ve Halha beyliklerine bölündü. 1604’te Horluk adlı bir Torgut beyi önce Hârizm’i istilâ etti; ardından 1618’den 1632’ye kadar süren göç dalgaları halinde kendi ulusunu batıya, İdil (Volga) boylarına taşıyarak orada İdil Kalmukları hanlığı’nı kurdu (1632). Yaklaşık aynı yıllarda Hara Hula adlı başka bir bey de doğuda, Cungarya’da eski Oyrat Hanlığı’nı yeniden canlandırdı. Cungar hanlığı adıyla tanınan doğu Kalmuklarının önemli hükümdarlarından Galdan Han, Halhaları da egemenliği altına alarak 1682’de Kâşgar’ı ve arkasından bütün Moğolistan’ı fethetti. Ardından gelen Sevang Rabdan (1697-1727) ve Galdan Sereng (1727-1745) Taşkent dâhil bütün Orta Asya’yı ele geçirerek devleti en geniş sınırlarına ulaştırdılar. Fakat daha sonra ortaya çıkan dâhilî kargaşalıktan faydalanan Çin İmparatoru Çienlong birkaç yıl içerisinde Cungar egemenliğine son verdi ve asker-sivil 500.000’den fazla kişiyi kılıçtan geçirerek Cungar halkını ortadan kaldırdı (1758). Batıdaki İdil Kalmukları ise sırasıyla hüküm süren Horluk, Dayçin, Bunçuk ve Ayuke’nin hanlıkları sırasında bir yandan Kırım hanlığı, bir yandan Rus Çarlığı ile savaşarak bağımsızlıklarını korudularsa da 1724’te Rusya’ya bağlandılar. Bunların 300.000 kadarı 1770’te siyasî bir oyuna getirilen son hanları Ubaşi’nin önderliğinde eski yurtları Cungarya’ya geri gönderildi. Ancak bu hareket bir felâkete dönüştü ve yola çıkan Kalmuklar Müslüman Kazaklar tarafından Balkaş gölü çevresindeki çöllere sürülerek orada çetin tabiat şartlarında imha edildiler; sadece 70.000 kadarı Cungarya’ya ulaşabildi ve artık buranın hâkimi olan Çinlilerden mülteci muamelesi gördü. Ubaşi’nin göçünden sonra geride kalan Kalmuklar Pugaçev ayaklanmasına (1773-1774) katıldılar. Ayaklanmanın bastırılmasının ardından sayıları 50.000 civarında olan Kalmukların yerleşim merkezlerine 10 kilometreden fazla yaklaşmaları yasaklandı. XIX. yüzyılın sonlarında bunların Sünnî Müslümanlığı benimseyen küçük bir kısmı Orta Asya’ya göç etti ve Isık Göl civarına yerleşerek Sart (sert) Kalmuk adıyla tanındı. Karakalpakistan ■ 341 Aşağı İdil bozkırlarında göçebe hayatı süren İdil Kalmukları, 4 Kasım 1920’de Astarhan yöresinde Rusya’ya tabi özerk bir Kalmuk bölgesi (oblast) kurulması için izin aldılar. Rusya, 20 Ekim 1935’te Kalmukya denilen bu özerk bölgeyi Kalmuk Otonom SS C adı altında Sovyetler Birliği’ni oluşturan cumhuriyetlerden biri haline getirdi. Toprakları kuzeyde İdil nehri, batıda Don Kazakları arazisi, güneyde Dağıstan Cumhuriyeti ve doğuda Hazar deniziyle çevrilmişti. Ancak II. Dünya savaşı sırasında Kalmukları Almanlarla iş birliği yapmakla suçlayan Stalin cumhuriyetlerini ilga ederek doğu Sibirya’daki çalışma kamplarına sürdü (1943); arkasından da Kalmukya topraklarına Rusya’nın iç bölgelerinden getirilen Ruslar yerleştirildi. 1958 yılında Sovyetler Birliği’ndeki diğer ‘cezalı milletler’ gibi Kalmuklar da geri döndüler ve eski statülerine kavuştular. KARAKALPAKISTA Resmî Adı: Karakalpakistan Özerk Cumhuriyeti Başkanti: Nukus Önemli Şehirleri: Ürgenç, Hoziyli, Hîve ve Çimbay’dır.1 Yüzölçümü: 165.642 km2 Nüfusu: 1.817.500 (1995) Etnik Durum: Karakalpaklar (Tudzit) %33, Özbekler %30, Kazaklar %27, Ruslar %5, Türkmenler %3,. Tatarlar %1 Dil: Karakalpakça, Özbekçe ve Rusca. Tarih: Karakalpaklar 6. yüzyılda Oğuz, Kıpçak ve Peçenek gibi Türk boylarının karışması sonucu ortaya çıkmış bir topluluktur. Selçukluların önderliğinde Oğuzlar İran üzerinden Anadolu ve Ortadoğu’ya yayılırken Karakalpakların bir kısmının bunlara katıldığı, ancak çoğunluğun Aral gölü civarında kaldığı bilinmektedir. Ruslara yaptıkları yardımın karşılığı olarak da Ukrayna topraklarında Dinyeper nehri civarı onlara verilmiştir. Karakalpaklar, yüzyıllarca Türk göçüne sahne olan Aral gölü-Ural dağları arasında yayılarak yaşamışlardır. 11. yüzyıldan sonra Kuman-Kıpçak akınları neticesinde daha da çoğalmışlar ve Selçukluların hâkimiyeti altına girmişlerdir. 19. yüzyılda Büyük Moğol hanlığına tabi olan Karakalpaklar, Altın Orda devleti tarih sahnesinde yerini aldığında onların hâkimiyetine girdiler; bu devlet yıkılınca ortaya çıkan Nogay hanlığı bünyesinde kaldılar. 16. yüzyılda bağımsızlıklarına kavuşunca bu defa doğrudan doğruya kendi adlarıyla tarihî kayıtlarda geçmeye başladılar. Bu devirde Aral gölünün doğusuna Siriderya (Seyhun) vadisine yerleştiler. Buhara Emirliği’ne tabi olarak yaşarlarken Kazakların baskısıyla kuzeye göç ettiler. 16- 18. yüzyıllar arasında Aral gölünün güneyini yurt tuttular. Bu bölge Hîve Özbek 1 İslâm Ansiklopedisi, TDV. 342 ■ İslâm Birliği / Tarihte Günümüzde ve Gelecekte hanlığının kontrolü altındaydı. Bağımsızlıklarını kazanmalarına rağmen birlik oluşturamadılar. 1722’de Karakalpak Hanı Ebü’l-Muzaffer Saâdet İnayet Muhammed Bahadır ile Çar Petro arasında bir antlaşma yapıldı. 1743 yılında Kazaklar Karakalpakların topraklarını ele geçirdi. Karakalpaklar siyasî varlıklarını tamamen kaybederek farklı yerlere dağıldılar. Bir grup Taşkent’in batısına doğru gelirken diğer grup Aral gölü taraflarına göç etti. Uğradıkları bu istilâ karşısında Rus Çarı Deli Petro’dan yardım isteyen Karakalpaklar herhangi bir cevap alamadılar. Karakalpaklar ikiye ayrılmalarından sonra 18. yüzyıl kaynaklarında Yukarı ve Aşağı Karakalpaklar diye anıldılar. 18. yüzyılda Taşkent tarafına göçenleri Buhara hâkimiyeti, Aral gölü tarafına gidenleri ise Kazakların etkisi altına girdiler. Kazakların Rus nüfuz alanına girmesi Karakalpakları da etkiledi. Diğer taraftan 1754’te Seyhun’un orta bölgelerinde yaşayan 6000 kadar Karakalpak ailesi Buhara Emirliği’nin himayesine girerek Zerefşan vadisine yerleşti. 18. yüzyılın ikinci yarısında Aşağı Karakalpaklar, bulundukları yerden ayrılarak bugün yaşadıkları Amuderya (Ceyhun) nehri deltasına gelip yerleştiler. Bunlar 1811’de Hîve Hanlığı idaresine girdiler. Fakat burada baş kaldırarak 1827’de Kongrat şehrinin kontrolünü ele geçirdiler. Reisleri han unvanını aldı ve Kazak nehri kıyısında kendine bir kale inşa ettirdi. Ruslar 1873’te Hîve Hanlığı’nı işgal edince Karakalpaklar da onlara bağlandı. 1916’da Orta Asya Müslümanlarının başlattığı isyan sırasında Ruslardan korkan Karakalpaklar Amuderya deltasına sığındılar. 1917 Bolşevik İhtilâli’nin ardından Amuderya’nın sağ yakasında oturan Karakalpaklar 1918’de ilân edilen Özerk Türkistan Cumhuriyeti’ne dâhil edildiler. Sol yakasında oturanlar 1920 yılına kadar Hîve Hanlığı’na bağlı kaldılar. Karakalpak toprakları 1920’de Rusların hâkimiyeti altına girdi. 1924’te Sovyetler Birliği’ne dâhil edildikten sonra millî sınırların belirlenmesi neticesinde 11 Mayıs 1925’te Rusya Federasyonu’nda teşkil edilen Kazakistan Özerk Cumhuriyeti için Ceyhun’un her iki kenarında Karakalpak özerk vilâyeti oluşturuldu. 20 Mart 1932’de Karakalpak özerk vilâyeti Kazakistan’dan ayrılarak Rusya federasyonuna bağlı Karakalpak Özerk Cumhuriyeti’ne dönüştürüldü. Karakalpak toprakları 1936’da Özbekistan SSC’ne devredildi. O zamandan günümüze kadar bu cumhuriyetin içinde özerk konumunu muhafaza etmektedir. 1989’dan itibaren Karakalpak milliyetçileri, Özbek hükümetine Özerk Karakalpak Cumhuriyeti kurmak istediklerini bildirdiler. 1990’da Karakalpak yönetimi özerk cumhuriyet ilân etti. Özbekistan, 31 Ağustos 1991 tarihinde bağımsızlığını kazandıktan sonra Özbek milliyetçileri Karakalpakların başlattığı hareketi bastırmaya çalışmakla beraber halen Karakalpaklar muhtar vaziyetlerini sürdürmektedirler. Ayrıca Afganistan’da da 2000 kadar Karakalpak bulunmaktadır. Karakalpakça adı verilen topluluğun dilinin Türk dilleri grubundan Kıpçak ya da Kıpçak-Nogay alt grubuna dâhil olduğu söylenebilir. En yakın olduğu diller Nogay ve Kazak dilleridir. Kuzeydoğu ve güneybatı olmak üzere iki ana lehçe grubuna ayrılır. Bunun dışında Kazakça, Türkmence ve Özbekçe’den etkilenmiş lehçeleri vardır. Modern Keşmir ■ 343 edebî dil ise Sovyet döneminde geliştirilmiştir. Yazılı edebiyatta geliştirilen dil kuzeydoğu lehçesine dayanmaktadır. Kelime hazinesinin esas itibariyle Kıpçakça’ya dayandığı Karakalpakça’ya Arapça ve Farsça kelimeler de girmiştir. Çince’den de bazı kelimeler alınmıştır. Son zamanlarda ise gittikçe artan oranda Rusça’nın ağırlığı hissedilmektedir. Karakalpakça ilk defa Sovyet döneminde bir yazı dili haline geldi. Önce Arap harfleri geliştirilerek kullanıldı (1924-1932). 1928’de, 1932-1938 arasında ve 1938- 1940 yıllarında Latin alfabesine geçilmeye çalışıldı. 1940-1957 arasında Kiril alfabesi kullanıldı. Karakalpaklar, Orta Asya’da yaşayan Türk gruplarının en küçüklerinden biri olmakla beraber kimliklerini korumak için yoğun gayret içindedirler. Din: Hanefî mezhebine mensup olan Karakalpakların İslâm dinini ne zaman kabul ettikleri tam olarak bilinmemektedir. Büyük ihtimalle farklı bir boy haline geldikleri 10-13. yüzyıllarda bu dini benimsemişlerdir. Başta Kübreviyye olmak üzere bölgede oldukça etkili birçok tarikat vardır. 1924’te 553 cami mevcutken son zamanlarda ancak on caminin ibadete açık olduğu tahmin edilmektedir. Karakalpakistan aynı zamanda Orta Asya’daki tasavvufi tarikatların önemli merkezlerinden biridir. Karakalpaklardan Türkiye’ye göç etmiş olanlar da vardır.1 İdari Yapı: Amuderya, Beruni, Çimbay, Kanlıgöl, Konurat,Karaozak, Sumanay, Tahtaköpir, Dörtgöl, Hocayli, Moynak, Nukus ilçeleri olmak üzere 14 ilçe merkezi bulunmaktadır. KEŞMI Resmî Adı: Üç Parçaya Bölünmüş Keşmir (Keşmir İslâm Cumhuriyeti) Başkenti: Srinagar, Cammu, Muzafferabad. Önemli Şehirleri: Cammu kışlık merkezdir ve güneyde yer almaktadır. Yüzölçümü: 222.236 km2 Nüfusu: İngilizlerin bölgeyi terk ettiği tarihlerde, Keşmir’de halkın tamamı Müslüman’dı. Ancak yıllarca devam eden soykırım sonucunda, Cammu-Keşmir bölgesinin güneyinde Müslümanların oranı %70’e düşürülmüş, Çin Keşmir’inden ise bilgi alınamamaktadır. Bugün, Pakistan’ın kontrolü altındaki topraklarda 2 milyon, Hindistan’ın kontrolü altındaki topraklarda 6 milyon, Çin kontrolündeki topraklarda yaklaşık 9 milyon insan yaşamaktadır. Bu nüfusun 8 milyondan fazlası Müslüman’dır. Ancak günümüzde bir avuç azılı azınlık, Müslüman çoğunluğa zorla hükmettirilmektedir. 1 www.enfal.de (Kasım-2021 Erişimi) 344 ■ İslâm Birliği / Tarihte Günümüzde ve Gelecekte İnsan hakları ve BM ise, bu haksızlığa göz yummakta ve hatta içten içe de desteklemektedir.1 Dil: Urduca ve Keşmir dili. Din: İslâmiyet’in yayılmasını ve İslâm kültürünün bölgeye yerleşmesini büyük ölçüde, 14. yüzyılın sonlarına doğru buraya gelmeye başlayan Mîr Seyyid Ali Hemedânî ve oğlu Mîr Seyyid Muhammed gibi Kübrevî şeyhleriyle Beyhaki seyyidleri etkiledi. Bu yolla bölgede yeşeren tasavvuf kültürü, yerli halk geleneğiyle de etkileşerek bölgeye has bir tasavvuf ekolünün ortaya çıkmasına zemin hazırladı. Şeyh Nûreddin Rişhi’nin başlattığı bu ekolün mensupları Hindular gibi et yemiyor, nefsi ıslah üzerinde duruyor ve hatta bazıları hiç evlenmiyordu. Rişhi tarikatına mensup müridler Hindu köylerine yerleşerek yaşadıkları benzer hayat tarzlarıyla halkın İslâm’a ilgi duymasını sağladılar. Keşmir’de Sühreverdiyye etkisiyle Şiî İslâm anlayışı da yaygınlık kazandı. Burada yaşayan önemli Şiî tebliğcilerinin başında, 1481’den 1486’ya kadar Sultan Hüseyin Baykara’nın elçisi olarak Keşmir’de bulunan ve bu sürede Nurbahşiyye tarikatının yanı sıra gizliden gizliye İsnâaşeriyye Şiîliği’nin yayılmasına da çalışan Mîr Şemseddin Irâkî gelir. Keşmir’e dönen Mîr Şemseddin vefatına kadar Srinagar’da yaşamış, bu arada birçok Budist köyünün İslâmlaşması’nda etkili olmuştur. Daha sonra Bâbürlü Fethi’nin ardından Semerkant’tan gelip Keşmir’e yerleşen Nakşibendî şeyhi Hâce Hâvend Mahmûd Lâhûrî ile O’nun arkasından oğlu Muînüddin’in önderliğinde Sünnî anlayışın yayılması için faaliyet başlatıldı. Bunların takipçisi olan Şeyh Ahmed-i Sirhindî, Muhammed Sâdık Hemedânî Keşmîrî, Şeyh Mehdî Ali ve Hacı Yûsuf Keşmîrî gibi tanınmış müridleri bu faaliyeti sürdürdüler. Keşmir’e göç eden Kâdirî şeyhlerinden Molla Şah Muhammed Bedahşîde Bâbürlü şehzadesi olan müridi Dârâ Şükûh’un belirttiğine göre Keşmir’de Sünnî İslâm anlayışının yaygınlaşmasında önemli rol oynamıştır.2 Coğrafî Durumu: Keşmir, dünyanın en yüksek sıradağlarını oluşturan Himalayalar üzerinde yer alır. Bölgede 3000 m.’nin üzerindeki yüksek dağlar, daima karlarla kaplıdır. Pakistan için hayati önem taşıyan akarsuların bir kısmı (İndus ırmağı), Keşmir topraklarından kaynağını alır. Hindistan ise, bu avantajını daima bir tehdit unsuru olarak kullanagelmektedir. Karlarla kaplı sıradağların ortasında İndus vadisi ve 1500 m. yükseltideki Keşmir vadisi, ülkenin can damarlarını oluştururlar. Başta Ulu Camisi, medreseleri, Evliya Türbeleri ile süslü olan Sriganar büyük bir İslâm merkezidir. Cammu ise, kışlık merkezdir ve güneyde yer almaktadır. Sriganar’ın tamamı Müslüman olmasına karşılık, Cammu’da Hinduların oranı %20’yi biraz aşar. Cammu’nun şehir nüfusu ise, 230 bin kişi kadardır. Ülkedeki vadiler, tam anlamıyla tarım bölgesidir. Pirinç, buğday, mısır, arpa ve tütün başlıca ürünleri, Meyvecilik ve ipekböcekçiliği de önemlidir. Koyun, sığır ve 1 İslâm Dünyası, Ramazan Özey. 2 İslâm Ansiklopedisi, TDV. Keşmir ■ 345 keçi beslenen başlıca hayvanlar. Özellikle Keşmir keçisi dünyaca ünlüdür. Bu keçinin tiftiği arasından elde edilen bir çeşit yünü, dokumada kullanılır ve Keşmir dokuması olarak dünya pazarlarında rekor düzeyde alıcı bulur. Antrasit, bakır, demir, boksit, çinko ve mermer yataklarına sahip olan Keşmir’de, halk genelde geçimini tarım, hayvancılık, el sanatları ve ormancılıktan sağlar.1 Sovyet Rusya’nın bir cumhuriyeti olan Tacikistan ve daima ele geçirmeye çalıştığı Afganistan toprakları vardır. Böyle bir kalede istikrarın sağlanması ve hele bir Müslüman ülkenin yer alması, hiçbir zaman Sovyet Rusya’nın işine gelmemiştir. Ve bu yüzden BM’de daima Hindistan ile Çin’in yanında destekçi olmuştur. Diğer taraftan Doğu Türkistan ve Tibet’i hâkimiyeti altında tutan Çin, Keşmir’i Tibet’in bir parçası olarak görmekte ve bu görüşünü, bölgede ilkçağlarda yaşayan Budistlerin varlığından söz ederek kuvvetlendirmek istemektedir. Güneyde ise, dünyada tamamen farklı bir düşüncenin sembolü olan Hinduların da, Çininkine benzer iddiaları vardır. Pakistan ise, kendi kontrolü altındaki Keşmir ile Hindistan ve Çin kontrolündeki toprakların birleştirilerek, 181.181 km2’lik bir alanda, Keşmir İslâm Cumhuriyeti devletinin kurulmasını istemektedir. Pakistan bu tezini savunurken de, akılcı bir yol izlemekte ve Keşmir halkının tamamına yakınının Müslüman olduğunu vurgulamaktadır. Yönetim Şekli: Himalayaların kuzeybatı kesiminde bulunan, 135 km. uzunluğa ve 32-40 km. genişliğe sahip verimli bir vadinin adı iken zamanla 222.236 km2 yüzölçümlü bir bölgeyi kapsamına almıştır. Bölgenin 78.14 km2’si Pakistan’ın elinde bulunmaktadır. Bunun 11.639 km2’lik bölümü Âzad Keşmir eyaletini teşkil eder. 42.685 km2 lik bölümü Çin’in hâkimiyetinde olan bölgenin Hindistan’a ait bölümü ise 101.307 km3’lik Cammû-Keşmir eyaletini meydana getirir. Âzad Keşmir’in merkezi Muzafferâbâd, Tarihi: Hindistan’a İslâmiyet’in girişi VIII. yüzyılda başlamakla birlikte Keşmir’in Müslümanlaşması çok sonra gerçekleşmiştir. 714’te Mültan’ı fetheden Muhammed b. Kasım es-Sekafî Keşmir’i de almak istemiş, fakat vadiye giremeden geri dönmüştü. Emevî valileri Cüneyd el-Mürrî ile Amr et-Tağlibî’nin fetihleri de Arap coğrafyacılarının Dış Keşmir dedikleri, bölgenin dağlık güney, güneydoğu ve batı kesimleriyle sınırlı kaldı. Gazneli Mahmud 1015 ve 1021’de iki defa burayı fethetme girişiminde bulunduysa da bölgenin zor tabiat şartlarını aşamadı ve geri dönmek zorunda kaldı. 1891’de Keşmir’de yapılan ilk sayıma göre büyük çoğunluğu Müslüman olmak üzere nüfus 814.241 idi. Bu rakam 1921’de 1.407.086’ya yükselmişti. Bu dönemde özellikle Aligarh Üniversitesi’nde tahsil görmüş Keşmirli gençler Srinagar’da siyasî faaliyetlere başladılar. Bunlardan Şeyh Abdullah yaptığı konuşmalarla halkın 1 İslâm Dünyası, Ramazan Özey. 346 ■ İslâm Birliği / Tarihte Günümüzde ve Gelecekte harekete geçmesini sağladı. 1931’de Srinagar halkı polisin ateş açarak yirmi bir kişiyi öldürmesini protesto etmek için sokaklara döküldü. Böylece başlayan siyasî şuurlanma neticesinde mihracelik yönetimine karşı Ekim 1932’de Cammû-Keşmir Müslüman Konferansının kurulduğu açıklandı ve başkanlığına Şeyh Abdullah seçildi. Daha sonra Keşmir’deki bütün dinî-millî grupların ortak bir cephe oluşturmasına karar verildi ve 1939’da Keşmir Millî Konferansı teşekkül etti. Bunun üzerine Şeyh Abdullah ve arkadaşları tutuklandılar.1944’te Keşmir’e gelen Hindistan Müslüman Birliği’nin lideri Muhammed Ali Cinnah da buradaki Müslümanları ülkelerinin bağımsızlığı için Müslüman Konferansı çatısı altında mücadele etmeye çağırmıştı. 15 Ağustos 1947’de Hindistan ve Pakistan devletlerinin kurulmasından sonra İngiliz himayesindeki 500 kadar irili ufaklı nizamlık, nevvâblık, prenslik, mihracelik ve krallık nüfus yoğunluğu, dinî ve etnik yapı, coğrafî konum gibi özelliklerine ve halklarının arzularına göre bu iki devletten birine katılmaları veya bağımsızlığı seçmeleri hususunda serbest bırakıldılar. Bunlardan biri olan Cammû-Keşmir Mihraceliği’nin 1941 sayımına göre toplam 4.021.616 kişilik nüfusunun 3 milyonu Müslüman, 809.000’i Hindu idi ve bu durum mihraceyi tercih açısından sıkıntıda bırakıyordu. Önce Punç ve Mirpûr Müslümanları ayaklandılar. Arkasından 22 Ekim 1947’de Pakistan’ın kuzeybatı Serhad eyaletinden gelen gruplar Keşmir’i kurtarmak istediler; ancak mihracenin kuvvetleri onları durdurdu. Çatışmaların devam etmesi üzerine mihrace Hindistan Başbakanı Nehru’dan yardım istedi; İngiliz genel valisi Lord Mountbatten, bu yardımın ancak Cammû-Keşmir’in Hindistan’a katılmasıyla mümkün olabileceğini belirtince 26 Ekim 1947’de katılım antlaşmasını imzaladı. Bu arada Lord Mountbatten, Keşmir’in nihaî tercih meselesinin işgalcilerin çekilmesinden sonra yeniden ele alınacağını belirtti. Antlaşmanın imzalanmasının ardından Hindistan birlikleri Srinagar’a girdiler; bu sırada çatışmalar Pakistan topraklarına da sıçradı. Hindistan hükümeti 1 Ocak 1948’de BMG Konseyi’ne başvuruda bulunarak Pakistan’ın işgalcilere yardım ettiğini ileri sürdü; Pakistan ise bu iddialara şiddetle karşı çıktı. Nihayet 1 Ocak 1949’da BM gözetiminde taraflar arasında ateşkes antlaşması imzalandı; fakat antlaşmanın çarpışan kuvvetlerin Keşmir’den çekilmesini isteyen ikinci bölümü hiçbir zaman uygulanmadı. BM 5 Ocak 1949’da yeni bir kararla halk oylaması konusuna açıklık getirdi. Ateşkes hattının belirlenmesinden sonra Cammû kesimindeki Âzad Keşmir bölgesinin varlığı BM’in ilgili komisyonu tarafından kabul edildi. Ancak Hindistan yetkilileri buraya Pakistan işgali altındaki Keşmir derken Pakistanlılar da Hindistan’ın Cammû- Keşmir eyaletini Hindistan işgali altındaki topraklar olarak tanımlamaya başladılar. 1947 sonrasında hapishaneden çıkarılarak başbakanlığa getirilen Şeyh Abdullah, bağımsızlık arayışları yüzünden 9 Ağustos 1953’te Hint yetkililerince tekrar tutuklandı ve başbakanlığa Bahşî Gulâm Muhammed tayin edildi. Aynı yıl Hindistan Parlamentosu, Cammû-Keşmir yönetiminden devlet başkanlığı statüsünü kaldırarak yerine eyalet valiliğini getirdi; başbakanlık da bakanlığa dönüştürüldü. Kırım ■ 347 Nisan 1964’te Şeyh Abdullah serbest bırakıldı ve Nehru tarafından Keşmir meselesini görüşmek üzere Pakistan’a gönderildi; fakat iki ay sonra Nehru’nun ölümü üzerine geri çağrıldı. Bu arada Keşmir meselesi yüzünden Pakistan ve Hindistan arasında 1965 ve 1971’de iki büyük savaş yaşandı. Ocak 1975’te Şeyh Abdullah yirmi iki yıllık aradan sonra bakan sıfatıyla tekrar Keşmir’in idaresini eline aldı ve Eylül 1982’deki ölümüne kadar bu görevde kaldı. İç Problemleri: Pakistan yönetimindeki Keşmir, gerçekten özgürdür. Dinlerinde özgür, dillerinde özgür. Cammu-Keşmir halkı, Haziran 1970’de genel bir kongre düzenledi. Kongre sonunda, Pakistan’a katılma ve 1971’deki eyalet seçimlerinin boykot edilmesi kararı alındı ve böylece Pakistan-Hindistan Aralık 1971’de karşı karşıya gelir. Ama yine sonuç alınamaz. Hindistan Cammu-Keşmir eyaletindeki bağımsızlık hareketlerini zor kullanarak bastırdı. O günden beri, Keşmir’de kanlı olaylar aralıksız devam ediyor. Dış Problemleri: 1947’de Hindistan’ın bağımsızlığa kavuşması üzerine, İngilizler bölgeden çekilirken, ‘Böl ve yönet’ taktiğini tam anlamıyla burada uygularlar. İngilizlerin bu kararı gereğince, Keşmir Hindistan’a bırakılır. Oysa Keşmir’de yaşayanların tamamı Müslüman’dır. Amaç; Asya’nın ortasında, ‘sürekli kanayan bir yara’ oluşturmaktır. Hindistan, yönetimi ele geçirirse hemen vakit kaybetmeksizin soykırıma başlar. Müslüman halk, Hindu yönetimine ve zulmüne karşı başkaldırır. Pakistan, Keşmir’deki Müslüman halkın başkaldırısını destekler. Konu, 1948’de BM’e götürülür. BM’nin aldığı karar ile Keşmir üç parçaya bölünür ve ateşkes hattına BM askerleri yerleştirilir. Ancak Keşmir’de, barış bir türlü sağlanamaz. 1956’da Hindistan Başbakanı Nehru; Cammu-Keşmir bölgesini, eyalet statüsü vererek Hindistan’a bağlar. Kasım 1962’de, Çin ise; Ladakh’ı Tibet’in bir parçası sayarak, Keşmir’in doğusunda işgallere başlar. Böylece Keşmir, üç ateş hattı arasında kalır. Kanlı olaylar ardı arkası kesilmeksizin devam eder. Çin, kendi yönetimi altındaki topraklarda hâkimiyetini kendi üslubu ile sağlar. Öte yandan Çin, BM’nin daimi üyesi olma ve veto hakkını elinde tutma kozunu çok iyi kullanır.1 Ekonomi: Keşmir halkı ne zengindir, ne de fakir. Kimseye muhtaç olmayacak kadar geliri vardır. Bu özelliğine rağmen, bugün savaş arenasında ön sıralarda yer alır. Kuşkusuz bunun nedenlerinden biri coğrafi konumudur. KIRIM Resmi Adı: Kırım Muhtar Cumhuriyeti Başkenti: Kırım-Akmescit Diğer Şehirleri: Akyar, Gözleve, Kefe, Canköy, Kızıl Orkapı, Aluşta, Bahçesaray, 1 İslâm Dünyası, Ramazan Özey. 348 ■ İslâm Birliği / Tarihte Günümüzde ve Gelecekte Ermenipazarı, Karasupazar, Sudak, Hafız, Sarabuz, Büyük Onlar, Akmeçet, Kurman. Nüfusu: 2.100.000 (2001) Yüzölçümü: 26.200 km2 Etnik Yapı: Nüfusun çoğunluğu Rus olmakla birlikte, Ukraynalılar ve Kırım Tatarları da oldukça büyük nüfusa sahiptir. Ruslar: %58,32; Ukraynalılar: %24,32; Kırım Tatarları: %12,1; Beyaz Ruslar: %1,44; diğer Tatarlar: %0,54. Coğrafya: Kırım, batı ve güneyden Karadeniz, doğu ve kuzeyden Azak deniziyle çevrili, 9 km genişliğinde 20 km uzunluğundaki bir berzahla karaya bağlanır. Tabii limanlar mevcuttur. Burası Kırım’ı Azak denizinden ayırır. Yarımadada güneybatıdan kuzeydoğuya ve batıdan doğuya doğru uzanan dağ silsilesi en fazla yükseldiği kesimlerde 1500 metreyi aşar. Dağlık alanların üzerindeki yaylaların gerisinde ise düzlük bozkır kesimi bulunmaktadır. Bu dağlar aynı zamanda zengin su kaynaklarına sahiptir, kuzeybatı ve kuzey istikametinde çeşitli ırmaklar buradan çıkar. Bahçesaray, Akmescid, Karasubazar gibi eski Kırım şehirleri bu dağların kuzey eteklerinde ırmak havzalarında yer alır. Din: Kırım hanlarının önceki merkezi eski Kırım’da Sultan Baybars camii, Özbek Han camii, Hacı Mehmed camii, Hacı Ömer camii yer alıyordu. Bahçesaray ve Salacık’ta da hanlar birçok eser inşa ettirmişlerdi. Bağlarıyla meşhur Akmescid Kalgay sultanların oturduğu yerdi. Burada Mimar Sinan’a atfedilen Tatar han camii, Cuma camii, Nûreddin Sultan camii bulunuyordu. Kırım’da İslâmî tahsil ve terbiyeye verilen önem, medreselerin çokluğu, şehir ve köy ahalisinin dindarlığı hemen bütün seyyahlar tarafından belirtilmiştir. Kırım idarî olarak kırk sekiz kadılığa ayrılmış olup sivil idare ve bütün hukukî işler kadıların yetkisi dâhilindeydi. Dil: Resmî dil Ukrayna dilidir; ancak devlet işlemleri sıklıkla Rusça ile yürütülmektedir. Eğitim ve devlet işlerindeki Ukraynacalaştırma girişimi fazla başarılı olamamıştır. Diğer dil de Kırım Tatarcası’dır. Nüfus sayımına göre, Kırım sakinlerinin ana dilleri: %77 Rusça, %11,4 Kırım Tatarcası ve %10,1 Ukraynaca. Ekonomi: Osmanlı hâkimiyeti sırasında Kırım’da giderek tarımın önem kazandığı ve çiftlikler kurulduğu, tarıma elverişli sahaların ekilmeye başlandığı anlaşılmaktadır. Ancak hayvan yetiştiriciliği yine de önemini korudu. Kırım transit ticarette ön plana çıktı. Kırım tüccarı Hazar kıyılarındaki şehirlere, Moskova’ya, Kazan’a, Tebriz’e, kuzeyde Baltık ülkelerine ve Tuna boyundaki merkezlere kadar gidiyordu. Bunlar aldıkları kürkleri ve diğer ürünleri Anadolu’dan gelen tacirlere satıyorlardı. Kırım’dan Osmanlı ülkesine ve Mısır’a daha çok esir, kürk, deri balık ve balık ürünleri, bal mumu, tuz sevkiyatı yapılıyordu. Anadolu’dan ise muhtelif pamuklu dokumalar Kırım’a gelir ve buradan kuzey steplerindeki ülkelere ulaştırılırdı. Kırım ■ 349 Tarih: Kırım, 15. yüzyıldan 18. yüzyıla kadar Kırım hanlığı ve Osmanlı imparatorluğu, 18. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar Rus imparatorluğu, İkinci Dünya savaşı sırasında Almanya ve daha sonra 20. yüzyılın geri kalanında Sovyetler Birliği içinde Rusya Sovyet Federatif Sosyalist Cumhuriyeti ve Ukrayna SSC dönemlerini yaşadı. Kırım Hanlığı Dönemi: Kırım hanlığı, siyasî olarak 14. yüzyılın ikinci yarısında Altın Orda devletinin parçalanması neticesinde ortaya çıkmıştır. Kırım hanlığının kurucusu Hacı Giray olup adını taşıyan en eski para 1441-42 tarihini taşır. İstanbul’un fethi üzerine Boğazlara ve Karadeniz’e hâkim olan Osmanlılarla Cenevizlilere karşı ittifak yaptı. 1454 yazında Osmanlı-Kırım müşterek kuvvetleri ilk defa Kefe’yi muhasara etti. Hacı Giray, Altın Orda hanlarının meşru varisi sıfatıyla Kefe’yi kendi ülkeleri arasında saymaktadır. Hanlık, 1681 yılına kadar Osmanlı devleti ile Rusya arasında siyasî ilişkilerde aracı olmak iddiasında bulunmuş, Osmanlı hükümeti de Kırım’ın kuzey işlerinde önemli mevkiini görerek siyasetini genellikle O’na uydurmuştur. Rus elçileri İstanbul’a giderken mutlaka Bahçesaray’a uğramakta ve meselelerde han hükümetinin görüşünü öğrendikten sonra Osmanlı başşehrine geçmekteydiler. Osmanlı Dönemi: 1600-1750 yılları arasında Osmanlı devleti ile Kırım hanlığı arasındaki siyasî ilişkilerde başlayan gelişme, hanlığın daha sıkı bağlarla Osmanlı kontrolüne girmesine yol açtı ve bunda kuzeyden Kırım’a yönelik Kazak ve Rus tehditlerinin büyük rolü oldu. Bütün bu gelişmeler, Osmanlıları, Kırım’da emniyeti sağlamak ve saldırıları önlemek için bazı kalelerde tahkimat yapmaya ve asker istihdamına mecbur bıraktı. 1783’te Rusların kontrolü altına girmiştir. Sovyetler Birliği’nin bir parçası olan Kırım’ın aslî unsurunu oluşturan Müslüman Kırım Tatarları, II. Dünya savaşının ardından ülkelerinden sürülmüş ve buraya Rus, Ukraynalı nüfus yerleştirilerek yarımadanın demografik ve tarihî görünümü değiştirilmiştir. 1991’de Kırım Ukrayna’ya bağlı muhtar bir cumhuriyet haline gelmiş, Kırım Tatarları da ülkelerine dönmeye başlamışlardır. Kırım’da önemli abideler vardır. Özellikle Selçuklu ve Osmanlı tesiri altında cami, medrese, türbe, tekke, han, çeşme, köprü gibi binalar yapılmıştır. Eski Kırım’da Özbek Han Camii ve Medresesi, Sultan Baybars Camii, Bahçesaray’daki eski türbe Osmanlı öncesi eserlere örnektir. Bahçesaray’ın güneyinde Salacık mevkiinde Zincirli Medrese ve Kırım hanlığının kurucusu sayılan Hacı Giray’ın türbesi (1501) bugüne ulaşmıştır. Gözleve’deki Han Camii 1552’de yapılmıştır ve Mimar Sinan’a atfedilir. Koleç Mescid, Karasu’daki Şor Camii, bir kervansaray ve hamam, Kefe’de Müftü Camii ve Tatar Han Camii, Kerç’te Beyazıt Camii, Mustafa Çelebi Camii Medresesi ve Hamamı, Bahçesaray’daki Han Sarayı 16-17. yüzyıllara ait eserlerdir. Rus İdaresi Dönemi. 1783’te Kırım’ı ilhak eden Rusya burada askerî bir idare kurdu. 1784 başlarında Kırım’da tam anlamıyla Rus idarî yapısı yerleştirildi. Bu tarihten Çarlık devrinin sonuna kadar Kırım Tatarlarına hiçbir şekilde ülkenin idarî 350 ■ İslâm Birliği / Tarihte Günümüzde ve Gelecekte yapısında yer verilmedi. Bu idarî yapı birtakım ufak değişikliklerle 1917’ye kadar varlığını sürdürdü. Rusya, Müslüman Kırım Tatarlarının varlığını istememekteydi. Kırım’daki uzun yüzyıllara dayanan Türk-İslâm izlerinin silinmesine girişildi. Kırım hanlığından, Osmanlılardan ve daha eski Türk-İslâm devirlerinden kalma tarihî eserler büyük tahribata uğradı. 1923’te Kırım Muhtar SSC’nin en üst mevkii olan Merkezî İcra Komitesi başkanlığına Veli İbrahim getirildi. Eski bir Millî Fırka mensubu olan Veli İbrahim, Komünist Partisi’ne kaydolduktan sonra da eğilimlerini değiştirmemişti. O’nun beş yıllık iktidarı sırasında Kırım Tatar okulları nitelik ve nicelik itibariyle büyük bir atılım içine girdiği gibi, Kırım Tatar kültür ve bilim faaliyetleri de o döneme kadar görülmemiş ölçüde gelişme imkânı buldu. Veli İbrahim, Kırım’daki Kırım Tatar nüfusunu arttırmak üzere, ülke dışına hicret etmiş olan Kırım Tatarlarının geri döndürülmesi için birtakım tedbirler almaya dahi girişti. Ancak Kırım Tatarlarının büyük desteğini kazanan, Moskova’da ise aynı ölçüde endişe ve tepki uyandıran bu siyaseti O’nun sonunu hazırladı. 1930’lu yılların sonuna kadar Kırım Tatar millî aydın sınıfının ve din adamlarının hemen tamamı doğrudan doğruya kurşuna dizilmek veya sürüldükleri çalışma kamplarında hayatlarını kaybetmek suretiyle ortadan kaldırıldı. Terör rejimi Kırım Tatar kültürüne de çok büyük darbe vurdu. 1926-1928 yılları içinde Arap alfabesinden bir tür Latin alfabesine geçildi. 1938’de ise Kiril alfabesi mecbur kılındı. Ayrıca müze ve kütüphanelerdeki millî kültür mirasının pek çok eseri de ortadan kaldırıldı. Tarihî cami ve medreseler ya tamamen yerle bir edildi ya da minareleri yıktırılarak binalar başka amaçlarla kullanıldı. Resmen açık gözüken birkaç camiye ise gidebilmek fiilen mümkün değildi. Namaz, oruç, sünnet ve dinî nikâh gibi ibadet ve dinî âdetler ise kesinlikle yasaklanmıştı. 18 Mayıs’ta Kızıl Ordu askerleri tarafından yataklarından kaldırılan Kırım Tatarları, hayvan vagonlarına yüklendi. Günlerce yiyecek ve su verilmeyen, cesetlerin dışarı çıkarılmasına müsaade edilmeyen ve hiçbir tıbbî yardımın söz konusu olmadığı bu ölüm yolculuğu sırasında açlık, susuzluk, hastalık, bitkinlik ve havasızlıktan binlerce insan hayatını kaybetti. Sürgünden hiçbir Kırım Tatarı istisna edilmedi. Kırım Tatarları’nı taşıyan vagonların hemen tamamı Orta Asya (Özbekistan), Urallar ve Sibirya’da boşaltıldı. Sürgün yolculuğu esnasında ve bunu takip eden ilk birkaç yıl içinde sefalet şartları altında hayatını kaybeden Kırım Tatarlarının sayısının 100.000 kişiden az olmadığı ve 18 Mayıs 1944’te sürülenlerin yarısına yakınının hayatını kaybettiği kabul edilmektedir. En önemlisi, yeni bir idarî yapı altına giren yarımadada Kırım Tatarlarının hukukunu korumak için Kırım Tatar Millî Parlamentosu olan kurultay teşkil edildi. Kırım Tatar Millî Hareketi Teşkilâtının öncülüğüyle Kırım’daki ve sürgün Kırım ■ 351 bölgelerindeki Kırım Tatarları arasında yapılan seçimler sonucunda 26 Haziran 1991’de Kırım Tatar Millî Kurultayı Akmescid’de toplandı. Kurultay, mevcut Rus çoğunluk tarafından bir emrivaki ile kurulan Kırım Muhtar SSC’nin bu şeklini tanımayı reddederek yayımladığı Kırım Tatarlarının Egemenlik Bildirisi’nde Kırım’ın statüsünün ancak Kırım Tatarlarının kendi kaderlerini tayin hakkına uygun olarak belirlenebileceğini ilân etti. Kurultayın iki yılda bir toplanacak olan genel birleşimleri arasında kurultay yetkilerini kullanmak üzere otuz üç kişilik Kırım Tatar Millî Meclisi’nin üyeleri de yine bu birleşimde seçildi. Yapılan seçim neticesinde Kırım Tatar Millî Meclisi başkanlığına Mustafa Abdül-Cemil Kırımoğlu getirildi. Kırım Muhtar SSC idaresi kurultayı ve millî meclisi tanımadıysa da varlığını engellemeye de muktedir değildi. Kırım Tatar Millî Meclisi kısa süre içinde Kırım’ın her yerinde mahallî teşkilâtlarını tamamladı. Kırım Muhtar Cumhuriyeti. Sovyetler Birliği’nin 1991’de tamamen ortadan kalkması ile Kırım artık bağımsız bir devlet olan Ukrayna’ya bağlı bir Muhtar Cumhuriyet haline geldi. Ancak Kırım’daki Ruslar, Kırım’ın Ukrayna’dan bağımsızlığını kazanmasını ve ardından Rusya’ya katılmasını savunmaya başladılar. Kırım Tatar Millî Meclisi ise Kırım Tatarlarının iki yüzyılı aşkın bir süredir başlarına gelen felâketlerden Rusya’yı sorumlu tutarak Kırım’ın Rusya’ya bağlanmasına kesin biçimde karşı çıktı ve ülkenin Ukrayna’ya bağlı Kırım Tatar Millî Muhtariyetini haiz bir cumhuriyet şekline dönüşmesi görüşlerini savundu. Millî meclis başkanı ve temsilcileri, başta Türkiye olmak üzere çeşitli ülkelerle siyasî ve kültürel bağlar kurdular. Özellikle Türkiye’de yaşayan Kırım Tatarlarının ve Türkiye’deki diğer resmî ve sivil teşkilâtların ön ayak olmasıyla bir ölçüde de olsa Kırım Tatarlarına destek temin edilmeye başlandı. Kırım Tatar dinî ve kültürel hayatında bir canlanma görüldü. Kırım Tatar yerleşim yerlerinde camiler, okullar, millî kültür ve sanat teşekkülleri kurulmaya başlandı. Kırım Tatar Millî Kurultayı’nın 1993’te toplanan ikinci birleşiminde Kırım Tatar dili için Türkiye’de kullanılan Latin alfabesine geçilmesi kararı kabul edildi. Bu arada Kırım Müslümanları Dinî İdaresi de kurularak Seyit Celil Efendi İbrahim müftü seçildi. Rus milliyetçileri Kırım Tatarlarını Kırım idaresinin dışında tutmaya çalıştılarsa da Kırım Tatarlarının şiddetli tepkileri sonucunda geri adım atmak zorunda kaldılar. Ukrayna’nın Rusya ile olan, Kırım’ın statüsüne ve merkez üssü Akyar’da bulunan Karadeniz filosunun paylaşılmasına ilişkin anlaşmazlıklar ise 28 ve 31 Mayıs 1997’de Kiev’de imzalanan iki antlaşma ile çözüme kavuşturuldu. Kırım Tatar Millî Meclisi Başkanı Mustafa Abdül-Cemil Kırımoğlu ile yardımcısı Refat Çubar, Ukrayna Parlamentosu seçimlerinde milliyetçi-demokrat çizgideki Ukrayna Halk Hareketi (Ruh) listesinden milletvekili seçilerek Ukrayna Yüksek Radası’na girdiler. Merkezî Ukrayna politikasında da büyük saygı gören ve önemli roller oynayan Kırımoğlu ve Çubar 31 Mart 2002’de yapılan genel seçimlerde de yerlerini korudular. 352 ■ İslâm Birliği / Tarihte Günümüzde ve Gelecekte Kırım, bugün de küresel ve bölgesel güçlerin çıkar alanı durumundadır. 02 Mart 2014 günü Rus askerleri Kırım’ı işgal ederek hükümet binalarını ele geçirdi. Binalara Rusya bayrakları asıldı. Başkent Akmescid yakınlarındaki Ukrayna askeri üssü de, Rus askeri araçları ve askerleri tarafından kuşatıldı.1 Şubat 2022’de Rusya Ukrayna’ya savaş açtı ve Donbas bölgesi ile Maniupol şehrini işgal ederek Kırım’a kadar olan bölgeyi Azak denizi ile birlikte Rusya toprağı olarak ilan etti. Taaflar çok büyük kayıplar verdiler.

KUZEY IRAK BÖLGESEL YÖNETI

Resmî Adı: Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi Başkenti: Erbil Diğer Şehirleri: Süleymaniye, Dhok, Kerkük, Zaho. Yüzölçümü: 78.736 km2 Nüfusu: 7.250.000 Yönetim Şekli: Parlamenter demokrasidir Bölgesel yönetimde yaşayan halklar dört yılda bir temsilci seçer. Bu temsilciler parlamentoda oy almış kitleleri temsil eder. Kuzey Irak Bölgesel Yönetiminde dört yıl arayla gerçekleşen bu seçimlerde aynı zamanda halk kendi hükumetlerini ve başkanını da seçer. Her temsilcinin alması gereken asgari bir oy oranı vardır. Bu oy oranını yakalayamayanlar ise temsilci olamaz. Bölgesel yönetim içinde bulunan ve nüfusları oldukça az olan etnik gruplara ise bunun için kota yöntemi uygulanır. Seçimlerde azınlıklar için uygulanan temsiliyet yöntemi şöyledir: KIBY’de yaşayan azınlıklar bir temsilcinin alması için gereken oy oranına sahip olmasalar bile meclis onlar için en fazla oy oranını yakalamış olan kişileri temsilci olarak kabul eder. İngiltere ve Japonya gibi ülkelerde olduğu gibi yazılı bir anayasa mevcut değildir. Mahkemelerin verdiği kararlar yazılı olmayan kurallar (Gelenek-görenek, örf ve adetler) ve insan hak ve özgürlükleri çerçevesinde ele alınır. Etnik Yapı: Bölgenin son derece kozmopolit bir yapısı vardır. Kürtlerin dışında birçok etnik halk ve dinî inanç grupları burada yaşarlar. Bunlar; Türkmenler, Araplar, Şabekler, Yahudiler, Şiiler, Sünniler, Ezidiler’dir. Coğrafi Durumu: KIBY, batıda Suriye, doğuda İran, kuzeyde ise Türkiye ile komşudur. İran ve Türkiye sınırı tarafında dağlık bir coğrafi yapısı hâkimdir. Güneye doğru gidildikçe düzlük ve çöl bir arazi yapısı hâkimdir. İran ve Türkiye sınırı boyunca uzanan kuzeydeki dağlık bölgeler, yoğun kar yağışı altındadır. KIBY’nin iklim şartları, kuzeydeki topoğrafik ve dağlık yapısı nedeniyle, bölgede bitki örtüsü olarak 1 İslâm Ansiklopedisi, TDV. Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi ■ 353 bozkır ve orman bulunur. Bölgenin kuzeyindeki dağlık bölgede ve tüm İran sınırında kavak, söğüt ve meşe, alıç, kiraz eriği, kuşburnu, dağ elması, ahlat, üvez vb. yabanî ağaçlar ve çayır otları bulunur. Güneyinde ise genelde çöl ağaçları olan hurma ve palmiye ağaçları vardır. Tarih: Bölge Osmanlı kontrolü altındayken 400 yıla yakın bir süre Kürt Soran Emirliği ve Baban Prensliği yönetimindeydi. Iraklı Kürtler Osmanlı’nın yıkılış döneminde, Eylül 1922’de, Şeyh Mahmut Berzenci önderliğinde Kürdistan krallığını kurdular, ancak bölgeyi mandası altına alan Birleşik krallık, bölgeye geniş çaplı bir saldırı başlattı ve iki yıl süren saldırılar sonucunda 1924 yılında Kürdistan krallığı işgal edildi. Daha sonraki süreçte Mustafa Barzani önderliğinde Kürt milliyetçiliği ivme kazandı ve onlarca yıl sürecek çatışmalar başladı. 1943’te Kürt lider Mustafa Barzani Kürdistan’daki Irak polis karakollarına baskın yapmaya başladı. Bunun sonucunda Bağdat hükümeti bölgeye 30.000 asker gönderdi ve bölgede hâkimiyet sağladı. Iraklı Kürt liderler İran‘a sığındı. Mustafa Barzani İran’da Kürdistan Demokratik Partisi’ni kurdu ve İran ile Sovyetler Birliği’nin desteğini almayı başardı. Sonraki süreçte başarılı bir diplomasi yürüten Barzani, 1960’ların başında İsrail’in de desteğini almayı başardı. 1961’den 1970’e kadar Kürtler, Irak hükümeti ile savaştı, bunun sonucunda Irak hükümeti ile Otonomi konusunda anlaşıldı. Irak’ın kuzeyinde bulunan bölge 11 Mart 1970’te Saddam Hüseyin ve Mustafa Barzani arasında yapılan anlaşma sonucu kuruldu. Özerklik anlaşmasına göre Irak’ın kuzeyindeki üç il, yaklaşık 37.000 km²’lik bir bölge, Erbil’de kurulacak bir yerel parlamento tarafından yönetilecekti. Bunun yanı sıra Irak Meclisinde 5 bakan ve başbakan vekili Kürt olacaktı Kürtçe, ülke genelinde Arapçanın yanı sıra ikinci resmî dil olacaktı. İran-Irak savaşı (1980-1988) sırasında bu bölge, merkezî hükûmetin kontrolünden çıkmış, İran saflarında Saddam Hüseyin’e karşı yer almıştı. Saddam Hüseyin savaştan önce anlaşmayı kaldırmış ve 1974’te Kürt bakanları meclisten çıkarmıştı. Bu durum üzerine Kürtler isyan etmişlerdi. Bu durum Irak için çıkan savaşı kötü etkiledi, çünkü Saddam Hüseyin’e karşı kuzey Irak, İran ile ittifak etmişti. Birinci Körfez savaşı (1991) öncesi ve savaş sırasında on binlerce Kürt mülteci, Türkiye’ye sığındı. Türkiye tarafından kurulan kamplarda Kürt mültecilere sağlık, barınma ve giyim yardımları yapıldı. Saddam Hüseyin devrilip Kürt liderler yeni dönemde söz sahibi olana kadar yurt dışına Türk pasaportu ile çıktılar. İkinci Körfez savaşı (2003) sonrasında Irak’ta Saddam Hüseyin liderliğindeki Baas yönetimi devrilmiş ve Irak federal bir devlete dönüşmüştür. 2005’te halk oylaması ile kabul edilen yeni Irak Anayasası’na göre, Kürdistan Bölgesi federal Irak devleti içinde federe bir devlet olarak tanınmıştır. KBY Başkanı Mesud Barzani, Ocak 2016’da meclisteki parti temsilcileriyle bir araya geldiği toplantıda, bağımsızlık için referandum komisyonu kurulmasını 354 ■ İslâm Birliği / Tarihte Günümüzde ve Gelecekte kararlaştırdıklarını belirtti. Yapılacak referandumun 2016 ABD başkanlık seçiminden önce yapılması planlanmaktaydı. Ancak DAEŞ’in Musul ve Kerkük’e saldırıları, PKK’nın Sincar bölgesinde faaliyetlerde bulunması, PKK’nın bağımsızlık karşıtı olduğuna dair çıkan haberler, Goran Partisi ve bazı muhalefet partileriyle KDP arasındaki siyasi anlaşmazlıklar referandum sürecini erteletti. Gerek Kürdistan Bölgesi Güvenlik Konseyi Müsteşarı Mesrur Barzani’nin ‘Kürdistan’ın bağımsızlığı önünde artık bir engel kalmadı’ şeklindeki açıklaması gerekse KYB ve GORAN’ın KDP ile görüşmelere sıcak baktıklarını açıklaması bağımsızlık sürecinin yakın zamanda yeniden ilerleyebileceğini gösterdi. Mesud Barzani, 25 Eylül 2017’de referandumun yapılacağını açıkladı. Bu açıklama sonrası Irak başbakanı Haydar el-Abadi olası bir referandumda toprak bütünlüğünü korumak için askerî müdahaleye hazır olduklarını açıkladı. 25 Eylül 2017 tarihinde gerçekleştirilen referandum sonucunda ‘Kürdistan Bölgesi ve Kürdistan Bölgesi dışında kalan Kürt yerleşimlerinin bağımsız bir devlet olmasını istiyor musunuz?’ sorusuna seçmenlerin %92,73’ü ‘Evet’ yanıtını verdiler. Haziran 2014’te DAİŞ (Irak ve Şam İslâm Devleti)’nin Musul‘a saldırmasıyla fiili olarak Bölgesel Kürt Yönetimi de savaşa girmiş; bunun sonucunda Şengal, Kerkük ve Hanekin gibi pek çok şehri DAİŞ’den kurtararak ele geçirmiştir. Ancak Irak ordusu daha sonra bu bölgeleri geri almıştır. Mevcut durumda Irak ve Kürdistan Hükümeti arasında Tartışmalı olarak kabul edilen Kerkük, Hanekin, Musul, Diyala, Selahaddin gibi illere Peşmergenin dönüşü kararlaştırılmıştır. Kürdistan Meclisinde 111 adet sandalye bulunmakta ve seçimlere 29 parti katılmaktadır. Bu sandalyelerden 11’i seçim sonuçlarını gözetmeksizin azınlıklara dağıtılmıştır. Bölgesi, bu dört ilin yanı sıra, şu anda Irak merkezi hükûmetinin hukuki bir parçası olan Ninova, Kerkük ve Diyala illeri üzerinde de hak iddia etmektedir. DAİŞ’in Kuzey Irak taarruzu sonrası Irak ordusunun çekilmesi üzerine Kerkük ve Diyala illerinin kontrolü KBY’nin kontrolüne geçmiştir. Irak’taki Kürtler, 20. yüzyıl boyunca özerklik veya bağımsızlık için savaştılar ve Baasçı Irak’ın elinde Araplaştırma ve Halepçe katliamı gibi soykırımlar yaşadılar. Bağdat hükümeti, Kürdistan Bölgesi’nin özerkliğini Saddam Hüseyin’in devrilmesinden sonra, 2005’te yeni bir Irak anayasası ile tanıdı.. Ekonomi: Kuzey Irak’ın en büyük gelir kaynağı petrol ve doğalgazdır. Bölgesel yönetimde gerçekleşen günlük petrol ihracatı 50 bin ile 150 bin varil arasındadır. Bununla birlikte belli bölgelerde büyük çapta olmasa bile tarım ve hayvancılık da yapılır. Daha çok Erbil ve Süleymaniye merkezli olarak da sanayi tesisleri gözle görülür bir gelir sağlıyor. Bölge ekonomisini tarım, turizm, alışveriş ve petrol ihracatı oluşturur. Kişi başına düşen millî gelir 7.700 dolardır. Bölgede 2.83 trilyon metreküp Doğalgaz yatağı, 45 milyar varil ise Petrol rezervi bulunmaktadır. Başlıca petrol ihracat ortakları arasında İsrail, İtalya, Fransa ve Yunanistan bulunmaktadır. Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi ■ 355 Kürdistan’da faaliyet gösteren önemli şirketler arasında Exxon, Total, Chevron, Talisman Energy, DNO, MOL Group, Genel Energy, Hunt Oil, Gulf Keystone Petroleum ve Marathon Oil bulunmaktadır. KIBY’nde buğday, arpa, tütün, pamuk ve meyve yetiştirilir. Bölgede ayrıca çimento, mermer, demir, nikel, kömür, bakır, altın, kireç üretimi yapılmaktadır. Erbil’de dünyanın en büyük kaya kükürdü yatağı bulunur. Kilim ve halıcılık: Kürt kilim ve halıları, Kürt kültürü ve sanatında önemli bir yer teşkil etmiştir ki Kürtlerin birkaç yüzyıldır kilim ve halı üretmekte olduğu tahmin edilmektedir. Bununla birlikte, eldeki koleksiyondaki eski Kürt halıları 18. yüzyıldan kalmadır. Halıcılık özellikle göçebe Kürtlerde çok yaygındır. Geleneksel olarak, özellikle göçebe Kürtlerde, kadınlar halı ve kilim üretimini boş zamanlarını değerlendirmekte kullanmışlardır. Kürt halıları genelde bir veya iki kenar bordürü barındırır. Kürt halılarında sıklıkla simetrik düğüm sıraları arasında iki veya daha çok argaç mevcuttur, çok renkli kenar şeritleri yaygındır. Çok renkli bu kenarlar, diğer halıcılık kültürlerinden farklılık arz ettikleri gibi, desen açısından Kürt halılarının üretildiği bölgelere göre de farklılık arz eder. Türkiye‘de yapılmış Kürt halılarında balıksırtı oluşturacak şekilde farklı renklerden örülmüş kenarlar yaygınken, İran‘da 13 cm veya daha büyük uzunluklarda renk şeritleri daha yaygındır. Kenarların dışında, genel olarak Kürt halılarında motif olarak sekiz köşeli yıldızlar ve benzeri sekiz köşeli şekiller başta olmak üzere çeşitli geometrik şekiller ve Kaplumbağa, Dağ Keçisi, Kuş gibi hayvanların figürleri yaygındır. Siyasi Partiler: Kürdistan Demokrat Partisi veya KDP (Mesut Barzani), Değişim Hareketi (Neçirvan Mustafa), Sosyalist Parti (Muhammed Hacı Mahmud), Kürdistan Yurtsever Partisi veya KYB (Celal Talabani), Kürdistan İslam Birliği (Ali Bapir). Üyesi Olduğu Uluslararası Kuruluşlar: Abeda , Afesd, Amf, Caeu, Fao, G – 77, Iaea, Ibrd, Icao, Icrm, Ida, Idb, Ifad, Ifc, Ifrcs, Ilo, Imf, Imo, Imso, Interpol, Ioc, Pab, Iso, Itso, Itu, Las, Mıga, Nam, Oapec, İkö, Opcw, Opec, Pca, Un, Undp, Unctad, Unesco, Unıdo, Unwto, Upu, Wco, Wftu, Who, Wıpo, Wmo, Wto (Gözlemci). Ulaşım: Erbil’deki Erbil havalimanı ve Süleymaniye’deki Süleymaniye havalimanı olmak üzere bölgede iki uluslararası havalimanı vardır. Buradan Viyana, Frankfurt, Stockholm, Amsterdam, Dubai, Umman, Ankara ve İstanbul gibi bir çok dünya şehrine, haftada 80’den fazla doğrudan uçak seferleri düzenlenmektedir. Din: Bölge halkının çoğu Müslüman’dır. İtikatta Sünnî ve amelde Şafi mezhebindendir. Bölgede Katolik, Ortodoks, Süryani, Ermeni ve Keldani kiliselerine bağlı Hıristiyan azınlık ve sayıları on binlere ulaşan Yezidi ve Ehl-i Hak dini mensupları mevcuttur. 356 ■ İslâm Birliği / Tarihte Günümüzde ve Gelecekte Günümüzde ise KIBY’de ilk Zerdüşt Kürtler ibadethanesi açılmıştır ve tahmini Zerdüşt Kürt sayısının 100.000 olduğu iddia edilmiştir. Dil: Resmî dil Kürtçe ve Arapça’dır. Kürtçenin farklı dilleri de konuşulmaktadır. Bölgesel Yönetim sınırları içerisinde İngilizce ve Fransızca da yaygın bir şekilde kullanılmaktadır. Bölge çeşitlilikler içinde yüksek bir kozmopolit toplum ve canlı bir kültüre sahiptir. İslâm etkisi Arap ve Kürt kültürünün mimari, müzik, giyim, mutfak ve yaşam tarzında görülebilmektedir. Eğitim: Bölgesel yönetimin kuruluşundan önce, ilköğretim ve ortaöğretim neredeyse tamamen Arapça olarak öğretildi. Yükseköğretim ise her zaman Arapça olarak öğretildi. Bu durum ancak KIBY’nin kurulması ile değişmiştir. İlk uluslararası okul olan Choueifat Uluslararası İngiliz Koleji, 2006 yılında Irak Kürdistanı’nda şubesini açmıştır. Diğer uluslararası okullar da açıldı ve bölgede İngiliz Uluslararası Okullar Eylül 2011’de Süleymaniye’de planlı bir şekilde açılmıştır. Üniversiteler, Selahaddin Üniversitesi (SU), Halepçe Üniversitesi, Süleymaniye üniversitesi (US), Duhok Üniversitesi, Koya Üniversitesi (KU), Kürdistan Üniversitesi, Irak Amerikan Üniversitesi - Süleymaniye Erbil Medikal Üniversitesi (HMU), Business & Management Üiversitesi (BMU), ABIS Üniversitesi, Cihan Üniversitesi, British Royal Üniversitesi, Erbil Bilgi ve Teknoloji Üniversitesi (özel) Işık Üniversitesi, Soran Üniversitesi, Zaho Üniversitesi, Amerikan Üniversitesi, Duhok Kürdistan Süleymaniye Politeknik Üniversitesi.

 MAYOTTE (MAYOT)

Resmi Adı: Mayotte Ortak Bölge Adası, Başşehri: Mamoudzou Diğer Şehirleri: Dzaoudzi (Havaalanı) Nüfus: 288.926 (2021) Yüzölçümü: 374 km2 Etnik Yapı: Nüfusun %65’ini Mayotte adasında doğmuş kişiler oluştururken, %4’e yakınını diğer Fransa’ya bağlı topraklarda doğanlar oluşturur. Ayrıca %28’ini diğer bağımsız Komorlardan, %2,5 Madagaskar’dan ve %0,5 kadarı ise diğer ülkelerden gelenler oluşturmaktadır. Toplumun yarısından fazlasının 20 yaş ve altından olanların oluşturduğu bildirilmiştir. Mayotte’de yaşayan toplumun neredeyse üçte biri, diğer fakir komşu adalardan yasa dışı yollarla adaya gelen kişiler oluşturmaktadır. Her ne kadar burada daha zor şartlarda çalışsalar da, maddî olarak çok daha fazla tatmin oldukları için bu yolu seçmektedirler. Avrupa Birliği Üyesi bir ülkedir.(1 Ocak 2014) Mayotte (Mayot) ■ 357 Tarih: Mayotte adası Fransız işgali sonrasında 1841-1843 yıllarında sömürgeleştirilmiştir. 1974 yılında bağımsızlık için yapılan referandumda Mayotte adası, Komorlar takımadası içinde bağımsızlığa karşı çıkıp Fransa’ya bağlı kalmayı tercih eden tek ada olmuştur. Bunun sonucunda diğer adalar Komorlar olarak bağımsızlığını kazanırken, Mayotte, Fransa’ya bağlı bir ada olarak kalmıştır. Komorlar o tarihten bu yana Mayotte’yi kendi vatan toprağı olarak görmektedir ve buranın Fransa toprağı olduğunu reddetmektedir. Bu düşüncelerine dayanak olarak 1979 yılında BM’de alınan bir kararı göstermektedir. Bu sorun günümüzde de hala sürmektedir ve Komorlar adayı kendisine ait bir parça olarak görmektedir. Hatta bu bağlamda 2002 yılında kabul edilen yeni bayraklarında kendisine ait dört adayı (Mayotte dâhil) dört farklı renk ile göstererek belirginleştirmiştir. Coğrafya: Afrika kıtasına bağlı bir ada konumunda olup, kıtanın doğu kesiminde, Mozambik Kanalı’nın kuzey bitim noktasında, Mozambik’in açıklarında, Hint Okyanusu‘nun batı, Madagaskar’ın ise kuzeybatısında yer alan Fransa Denizaşırı ili. 1976 yılından bu yana Fransa Cumhuriyeti’ne tamamen bağlı bir bölge olan Mayotte üzerinde Komorlar hak iddia etmektedir. Coğrafi açıdan ada, Komor takımadaları’nın bir parçasıdır. 31 Mart 2011 tarihinde Fransa’nın denizaşırı ili haline gelmiştir. Mayotte ada takımı, Ana ada olan Grande Terre ile ona nazaran daha ufak olan Petite Terre’den ve birçok küçük ve nüfusu olmayan adalardan oluşmaktadır. Ada’nın yüzölçümü yaklaşık olarak 374 km²’dir. Ada, yaklaşık olarak 9 milyon yıllık geçmişi ile Komor takımadaları arasındaki en eski volkanik ada unvanına sahiptir. Kasım ve Mart aylarında yaşanan yağmur sezonlarında bile hava sıcaklığı kurak geçen aylara göre bile daha fazladır. Adanın en yüksek noktası 660 metre ile ana adada bulunan Mont Benara dağıdır. Ülkenin başkenti olan Mamoudzou ana adada bulunmakla birlikte, ülkenin uluslararası havaalanı Dzaoudzi ise diğer ada olan Petite Terre’de bulunur. Dil: Adada resmi dil Fransızca olmasına rağmen, halk tarafından Komorlar dilinin bir kolu olan Mahorca konuşulmaktadır. Din: Adada yaşayan toplumun yaklaşık %98’ini Müslümanlar, %2’sini Hıristiyanlar oluşturmaktadır Yönetim Şekli: Mayotte, Fransa Ulusal Meclisi’nde bir milletvekili ile temsil edilmektedir. Ayrıca senatoda adayı temsilen bir temsilci bulunmaktadır. 1976 ile 2007 yılları arasında ada, Fransa’ya bağlı bölge olarak adlandırılırken, 2011 yılından itibaren Fransa’nın ili (fr. Département) olarak kabul görecektir. Bunların çok büyük bir bölümü hamile olan ve son günlerine giren bayanlar oluşturmaktadır. Buna en büyük neden olarak ise Mayotte Adası’nda dünyaya gelen bebeklerin otomatikman Fransız vatandaşlığını alması gösterilmektedir. Adada sayıları çok az da olsa Fransız askerleri konuşlandırılmıştır. İdari Yapılanma: Mayotte kendi içerisinde (17) belediyeye ayrılmış konumdadır. 358 ■ İslâm Birliği / Tarihte Günümüzde ve Gelecekte Bunun haricinde belediye sınırları ile birebir örtüşmeyecek şekilde 13 kantona bölünmüştür. Mevcut 17 belediye 5 belediye birliği çatısı altında toplanmıştır. Ülkede İslâmiyet: İslâm’ın buraya gelişi Hulefai Raşidin döneminde olmuştur. İki Komorlu Hz Osman (r.a.) zamanında Medine’ye giderek İslâm’ı öğrendi ve dönüşlerinde halka öğrettiler. Arap denizcilerin de 8. yüzyıldan itibaren yoğun olarak uğradıkları yer oldu. Onlar da tebliğ görevi yaptılar ve İslâm Mayot adasında tamamen hâkim oldu. Fransa’nın 19. yüzyılda Hint Okyanusu’nda sahiplendiği, daha doğrusu sömürgeleştirdiği 4 Komor adasından halen tek elinde tuttuğu Mayotte (Mayot) adasında 2011’de bir referandum yaptırıp burayı denizaşırı vilayetine çevirdi. Bugün adanın tamamına yakını Müslüman’dır. Fransız Millet Meclisine son seçimlere kadar girebilen tek Müslüman milletvekili bu adadan gelirdi. İlk defa 2017 yılı milletvekili seçimlerinde bu adanın iki Müslüman vekili ile Fransa’da yaşayanlardan da 5 Müslüman vekil olunca bu sayı 7 oldu. Mayot adası, Hint Okyanusunda Fransa’nın stratejik önemi çok büyük bir noktasıdır. Bu bölgede ciddi bir deniz üssü vardır. Bir ada devleti olan ve 3 adadan oluşan bugünkü Komorlar Cumhuriyeti, bu adanın da ülkenin tabii bir parçası olduğunu ve hâlâ Fransa tarafından tutulmasına karşı bir siyaset benimsemektedir. 12 Mayıs 2020 Salı gününe ait Le Monde gazetesi, bu adanın koronavirüs dolayısıyla gündemine dair bir haber yaptı. Ada, bir Fransız vilâyeti olması itibarıyla Avrupa Birliğinin de bir parçası konumunu haiz. Peki, hayat şartları da öyle midir? 279 bin nüfusa sahip Mayot adasında sadece 18 aile doktoru var. Merkez hastanesi dahil tüm ada halkından 100 bin kişiye 80 doktor düşmekte, yani aile doktorları dahil yaklaşık 300 doktoru var. Fransa’nın Avrupa’daki sınırları içinde ise 100 bin kişiye 324 doktor düşmektedir. Ada nüfusuna her yıl ortalama 10 bin yeni doğan bebek ilâve oluyor. Bunların %75’i Komorlar Cumhuriyeti’nin Büyük Komor, Anjuan ve Moheli adalarından, yerel dilde kwassa denilen basit motorlu kayıklarla kaçak gelebilen anneler tarafından dünyaya getirilmekteler. Mayot Adası, 2011’de Fransız denizaşırı vilâyeti olunca burada yaşayanların diğer 3 bağımsız adaya göre sosyal şartları daha iyileşti. Diğerlerinin hamile kadınları doğum için bu adayı tercih ediyorlar. Ada, haliyle her geçen sene besleyemeyeceği bir nüfus artışı yaşamaktadır. Ne var ki Mayot Adası’na gelmek için Hint Okyanusu’nun derin ve dalgalı sularını aşarken zaten kaçak olan yolculuklarında bindikleri kwassa motorlu kayıklar devrilince, son 10 yılda Akdeniz’de yaşanan deniz facialarında ölenlerden daha fazla Komorlu boğularak ölmüş. Moro ■ 359 Diğer taraftan Mayot Adası’na ulaşabilenler ise güvenlik güçlerine yakalandıkları anda bin bir zahmetle ve çok güç belâ geldikleri, dahası çok pahalıya gelen yolculuklarını o an bitirseler bile tekrarlamak üzere diğer 3 adadan hangisinden geldilerse oraya gönderiliyorlar. Fransa, Mayot Adası Müslümanlarının İslâmiyet’e bağlılıklarını yakinen bildiğinden, adadaki (19) kadıya maaş verirken zerre taviz vermediği laiklik ilkesini “sosyal yardımcı” kadrosuyla aşıyor. Onlar kadılığını yapıyor, Fransa da “sosyal yardımcı” görev tarifiyle laikliği kurtarıyor. Para Birimi: Avro (EURO) Ekonomi: Turizm, balıkçılık, parfüm hammaddesi, hayvancılık en önemli gelir kaynağıdır. Fransa Mayotluları kendi ülkesindeki işçilere göre daha ağır şartlarda çalıştırmaktadır. Dünya sıralamasında Fransa 20. sırada iken Mayot 107. sıradadır.1 MORO Resmi Adı: Moro İslâmî Kurtuluş Cephesi Başkenti: Moro Nüfusu: 4.000.000 Diğer Şehirleri: Mindanao Etnik Yapı: Filipinler Müslümanları değişik etnik unsurlardan oluşmakta ve çoğunluğu Moro ve Mindanao adalarında yaşamaktadır. Moro Müslümanlarının yaşadığı adalar asıl Filipin adalarından ayrı bir grup teşkil etmektedir ve bu adalar, Filipinler tarafından ABD’nin de yardımıyla 1946’da işgal edilmiştir. Güneydoğu Asya’da Güney Çin deniziyle büyük Okyanus arasında kalan takımadaların oluşturduğu Filipinler’de 4 milyona yakın Müslüman vardır ve ülke nüfusunun %5,4’ünü oluşturmaktadırlar. Tarih: Müslümanların yoğun olarak yaşadıkları Moro, Mindanao ve bunlara bağlı bazı adalarda 1970’ten bu yana Müslümanlar tarafından bağımsızlık mücadelesi verilmektedir. Bu mücadeleyi koordine etmek üzere ilk ortaya çıkan hareket 1972’de kurulan ‘Moro Ulusal Kurtuluş Cephesi’dir. Bu cephenin liderliğini kuruluşundan itibaren, en son özerklik anlaşmasına kadar Nur Misvarî yapmıştır. Misvarî şimdi de belirtilen anlaşma doğrultusunda kısmi özerk yönetimin liderliğini yapmaktadır. Hareketin kuruluşunda Misvari’den sonra gelen ve Kahire’de İslâmî ilimler öğrenimi görmüş olan Selâmet Haşim ise MNLF’nin lideri Nur Misvari’nin laik bir anlayışa sahip olduğu gerekçesiyle 1977’de bu hareketten ayrılarak Moro İslâmi Kurtuluş Cephesi (MILF) adında bir başka örgüt kurdu. 1 İslâm Dünyası, Ahmet Kavas. 360 ■ İslâm Birliği / Tarihte Günümüzde ve Gelecekte Moro Ulusal Kurtuluş Cephesi (MNLF) 22 yıl süren mücadeleden sonra Ekim 1992’de Filipinler hükümetiyle ateşkese gitmişti. 16 Nisan 1993’te de Endonezya’da ‘barış’ görüşmeleri başlatıldı. 7 Kasım 1993’te bir ateşkes anlaşması ve bir de ilkeler anlaşması imzalandı. Üç yıldan fazla süren görüşmelerden sonra Moro ve Mindanao adalarının bulunduğu Güney Filipinler’e MNLF öncülüğünde özerklik verilmesi üzere bir anlaşma imzalanması konusunda ittifak sağlandı. Yani bu, bir özerklik anlaşması değil özerklik verilmesi konusunda ittifak mahiyeti taşıyordu. Bu konuda hazırlanan ilk barış anlaşması taslağı da 23 Haziran 1996’da Güney Filipinler’in Davao kentinde parafe edildi. 2 Eylül 1996 tarihinde de bu anlaşma Endonezya’nın başkenti Jakarta’da taraflarca imzalanarak resmen uygulamaya geçirildi. Moro İslâmî Kurtuluş Cephesi (MILF) ve daha radikal görüşleriyle tanınan Ebu Seyyaf grubu Barış ve Kalkınma Meclisi’ne idarî ve siyasî açıdan hiçbir yetkinin verilmemesi ve söz konusu 14 bölgeye özerklik verilmesinin referandum şartına bağlanması dolayısıyla karşı çıktılar. Bölgede 1946’dan buyana uygulanan nüfus kaydırma politikası dolayısıyla özerklik verileceği bildirilen 14 bölgenin çoğunda Hıristiyanların oranı artırılmış durumdaydı. Bundan dolayı referandumdan ‘özerklik’ lehine oy çıkacak bölge sayısının 4’ü geçmeyeceği sanılıyordu. Bu sebepten dolayı sözü edilen gruplar özerkliğin referandum şartına bağlanmasına karşı çıktılar. Ancak anlaşmanın imzalanmasıyla birlikte MNLF gerillaları büyük ölçüde bağımsızlık mücadelesinden tecrit edilmiş oldular. Bu yüzden MILF ve Ebu Seyyaf grubuna mensup milisler hükümet kuvvetleri karşısında yalnız bırakıldılar. Bununla birlikte yine de direnişi bırakmadı, kendi talepleri doğrultusunda mücadeleye devam ettiler. Malezya hükümeti kurulacak özerk Moro yönetimine ekonomik açıdan destek vereceğini açıkladı. Malezya dışişleri bakanı Abdullah Bedevi, Filipinler yönetimiyle MNLF arasında bir barış anlaşması imzalanmasını olumlu bir gelişme olarak gördüklerini ve kurulacak Moro yönetimine yardımcı olacaklarını bildirdi. Malezya başbakanı Dr. Mahatir Muhammed de konuyla ilgili açıklamasında Malezya şirketlerini Güney Filipinler bölgesine yatırım yapmaları için teşvik edeceklerini ifade etti. Mahatir Muhammed, Güney Filipinler bölgesinin doğal zenginlikler açısından Malezya’nın bazı bölgelerinden daha zengin olduğunu ancak güvenlik olmaması yüzünden kimsenin bölgeye yatırım yapma cesareti gösteremediğini de dile getirdi. Bu arada şunu da belirtelim, Moro’daki bağımsızlık mücadelesinin başladığı tarihten özerklik anlaşmasının imzalandığı tarihe kadar geçen süre içinde taraflardan toplam olarak 125 bin kişinin hayatını kaybettiği tahmin ediliyor. Ebu Seyyaf grubu, yukarıda sözünü ettiğimiz ve tamamen Moro asıllıların oluşturduğu MILF ve MNLF’den ayrı olarak kurulmuştur ve mensuplarının birçoğunu Afganistan’da çarpışmış Arap asıllı milis güçler oluşturmaktadır. Dediğimiz gibi radikal ve kısmen de marjinal bir oluşum olarak tanınır. Bu gruba mensup milisler zaman zaman Filipinler yönetimine isteklerini kabul ettirmek için rehine alma Moro ■ 361 eylemleri gerçekleştirmektedirler. Bundan önce gerçekleştirilen rehine eyleminde şu amaçları gerçekleştirmek istediğini açıklamıştı: Moro meselesinin gündeme gelmesini sağlamak ve dünya ülkelerini özellikle de uluslararası örgütleri bu meseleyle ilgilenmeye zorlamak. O zamanki rehineleri Malezya’dan kaçırması ise belki Malezya’nın özerklik anlaşmasına destek vermesine bir tepkiydi. Sonuçta olayla birlikte Moro meselesi bir kez daha yoğun bir şekilde dünya gündemine geldi. Ama olumsuz bir manzarayla gündeme geldiğinden bu olay Moro’nun bağımsızlık davasına bir yarar sağlamadı. Son rehine alma eyleminde de yine bu gruba bağlı milisler tarafından Amerikalılar rehine alındı ve birçok kez rehinelerin öldürüleceği tehdidi yapıldı. Bu tehditlerin amacı Filipinler yönetimine yöneltilen direktiflerin kabul edilmesini sağlamaktı. Ancak Filipinler yönetimi bu direktifleri ve tehditleri ciddiye almadı. Son rehine olayının da önceki kadar olmasa bile Moro davasının prestijine dünya kamuoyu nezdinde olumsuz bir tesir yaptığı söylenebilir. Fakat Moro halkının bağımsızlık mücadelesini rehine eylemlerinin dışında değerlendirmek gerekir. MILF lideri Selamet Haşim daha önceki rehine eyleminde yaptığı açıklamada, insanları rehin alarak bir şeyler yapma metodunu asla kabul etmediklerini ve buna kesinlikle karşı olduklarını ifade etmişti. MILF bu arada, Filipinler yönetimiyle bazı görüşmeler de yapmaktadır. Yapılan görüşmeler sonunda iki hafta önce MILF ile Filipinler arasında bir ateşkes anlaşması imzalandı. Bu anlaşma Filipinler’in yeni cumhurbaşkanının gözetiminde gerçekleştiğinden, yeni cumhurbaşkanının müspet bir yaklaşımı olarak değerlendirilmektedir. Anlaşma Malezya’nın gözetiminde yürütülen beş günlük gizli görüşmelerin sonunda gerçekleştirildi. Bu, Filipinler yönetiminin önemli bir tavizi olarak değerlendiriliyor. Çünkü bundan önceki yönetim Moro meselesinin kendi iç meseleleri olduğunu, dolayısıyla dışarıya taşınamayacağını iddia ediyordu. Son ateşkes anlaşması Filipin askeri güçlerinin kontrolünde tutulan bölgelerin durumlarının belirlenmesi için karşılıklı görüşmeler yapılmasını öngörüyor. Anlaşma, Güney Filipinler’e bölgedeki Müslüman halkın kendi İslami kanunlarını uygulamalarına fırsat verecek tam özerklik verilmesi hakkında görüşmeler yapılmasını da öngörüyor ve gerçek özerkliğin uzun yıllardan beridir devam eden bu anlaşmazlığı kesin çözüme kavuşturacak bir özerklik olacağı vurgulanıyor. Bu arada MILF’nin bölgede tam bağımsız bir devlet kurma idealini rafa kaldırarak özerk bir yönetime dayalı çözüm arayışını kabullenmesi de onun tarafından verilen bir taviz olarak değerlendiriliyor. Fakat bu hareket hali hazırda MNLF ile yapılan anlaşmalara dayalı olarak kurulan özerk yönetimin çok zayıf olduğunu, bölgedeki Müslümanların haklarının alınması konusunda söze gelir bir şey sağlayamadığını vurguluyor. Hareket adına yapılan açıklamada Manila’daki yönetimin işi ciddiye alması ve gerçek anlamda bir özerklik sağlaması durumunda bölgede özerk bir yönetim oluşturulmasını kabullenecekleri dile getirildi. 362 ■ İslâm Birliği / Tarihte Günümüzde ve Gelecekte Bu gelişmeler, Manila’daki yönetimin MNLF ile yapılan anlaşmaların Moro meselesini kesin çözüme kavuşturmadığını ve MILF’yi de karşısında bir taraf olarak görmek zorunda olduğunu kabullenmesi anlamına geliyor. Ancak hadise şimdilik bir ateşkes aşamasındadır.. Yapılan görüşmelerin kesin bir anlaşma getirip getirmeyeceği konusunda şimdilik kesin bir şey söylenemiyor. Ancak bölge Müslümanlarının haklarının güvence altına alınacağı bir anlaşmanın gerçekleşmesi Müslümanların lehine olacaktır. Çünkü otuz yıldan fazla zamandır süren savaş Müslümanların pek çok imkândan mahrum bırakılmasına sebep olmuş. Kesin anlaşma yapılması durumunda bölgeye yabancı sermayenin yatırım yapması da söz konusu olabilecek. Orası için yabancı sermaye denince de ilk etapta Malezya şirketleri akla geliyor. Bu ise bölgedeki Müslümanların yararına olacak. Moro Müslümanları bir çatı altında toplanmaya başladı fakat zulüm artarak devam etti. Filipinler Devlet Başkanı Ferdinand Marcos’un 1972’de ülkede sıkıyönetim ilan etmesiyle, Macellan’ın tohumlarını ektiği ‘misyonerlik faaliyetleri’ tekrar canlandı. Özellikle eğitim ve ibadet kurumlarını hedef alan milis güçler, Müslümanlara Hıristiyan olmaları için para teklif ediyor, ansızın cami basıp insanları kurşuna diziyordu. On binlerce insanın ölmesine/öldürülmesine sebep olan bu olaylar sonrasında Moro Ulusal Kurtuluş Cephesi (MNLF),Devlet Başkanı Marcos ile masaya oturdu ve 1976 yılında Filipinler tarihinde ilk kez Müslümanlar adına bir “özerklik” antlaşması imzalanmış oldu. Anlaşmanın hiçbir somut kazanımı olmadığını düşünen Selamet Haşimi, 1978 yılında teşkilatın büyük çoğunluğuyla birlikte Moro Ulusal Kurtuluş Cephesi’nden ayrılarak silahlı mücadeleye devam etmek üzere Moro İslami Kurtuluş Cephesi’ni (MILF) kurdu. Misvari ve Marcos arasındaki antlaşma 1996 yılında yenilendiyse de Filipinler yönetiminin olumlu hiçbir adım atmaması, adadaki Müslümanların büyük çoğunluğunun Selamet Haşimi’ye ve Moro İslami Kurtuluş Cephesi’ne verdikleri desteği artırdı. Kısa bir süre sonra ise Filipinler yönetiminin Moro İslami Kurtuluş Cephesi’nden başka hiç bir muhatabı kalmamıştı. Böylelikle o tarihe kadar gerilimle devam eden barış süreci, Türkiye, Malezya, Suudi Arabistan ve Japonya’nın katkısı, direnişçilerin ve devlet yönetiminin de çabalarıyla 2009 yılında gerçek anlamda başlamış oldu. Normalleşme evresine giren sürecin en önemli adımlarından biri ise 2-7 Ekim 2012 tarihlerinde Kuala Lumpur’da düzenlenen ‘32. Barış Görüşmeleri Turu’ sonucunda atıldı. İmzalanan ‘Genel Çerçeveli Anlaşma’ kapsamında Bağımsız Gözlemci Heyeti kuruldu. Kurul, Moro barış sürecinin tarafları arasında imzalanan bütün anlaşmaların uygulanmasını gözlemleyip değerlendirmelerde bulundu. İki yıl boyunca araştırıp hazırladıkları, normalleşme ve Bangsamoro kara sularının nasıl paylaşılacağıyla ilgili iki madde üzerinde de mutabakat sağlanınca 27 Mart 2014’de imzalanan ‘Kapsamlı Anlaşma’ ile ‘barış’ elle tutulur hale geldi. Nahcivan ■ 363 ‘KAPSAMLI BARIŞ ANTLAŞMASI’ NELER GETİRİYOR? 1. Moro, Bangsomoro adıyla özerklik kazanacak ve 2 yıl boyunca Moro İslâmî Kurtuluş Cephesi tarafından yönetilecek. 2. 2016 yılında Müslümanların ağırlıkta olduğu bazı bölgelerde özerk yönetime katılım referandumu yapılacak. Ayrıca aynı yıl yapılacak seçimlerde bölgede kurulacak olan partiler de yönetim için yarışacak. 3. Seçimle belirlenecek bir parlamento oluşturulacak, buradan seçilecek bir başbakanın kuracağı hükümet bölgeyi yönetecek. 4. İslâm hukukuna göre hazırlanan bir temel yasa ve aynı şekilde İslâm hukukuna uygun . mahkemeler kurulacak. 5. İç işlerinde bağımsızlık kazanacak olan Moro’da iç güvenliği Moro yönetimine ait polis sağlarken, dış güvenlik Filipinler hükümetinin sorumluluğunda olacak. 6. Ayrı bir bütçeye sahip olacak olan Moro hükümeti, bölgedeki yeraltı kaynakları gelirinin de %75›ini alacak. 7. Bölge içerisindeki eğitim, hukuk, seçimler gibi hususlar Moro yönetimi tarafından düzenlenecek. 8. 2016 yılında tamamlanması öngörülen geçiş sürecinde, silahsızlanma süreci eş zamanlı olarak ilerleyecek. Karşılığındaysa ordunun bölgeden çekilmesi süreci, bağımsız komisyonlar aracılığıyla denetlenecek. NAHCIVA Resmî Adı: Nahcivan Özerk Cumhuriyeti Başkenti: Nahcivan Önemli Şehirleri: Babek, Sederek, Şahbuz, Şerur, Ordubâd ve Culfa ilçelerinden oluşmaktadır. Bu idarî bölgelere tâbi dört şehir, iki büyük kasaba ve 215 köy mevcuttur. Yüzölçümü: 5.502 km2 Nüfusu: 500.000 Etnik Yapı: Etnik yapı ise 01.08.2011 resmi verilerine göre 405.900 Azerbaycan Türkü, 2.280 Kürt, 517 Rus, 140 Ukraynalı, 91 Tatar, 147 Ermeni, 11 Lezgi, Dil: Azerice Din: İldenizliler döneminde Nahcivan gelişmiş kültür merkezlerinden biriydi. Bu devirde şehirde medreseler faaliyet gösteriyordu. Şehirde 13-15. yüzyıllarda genellikle Nahcuvânî ve Neşevî nisbeleriyle tanınan çok sayıda ilim adamı yaşamış, tarih, fıkıh, dil, tıp gibi dallarda eserler kaleme alınmıştır. 364 ■ İslâm Birliği / Tarihte Günümüzde ve Gelecekte Coğrafî Durumu: Aras nehrinin sol kolu olan Nahcivan çayının sağ kıyısında deniz seviyesinden 910 m. yükseklikte kurulmuştur. Nahcivan’ın merkezini oluşturduğu Nahcivan Özerk Cumhuriyeti kuzey, kuzeydoğu ve doğuda Ermenistan, güneyde İran ve kuzeybatıda Türkiye ile komşudur. İran sınırı Aras nehrini izlemektedir Yönetim Şekli: Nahcivan içişlerinde özerk, savunma ve dış politikasında ise Azerbaycan’a bağlı bir statüye sahiptir. Yasama organı 45 üyeli Âli Meclisten, yürütme organı ise Bakanlar Kurulundan oluşan Nahcivan’da yargı görevi bağımsız mahkemelerdedir. Nahcivan, Türkiye’nin de taraf olduğu 1921 Moskova ve Kars Antlaşmaları uyarınca özerk statüsü devam etmek kaydıyla Azerbaycan’a bırakılmıştır. Bu çerçevede Türkiye de Nahcivan’ın statüsünün devamında dolaylı olarak bir güvence unsuru haline gelmiş ve Nahcivan’ın toprak bütünlüğünü kabul etmiştir. Tarihi: Efsaneler ve halk rivayetlerinde burası Nuh’un gemisinin durağı olarak tasvir edilir. Şehrin adının geçtiği ilk kaynak II. yüzyılda kaleme alınmış olan Batlamyus’un coğrafya kitabıdır. Bu eserde şehrin adı Naksuana şeklinde geçer. Ermeni tarihçileri Horenli Moses ve Faustos Buzand milâttan önce VI. yüzyıl olaylarını anlatırken Nahcivan bölgesinden bahsederler. Sâsânî paralarında şehrin adı Naḫç olarak yazılmıştır (VI. yüzyıl). IX-X. yüzyıllarda Belâzürî, İbn Hurdâzbih, İbn Rüste ve İstahrî gibi coğrafyacılar burayı Neşevâ adıyla anmışlardır. Bu eserlerde şehrin Sâsânîler tarafından kurulduğu belirtilir. XII. yüzyıldan itibaren şehrin adı bugünkü söylenişini kazanmış görünmektedir. XIII-XVII. yüzyıl yazarlarından Reşîdüddin Fazlullah-ı Hemedânî, Hamdullah el-Müstevfî, Mîrhând, Şeref Han Bitlisî, Kâtib Çelebi burayı Nehcevan; Hasan-ı Rûmlû, İskender Bey Münşî Nehçevan; Yâkūt el-Hamevî Nahcuvân, Nakcuvân, Neşevâ; Abdürreşîd el-Bakuvî ve Müneccimbaşı Nakcuvan şeklinde kaydetmişlerdir. Hamdullah el-Müstevfî ve Evliya Çelebi şehrin adını Nakş-i Cihân (dünyanın süsü) olarak açıklamışlardır. Evliya Çelebi burayı Turan Hükümdarı Efrâsiyâbın kurduğunu yazar. Nahcivan, Hz. Osman (r.a.) devrinde İslâm ordularının Kafkasya’ya yönelik askerî harekâtı sırasında Habîb b. Mesleme tarafından fethedildi. Arapların burada Bizanslılarla yaptığı savaşlar şehrin içtimaî ve ticarî hayatını olumsuz şekilde etkiledi. Arapların idaresine geçtikten sonra Muâviye b. Ebû Süfyân’ın İrmîniye ve Azerbaycan Valisi Abdülazîz b. Hâtim el-Bâhilî gibi yöneticiler döneminde esaslı şekilde onarım gördü ve etrafına Arap aşiretleri yerleştirildi. IX. yüzyılın başlarında burası Abbâsî hilâfetine karşı isyan eden Bâbek’in etki alanı içinde bulunuyordu. 9. yüzyılın sonlarında Abbâsî hilâfetinin zayıflamasıyla şehir Sâcoğullarının hâkimiyetine girdi.Bu son tarihte Karakoyunlu devleti sınırına dahil edildi. 1429-1435 yıllarında yeniden Timurluların idaresine geçti. 1435-1468 tarihlerinde Karakoyunluların hâkimiyeti altındaydı, XV. yüzyıl sonlarına kadar Akkoyunluların idaresinde Nahcivan ■ 365 kaldı. Safevî Devletinin ortaya çıkışı sırasında 1501’de Şerur adlı yerde Akkoyunlularla Safevîler arasında yapılan savaştan sonra burada Safevî hâkimiyeti kuruldu. 1514 yılına kadar Safevîlerin elinde kalan Nahcivan, Çaldıran yenilgisinden sonra Yavuz Sultan Selimin emriyle yağmalandı. Ardından terkedildi ve burada yeniden Safevî idaresi kuruldu. Şehir ve yöresi 1530’lu yıllardan itibaren baş gösteren Osmanlı-Safevî çatışmasından etkilendi, kısa aralıklarla Osmanlı idaresi altına girdi. 1534 ve 1548’de Osmanlıların yaptığı İran seferleri esnasında Nahcivan yeniden kısa süre için Osmanlılara bağlandı. 1553 yılında Kanûnî Sultan Süleyman’ın çıktığı üçüncü İran seferinin hedefi ise doğrudan Nahcivan oldu. Osmanlı kaynaklarında ‘Nahcivan seferi’ adıyla bilinen ve Safevîlerin daha önce yaptıkları tahribatın öcünü almak, onları barışa zorlamak için intikam amacıyla yapıldığı belirtilen sefer sırasında şehir ele geçirildi ve yağmalanıp tahrip edildi. 1578’de yeniden başlayan Osmanlı-Safevî mücadelesinde Osmanlıların eline geçti ve şehirde ilk defa kalıcı şekilde Osmanlı idaresi kuruldu; stratejik önemi dolayısıyla esaslı şekilde güçlendirildi. 1603’de Safevî hükümdarı Şah Abbas Nahcivan’ı Osmanlılardan geri aldı. İki yıl sonra Osmanlılar Safevîlerle tekrar savaşa başladıklarından Şah Abbas, Nahcivan ve diğer şehirlerin nüfusunu toplu şekilde sürme, evlerini ve tarlalarını yakma emri verdi. Bundan dolayı Nahcivan’ı ele geçiren Osmanlılar burada tutunamadı. IV. Muradın Revan seferi esnasında Osmanlılar yeniden Nahcivan’a girdiler 1635’de kısa bir süre kalıp geri çekildiler. 18. yüzyılda Safevî devleti dağılmaya başladığında Rusya ve Osmanlı devleti birbirlerinin burada yerleşmesine engel olmak amacıyla Safevîlere karşı askerî harekete girişti. 1723-1724 Kafkasya bölgesi Rusya ve Osmanlı devleti tarafından zapt edildi ve Temmuz 1724 İstanbul’da imzalanan antlaşmaya göre Safevîlerin Hazar denizi bölgesi Rusya’ya, Tiflis, Revan, Gence-Karabağ, Tebriz, Erdebil eyaletleri Osmanlı devletine verildi. Safevî Şahı Sultan Hüseyin bu antlaşmayı reddedince Osmanlılar adı geçen eyaletleri ele geçirdi. Nahcivan da Nahcivan sancağının merkezi olarak 1724-1735 yıllarında Osmanlı idaresinde kaldı. 1736’da Nâdir Şah, Nahcivanı Kuzey ve Güney Azerbaycan topraklarını içine alan Azerbaycan eyaletinin şehri olarak I. Abbas devrinde olduğu gibi Kengerli ulusunun ileri gelenlerinin idaresine verdi. Nâdir Şahın ölümünden sonra Nahcivan şehri bu dönemde ortaya çıkan Nahcivan hanlığının Rusya’ya ilhakına kadar (1828) bu hanlığın merkezi oldu. Gerek ekonomisinin gelişmişliği gerekse askerî gücü bakımından diğer hanlıklardan farklı durumda bulunmayan Nahcivan Hanlığı komşu Karabağ Hanlığı ile askerî-siyasî birlik içindeydi. 1780li yıllarda Nahcivan Hanlığı Hoy, Karabağ, Revan ve Kartli-Kahet hanlıklarının saldırılarına uğradı. . Ardından Nahcivan’a ABD ordusu girdi. ABD hükümeti temsilciliği Nahcivan’da yönetimi tam anlamıyla ele geçirmek için yerli milliyetçiler, Musâvatçılar, Taşnaklar ve Türkiye temsilcisi Halil Bey ile Nahcivan’ın statüsü üzerine 366 ■ İslâm Birliği / Tarihte Günümüzde ve Gelecekte görüşmeler yaptı. Durumu kuvvetlenen ABD, Azerbaycan ve Ermenistan hükümetlerine Nahcivan ve Şerûr-Dereleyez kazalarından oluşan bir bölge valiliği kurup başına bir ABD vatandaşının getirileceğini bildirdi. Fakat Nahcivanlılar buna karşı çıktı. Siyasî istikrarı bozmak için ABD temsilcileri Taşnaklarla iş birliği yaptı. 1919 sonlarında bölgede Türklere yönelik büyük bir katliama girişildi. Mart 1920de Türk ordusu Nahcivan’a girerek buna son verdi. Yerli komünistlerin desteğini sağlayan XI. Kızılordu 28 Temmuz 1920de Nahcivan’a girip komünistleri iktidara getirdi ve Nahcivan SSC’ni kurdu. 1921de Karsta Rusya hükümeti temsilcisinin de katıldığı kongrede Türkiye ve Kafkasya cumhuriyetlerinin imzaladığı antlaşma ile Nahcivan, SSC Azerbaycan SSC’nin özerk kısmı olarak tanındı. 9 Şubat 1924’te Nahcivan SSC, Azerbaycan’ın içinde Nahcivan Özerk Cumhuriyeti statüsü aldı. 1991’de bağımsızlığını ilân eden Azerbaycan Cumhuriyetinin Kasım 1995’te kabul edilen anayasasına göre Nahcivan Özerk Cumhuriyeti, Azerbaycan Cumhuriyetine tabi özerk bir devlet, Nahcivan şehri de onun başşehridir. İç Problemleri: Nahcivan bağımsız olduğu 1991 ile 2000 yılları arası, Sovyet sisteminden serbest pazar ekonomisine geçişin sıkıntılarını yaşamıştır. Sovyet zamanından kalma kolhoz ve sovhozlar 2000 yılında vatandaşlara dağıtılmıştır. Sulama sistemi yenilenmiş, şahıs mülküne geçen arazilerde verim artmıştır. Dış Problemleri: Azerbaycan’a bağlı olmakla birlikte, bu ülkeyle fiziki bağlantısı olmayan Nahcivan, Türk devletleri arasında Türkiye ile kara sınırı bulunan tek toprak parçasıdır. Türkiye ile Nahcivan arasında 17 km’lik bir sınır bulunmaktadır. Nahcivan şehir merkezi ile Türkiye’nin Iğdır şehri arasındaki uzaklık 160 km olup, iki şehir karayolu ile birbirlerine bağlanmıştır. Ülkede İslâmiyet: Nahcivan, Hz. Osman (r.a.) devrinde İslâm ordularının Kafkasya’ya yönelik askerî harekâtı sırasında Habîb b. Mesleme tarafından fethedildi. Bugüne kadar hep İslâm yurdu olarak kaldı.1 Ekonomi: İldenizliler devletinin başşehri olduğu dönemde burada dokumacılık, inşaat, demircilik, halıcılık, kuyumculuk vb. alanlar başlıca zanaat dallarını oluşturuyordu. Üretilen mallar Nahcivan çarşısında satılır ve diğer ülkelere de ihraç edilirdi. Şehir civarında ahali ziraat, bağcılık, balıkçılıkla uğraşıyor ve tuz çıkarıyordu. Tahıl ekimine önem verilmiş, tahıl ekili araziler bu dönemde %55ten, %63e çıkmıştır. Eskiden ekilen pamuk, tütün yerine ayçiçeği ve şeker pancarı ekimine başlanmıştır. Sebze ekili alanlar 10 kat, patatesin alanı 25 kat artmıştır. Baklagil verimleri yüksektir. Para Birimi: Azerbeycan Manatı (AZN) Sanayi: Günümüzde deri işleme, ipekçilik ve mobilya yapımı alanlarında Azerbaycan’ın bir sanayi şehri durumundadır. 1 İslâm Ansiklopedisi, TDV. Patani (Tayland) ■ 367 Eğitim: Rusya’ya ilhakından sonra Nahcivan’da biri Türkçe ders veren okul olmak üzere sadece dört mektep açılmıştır. Sovyet döneminde bir üniversite, tiyatro, Azerbaycan Bilimler Akademisi şubesinden teşekkül eden eğitim, araştırma ve kültür merkezleri bulunan Nahcivan’da 1991den itibaren Ziraat, Tıp enstitüleri ve diğer okullarla dokuz kültür merkezi ve dört müze kurulmuştur.

PATANI (TAYLAND)

Resmî Adı: Tayland Krallığı, Başkenti: Bangkok Önemli Şehirleri: Samut Prakan, Nonthaburi, Udon Thani, Chon Buri ve Nakhon. Yüzölçümü: 513.115 km2 Nüfusu: 70.078.000 (2022),1 Etnik Yapı: Nüfusun %75’i Tay, %14’ü Çin, %4’ü Malay kökenlidir. Dil: Malayca ve Tayca Din: Çoğunluk Budist olup (% 90) Müslümanların oranı %10’dur. Coğrafî Durumu: Ülkenin batısında Andaman denizi, batı ve kuzeybatısında Myanmar, kuzeydoğusunda Laos, güneydoğusunda Kamboçya, güneyinde Malezya ve Tayland (Siyam) körfezi yer alır. Tayland’da tropikal muson iklimi hâkimdir. Ülkenin büyük kesiminde mayıs ayından eylüle kadar sıcak güneybatı musonları Hint Okyanusu üzerinden bol yağış getirir. Kasımdan mart sonuna kadar daha az yağışa yol açan kuru ve ılık kuzeydoğu musonları etkilidir. Ormanlar Tayland topraklarının sadece %25’inde kalmıştır. Yönetim Şekli: Parlamenter Monarşi, 76 il, 877 ilçe mevcuttur. Tarihi: 1910’da VI. Rama unvanıyla kral olan Vajiravudha zorunlu eğitim uygulamasını başlattı. 1917’de I. Dünya savaşı sırasında müttefik ülkeler safına katılan Tayland, batılı ülkelerle ilişkilerini dengeli tutmaya çalıştı. 1925’te VII. Rama ülkedeki modernleşme sürecini devam ettirdi. 1932 yılında bir grup öğrencinin darbe girişimi neticesinde Kral Prajadhipok, ülkede mutlak monarşi yerine anayasal monarşiye geçip parlamenter bir yönetim kurmak zorunda kaldı. 1933’te ilk millet meclisi oluşturuldu. 1935’te kral tahttan indirildi; yönetim konseyi, o sırada İsviçre’de okuyan kralın on yaşındaki kardeşi Ananda’yı VIII. Rama unvanıyla tahta çıkardı. Tayland, II. Dünya savaşında Japonya ile ittifak kurup Japon askerî birliklerinin ülkeye 1 www.ticaret.gov.tr (Mayıs-2022 Erişim) 368 ■ İslâm Birliği / Tarihte Günümüzde ve Gelecekte girişine izin verdi. Savaş yıllarında Phibul yönetimi, bir taraftan batılı müttefik ülkelere karşı Japonya ile askerî ittifak kurarken diğer taraftan ülkedeki Japon aleyhtarı direniş hareketinin sürmesine göz yumdu. Savaşın ardından Japon karşıtı hareketi destekleyen Pridi Phanomyang 1945’te başbakanlığa gelirken Phibul savaş suçlarından hapse atıldı. 1974’te yeni bir anayasa hazırlanıp siyasî partilerin kurulmasına izin verildi. 1977’de General Chomanand yeni bir darbe yaptı, 1978’de yeni anayasa hazırlandı ve iki meclisli bir parlamento oluşturuldu. 1990’lı yıllardan itibaren demokrasiye ve kalkınmaya önem veren Tayland 1997’deki Asya malî krizinden etkilenmesine rağmen kısa sürede toparlandı. 500 sandalyeli temsilciler meclisi ve 200 sandalyeli senato olmak üzere iki meclisli bir yasama sistemi benimsendi. Temel özgürlükler genişletildi, seçilmiş hükümetlere daha fazla yetkiler tanındı ve ülkede demokratik bir sistem oluşturulmaya çalışıldı. 26 Aralık 2004 tarihinde Hint Okyanusu’nda meydana gelen tsunamide ülkenin güneybatı sahilindeki Phuket ve Khao Lak turizm merkezlerinde binlerce kişi öldü veya kayboldu. 6 Şubat 2005’teki seçimlerde iktidar partisi lideri Thaksin Shinawatra ezici bir çoğunlukla seçimleri ikinci defa kazanan ilk Tayland başbakanı oldu. 23 Aralık 2007 tarihindeki serbest seçimlerle demokratik hayata dönüldü.1 Ekonomi: Tayland doğu ve güneydoğu Asya’nın ekonomisi gelişmiş ülkeleri arasında yer almaktadır. 2000 yılında tarımın payı %11,4 ve hizmetlerin payı %45,5’e düşmüş, sanayinin payı ise %43,1’e çıkmıştır. Coğrafî şartlar tropikal ve subtropikal ürünlerin yetiştirilmesine imkân tanımaktadır. Nüfusun yaklaşık yarısı geçimini tarımsal faaliyetlerden sağlar. En önemli ürünler pirinç, mısır ve şeker kamışıdır. Tayland dünyanın önde gelen pirinç üreticileri arasındadır. Tayland’ın kuzeyinde soya fasulyesi, mungbean ve tütün, doğusu ile güneyinde tropikal meyveler ve kauçuk en çok yetiştirilen ürünlerdir. 2000 yılında büyük ölçüde otomotiv ve diğer sanayi ürünleri öne çıkmıştır. Ayrıca ülkede başta tekstil sanayii olmak üzere dünyanın tanınmış markaları için üretim yapılmaktadır. 2008 yılında temel imalât sanayi ürünleri ihracatı toplam ihracatın % 75’ini oluştururken ithalâtta ham madde ve yarı mamul maddelerle (% 40-43) temel mallar (%24-28) ön sıradadır. Tayland’ın en çok ithalât ve ihracat yaptığı ülkeler ABD, Japonya, Çin ve Malezya’dır. Yer altı kaynakları florit, jips, kurşun, linyit, doğal gaz, kalay ve tungsten olan Tayland, Kanada’dan sonra en büyük jips ihracatçısı ülke durumundadır. Tayland turizm gelirleri açısından şanslı sayılabilir. Phuket adası, Bangkok, ülkedeki tarihî şehirler ve doğal güzellikler turistler için başlıca çekim merkezlerini oluşturmaktadır 1 İslâm Ansiklopedisi, TDV. Patani (Tayland) ■ 369 Para Birimi: Tayland Bahtı Ulaşım: Ülkenin topoğrafik özellikleri ulaşım sisteminin gelişmesine imkân sağlamıştır. Yaklaşık 4.000 kilometrelik dar demiryolu hattı karayolu ulaşımına destek vermektedir. Ayrıca 4000 kilometreye yaklaşan uzunluğu ile kara içi suyolları da kullanılmaktadır. Bangkok, Laem Chabang, Pattani, Phuket, Sattahip, Si Racha ve Songkla ülkenin limanları; Don Muang, Suwennabhumi, Chiangmai, Pattani ise havaalanlarıdır. Üye Olduğu Kuruluşlar: 1998 yılından itibaren (İİT) İslâm İşbirliği Teşkilatı’na gözlemci sıfatıyla katılan Tayland, 1967’de kurulan Bölgesel İşbirliği Teşkilâtı Güneydoğu Asya Uluslar Birliği’nin (ASEAN) aktif üyesidir. Ülkede İslâmiyet: Nüfusun %90’nın Budizm’e mensup olduğu Tayland’da İslâmiyet ülkenin ikinci büyük dini olup Müslüman nüfus oranını %10’dir. Patani Müslümanları denilen grup kendi bölgelerinde nüfusun çoğunluğunu teşkil etmektedir. Nitekim Narathiwat’ta %80, Patani’de %85, Songkla ve Yala’da %70, Satun’da %65 oranında Müslüman nüfus kaydedilmiştir. Malay kökenli Müslümanlar, geçmişteki Tay yetkililerinin aktif asimilasyon politikalarına rağmen kendi etnik ve dinî kimliklerini korumuştur. Ana dilleri Malayca’dır ve Malay gelenek ve göreneklerini takip etmektedir. Tamamı Sünnî olup amelde Şâfiî mezhebine mensuptur. Malay kökenli Müslümanların yaşadığı Büyük Patani yöresi XII. yüzyılın sonlarına doğru Arap, Fars ve Hint kökenli Müslüman tacirlerin bölgedeki ticarî faaliyetleri neticesinde İslâmiyet’le tanıştı ve tahminen 1457’de Patani kraliyet ailesinin Müslüman olmasıyla birlikte İslâmiyet bölgede kalıcı şekilde yerleşti. Patani sultanlığı ve özellikle 1511’de Malaka’nın Portekizliler’in eline geçmesiyle Malay yarımadasının batısındaki limanı Müslüman gemici ve tüccarların uğradığı en önemli ticaret merkezi haline geldi. 15 ve 16. yüzyıllarda Portekiz denetimindeki Malaka’ya karşı kuzeydeki Budist Ayutthaya Krallığı ile ittifaklar kuran Patani, 16 ve17. yüzyıllarda Malay yarımadasındaki en büyük sultanlıktı. 1688-1729 yılları arasında Kelantan sultanlığının idaresi altında kaldı. an Patani 1786’da Tayland’ın işgaline uğradı. Diğer komşu Malay hanedanları üzerinde de bir süre hâkimiyet tesis eden Tayland’ın Patani bölgesindeki egemenliği 10 Mart 1909’da imzalanan İngiliz-Siyam Antlaşması ile uluslararası meşruluk kazandı. Bu antlaşmayla birlikte Patani sultanlığına bağlı Patani, Yala ve Narathiwat bölgeleriyle Kedah Sultanlığına bağlı Satun bölgesi Tayland sınırları içinde kaldı. Bölge dört ayrı idarî birime ayrılarak yönetim zamanla Malaylı racalardan Tay sivil görevlilerin eline geçti. Müslümanların evlilik ve miras konuları dışındaki bütün hususlar Tayland kanunlarına tâbi kılındı. Ülkede eğitimin merkezî hale gelmesiyle birlikte Malaylı Müslümanlar Tay ilkokullarında okumak ve Tay dilini öğrenmek zorunda kaldı. Kültürel, etnik ve dinî bakımdan Budist Taylar’dan büyük farklılıklar gösteren Patani halkı ve liderleri, özellikle eski sultanlık ailesi mensupları öncülüğünde zaman zaman isyan hareketlerine giriştiler. 370 ■ İslâm Birliği / Tarihte Günümüzde ve Gelecekte 1903’te Raca Tengku Abdülkadir bölgeye tayin edilen Taylı idareci ve memurlara karşı sivil itaatsizlik hareketi başlattı. Otuz üç ay hapiste kaldıktan sonra serbest bırakılan Raca Abdülkadir, Malezya’nın Kelantan eyaletine sürgüne gönderildi ve 1933 yılında ölümüne kadar faaliyetlerine buradan devam etti. 1948 yılında Patanili lider Hacı Sulong bir grup arkadaşıyla birlikte hükümetten geniş idarî özerklik talebinde bulundu. Hükümetin bu taleplere Hacı Sulong ve arkadaşlarını tutuklayarak cevap vermesi üzerine bilhassa Narathiwat bölgesinde tekrar isyan hareketleri ortaya çıktı. 1948’de bazı Patanili liderlerin İngiltere ve BM nezdindeki girişimleri sonucu, hükümet Ekim 1949’da bölgeye göndereceği memurların özel eğitimden geçirilmesi, Müslüman memurların kamu kurumlarında geleneksel elbiselerini giyebilmesi, cami ve diğer dinî merkezlerin inşasına devlet yardımının sağlanması, Bangkok’ta bir İslâm kolejinin açılması, evlilik ve mirasla ilgili konuların İslâm hukukuna göre yürütülmesi gibi hususları ihtiva eden hakları vermeye razı oldu. Ancak bunların sadece bir kısmı uygulamaya konuldu ve hükümetler, bu defa kültürel asimilasyona başvurmadan siyasî entegrasyonu sağlayacak bir politika izlemeye başladılar. Taylandlı Müslümanlarla ilgili konularda hükümete danışmanlık yapmak üzere Bangkok’ta bir İslâm işleri danışmanlığı ve O’nun başkanlığında merkezî İslâm konseyi kuruldu. Müslüman bölgelerinde bu konseyin yerel birimleri halinde mahallî İslâm konseyleri oluşturuldu. Fakat bu rahatlama döneminde bile Malaylı Müslümanlar arasında hoşnutsuzluk devam etti. Bazı örgütler Tayland’ın egemenliğini kabul ederek sadece otonomi hakları elde etmek için mücadele ederken bazıları tam bağımsızlık taraftarı bir tutum izledi. Bütün bu grupları ayrılıkçı diye niteleyen Tay hükümet yetkilileri ne özerklik ne de bağımsızlık taraftarı gruplarla diyalog içine girdi. Bağımsızlık taraftarı en güçlü teşkilâtlar arasında Patani Birleşik Kurtuluş Teşkilâtı, Patani Millî Kurtuluş Cephesi ve Millî İnkılâp Cephesi yer almaktadır. Bu hareketlerin ana merkezi ve üst düzey yetkilileri ülke dışında, Malezya ve diğer İslâm ülkelerinde bulunmakta ve bazı Ortadoğu İslâm ülkelerinden destek almaktaydı. Ortadoğu ülkelerinde eğitim gören Malaylı öğrencilerin ve geleneksel dinî liderlerin desteğiyle kurulan Patani Millî Kurtuluş Cephesi bağımsız Patani için hem siyasî hem silahlı mücadele yolunu benimserken 1968’de oluşturulan, özellikle yurt dışındaki Malaylı öğrencilerin desteklediği Patani Birleşik Kurtuluş Teşkilâtı, Malay ve Müslüman kimliğini ön planda tutan bir çizgi takip etti. Müslüman bölgelerinde eğitimin geliştirilmesine büyük önem veren hükümet yeni ilköğretim ve ortaöğretim okulları, halk eğitim merkezleri ve meslekî kurs programları açarak eğitim seviyesinin yükseltilmesine çalıştı. 2.000 kadar caminin tamirine ve 200’ü aşkın Müslüman okulunun yapımı ve onarımına destek verildi. Yüksek öğrenim seviyesinde Bangkok ve Yala’daki İslâm kolejlerinin yanı sıra biri Patani, diğeri Hat Yai şehrinde iki kampüslü yeni bir üniversite açıldı. Malaylı Patani (Tayland) ■ 371 Müslüman öğrencilerin üniversiteye girişini kolaylaştırmak amacıyla burslar verildi. 1980’li yıllardan itibaren Müslüman kadınların iş hayatında örtülü olarak çalışmalarına ve resmî evraklarda başörtülü fotoğraf kabulüne izin verildi. Tayland’da Müslüman toplumu temsilen kral tarafından tayin edilen bir “chularajmontri” (bir nevi Şeyhülislâmlık) makamı ve onun başkanlığındaki Tayland İslâm Merkezi ile yerel seviyedeki İslâm konseyleri Müslüman toplumun din işlerinin yürütülmesinden sorumlu, içişleriyle eğitim bakanlıklarının ortaklaşa denetimi altında çalışan kurumlardır. Chularajmontri, gerek merkezî İslâm konseyi gerekse yerel İslâm konseyleri vasıtasıyla camilerin idaresini düzenlemek, camilere bağış ve yardımları dağıtmak, dinî yayın yapmak, Ramazan ve bayram günlerinin başlangıç ve bitişini ilân etmek, mevlid kutlamalarını ve hac yolculuğunu organize etmek, hac emîri tayin etmek, helâl gıda sertifikası vermek ve bazı noter işlemlerini gerçekleştirmek gibi işler yürütmektedir. Chularajmontri, günümüzde otuz altı Tayland İslâm merkezi üyesiyle yirmi dokuz mahallî İslâm konseyinin başkanları tarafından seçilmekte ve içişleri bakanının teklifi üzerine kral tarafından hayat boyu tayin edilmektedir. Tayland’da Müslüman halk pondok adı verilen geleneksel dinî eğitim kurumlarına sahiptir. Daha ileri seviyedeki dinî eğitim için birçok Malaylı Müslüman öğrenci Ortadoğu İslâm ülkelerine gitmekteydi. 20. yüzyılın başlarından itibaren dinî cemiyetler tarafından hem din derslerinin hem fen ve sosyal bilimlerle ilgili derslerin okutulduğu, medrese adıyla bilinen okullar açılmıştır. Pondokların bir kısmına, hükümetin güney bölgelerinde uygulamaya koyduğu sosyoekonomik kalkınma programları çerçevesinde 1961 yılında aldığı bir kararla devletin denetiminde faaliyetlerini sürdüren ve İslâm din eğitimi de veren özel okullar statüsü tanındı. Müfredat programlarına İslâm diniyle ilgili bazı derslerin yanı sıra fen ve sosyal bilimlere dair dersler de eklenerek köklü bir ıslahata tabi tutuldu. Bazı pondoklar geleneksel işlevlerini günümüzde de sürdürmektedir. Mekke’de eğitim gören Ahmed Vahab, 1926’da Bangkok’un kuzeyinde Tanon Tok’ta açtığı dinî okulda öğrenci yetiştirmeye çalıştı. Patanili Hacı Sulong Abdülkadir Mekke’de eğitimini tamamladı ve 1933’te Patani’de Madrasah al-Maarif al-Wataniah Fatani adıyla özel bir mektep açtı. Burada dinî ilimlerle ilgili derslerin yanı sıra tarih, coğrafya, matematik, dil ve fen dersleri de okutulmaktaydı. Yakın dönemlerde İbrahim Kureşî (Direk Kulsriswasd) Kur’an-ı Kerîm’in, temel hadis kitaplarının ve bazı dinî kitapların Tay diline çevrilmesinde öncülük yaptı. Ayrıca son yıllarda sayıları hızla artan çeşitli dinî cemiyet ve davet hareketleri ortaya çıktı. Taylandlı Müslüman liderler çeşitli partilere katılarak siyasî hayatta görev almaktadır. 2007 yılı seçimlerinde meclise giren 500 milletvekilinden, onu güney bölgelerinden olmak üzere yirmi altısı Müslümandır. Ülkedeki Tay menşeli Müslümanların çoğunluğu Tay vatandaşlığı ile İslâm’ı benimseme arasında bir problem görmezken güneydeki Malay kökenli Müslümanlar etnik, dil ve kültürel 372 ■ İslâm Birliği / Tarihte Günümüzde ve Gelecekte kimliklerinin tanınması yönündeki isteklerini gündemde tutmaktadır. Tayland hükümetleri, bir taraftan güneydeki ayrılıkçı Müslüman hareketleriyle yoğun bir mücadele yaparken diğer taraftan Müslüman halkın sosyoekonomik durumunu iyileştirmeye, eğitim seviyesini yükseltmeye, bölgede kalkınma programları uygulayarak Malaylı Müslümanları Tay toplumuna entegre etmeye çalışmaktadır.1 TANZANYA Resmî Adı: Tanzanya Birleşik Cumhuriyeti- Zengibar Başkenti: Dodoma Şehirleri: Dârüsselâm, Aruşa, Mbeya, Mwanza, Morogoro, Zengibarve Tanga’dır. Nüfusu: 61.510.000 (2022)2 Yüzölçümü: 945.087 km2 Kişi Başına Düşen Millî Gelir: 1.260 USD Etnik Yapı: %99’u teşkil eden Afrika yerlileri 120 farklı kabileden meydana geliyor. Cağrafya: Kuzeyde Kenya ve Uganda, batıda Ruanda, Burundi ve Kongo Demokratik Cumhuriyeti, güneybatıda Zambiya, güneyde Malavi ve Mozambik ile komşudur. Doğuda alçak kıyı ovaları ve adalar, ortada merkezî platolar ve kırık hatlarla (faylar) kuzey ve güney sınırlarında yer alan yüksek dağlar oluşturur. Kıyı ovaları ile 40 km. kadar açıkta bulunan Zengibar ve Pemba adaları en alçak kesimleri teşkil eder. Afrika’nın üç büyük nehri Nil, Kongo ve Zambezi’nin kaynakları Tanzanya’dır. Orta ve güney bölgelerde geniş bir alanın sularını toplayan Rufiji ırmağı doğuya doğru akarak Hint Okyanusu’na dökülür. Tarıma elverişli kısım ancak %4’tür. Tarih: İslâmî dönemdeki tarihi, Müslüman Arapların VII. yüzyılda Doğu Afrika’nın Hint Okyanusu sahillerine gelmesiyle başlar ve bu dönem Tanzanya tarihinin bilinen en erken dönemlerini teşkil eder. 648 yılından itibaren Arap yarımadasından Doğu Afrika sahillerine gelen Müslümanlar bir süre sonra Mogadişu, Süfâle, Melindi, Mombasa, Berâve ve Zengibar şehir devletlerini kurdular ve iç bölgelerdeki yerli krallıklarla ticarî ilişkiler geliştirdiler. Arapların yerli kadınlarla evliliklerinden doğan melezler toplum içinde etkili bir unsur teşkil ettiler. X. yüzyılda Şîraz kökenli İranlı Şiî gruplar bölgeye göç etti. Tanzanya’nın Kilve adasında bir sultanlık kuran Şîrazlılar XII. yüzyılın sonlarında hâkimiyet alanlarını kuzeyde Zengibar ve Pemba, güneyde Mozambik ve Süfâle adalarına kadar genişlettiler ve bu bölgede İslâmiyet’i yaydılar. Kilve’yi, Doğu Afrika’da Somali’den Mozambik’teki Süfâle’ye kadar 1 İslâm Ansiklopedisi, TDV. 2 www.ticaret.gov.tr (Mayıs-2022 Erişimi) Tanzanya ■ 373 uzanan sahil kesimindeki şehirlerde Müslüman Araplar tarafından kurulan devletlerin en güçlüsü haline getirerek Hint Okyanusu ticaret ağının en büyük limanına dönüştürdüler. Bu şehir devletleri Tanzanya’da Kilve ve Dârüsselâm, Mozambik’te Süfâle olmak üzere önemli ticarî merkezler kurdular. Şehir devletleri iç bölgelerdeki yerlilerle ticarî ilişkileri sayesinde elde ettikleri fildişi, bakır ve canlı hayvan gibi malları başta Arap yarımadası olmak üzere Mısır, İran, Hindistan ve Çin’e kadar ulaştırıyordu. 1200 ile 1500 yılları arası, özellikle bölgeye gelen Müslümanların yerli kadınlarla yaptıkları evlilikler neticesinde ortaya çıkan ve ‘sevâhilî’ (sahilliler) denilen melezlere nisbetle adlandırılan Sevâhilî medeniyetinin altın çağı diye nitelendirilmektedir. 1498 ve 1502 yıllarında Kilve’ye gelen Vasco da Gama’nın teşvikiyle harekete geçen Portekizliler, bölgedeki diğer sahil şehirlerinin yanı sıra Zengibar adasını (1503) ve ardından 300 caminin bulunduğu Kilve’yi (1505) işgal ettiler. Camilerin büyük bir kısmını yıktılar ve kendilerine karşı koyan Müslümanları şehid ettiler. Doğu Afrika sahillerindeki Müslümanlar yaklaşık iki asır boyunca Portekiz işgali altında kaldılar. Sömürge kuvvetleri ve misyonerler bu dönemde halkı Hıristiyanlaştırmaya uğraştılar. Müslüman yerlileri de tarım işlerinde çalıştırdılar. Kilve ve diğer şehirlerdeki Müslümanlar başkaldırdılar. İşgal esnasında bütün önemli merkezlerin yakılıp yıkılması yüzünden bölgede ticarî hayat eski canlılığını kaybetti. Bu şehir devletlerinin Portekiz işgalinden kurtarılması için Osmanlı devleti tarafından 1585 ve 1588’de donanma gönderildiyse de başarı sağlanamadı. Öte yandan Uman’da tahtı ele geçiren Ya’rubî hanedanı 1652-1698 yılları arasında Doğu Afrika sahilini Portekizlilerden kurtarmak için seferler düzenledi. Seyf b. Sultan’ın 1698’deki seferinde Mozambik hariç önceden Müslüman emirlerin elinde bulunan şehirlerin tamamı alındı. Portekizliler bölgeden çıkarıldı ve buraların idaresi için Nâsır b. Abdullah el-Mezrûî vali tayin edildi. 1724’te Portekizliler, Kilve ve Patta’yı ele geçirdilerse de 1744’te bu defa Uman Bû Saîd hanedanının kurucusu Ahmed b. Saîd buraları geri alıp Uman Sultanlığı’na bağladı. Seyyid Saîd b. Sultan zamanında Zengibar ve Pemba adaları fethedildi. Seyyid Saîd 1837’de Mombasa’yı ele geçirdikten sonra başşehrini Maskat’tan Zengibar adasına taşıdı. Zengibar Sultanlığı’nın kurucusu sayılan Saîd, Doğu Afrika sınırlarında hâkimiyet alanını Mogadişu’dan Kabo Delgado’ya kadar uzanan bölgede genişletti. Fildişi ve kereste ticaretine ağırlık verdi, ayrıca Zengibar’da karanfil yetiştirilmesi için büyük çaba harcadı. Zengibar dünyanın başta gelen karanfil üreticisi haline geldi. ABD, İngiltere ve Fransa başta olmak üzere çok sayıda ülkeyle ticarî anlaşmalar yaptı. 1856’da Saîd b. Sultân yerine Zengibar sultanı olan oğlu Seyyid Mâcid, Avrupalılarla ilişkilerini yoğunlaştırdı. Ancak Zengibar Uman’dan ayrıldı ve İngiltere himayesini kabul etti. Sömürge Dönemi:1890’da yapılan anlaşmayla Zengibar ve Pemba adaları İngiltere’ye, Tanzanya’nın kara kısmı Almanlara verildi. Tanzanya’nın önemli limanlarından Dârüs-Selâm’ı merkez yapan Almanlar, İngilizlerin kontrolündeki 374 ■ İslâm Birliği / Tarihte Günümüzde ve Gelecekte Zengibar’ın üstünlüğüne son vermek amacıyla Dârüs-Selâm’a önem verdiler ve deniz ticaretinin buraya yönelmesi için muhtelif tedbirler aldılar. İngilizler, Tanzanya’yı önce İngiliz mandası, daha sonra BM emanet bölgesi olarak yönettiler. Ülke 1947’de BM Cemiyeti’nin vekâletine bırakıldı. II. Dünya savaşının ardından bölgede bağımsızlık hareketleri yeniden başladı. Tanzanya’da bağımsızlık yanlıları Mozambik Kurtuluş Cephesi tarafından yürütülen silahlı mücadeleyi desteklediler. Bağımsızlık Dönemi: Asıl bağımsızlık girişimi 1929’da Tanganyika Afrika Cemiyeti’nin kuruluşuyla başladı. Bunu 1934’te Tanganyika Müslüman Cemiyeti’nin kuruluşu izledi. Tanganyika Afrika Cemiyeti’nin amacı herkesi Afrika kardeşliğine önem veren tek bir hedef etrafında toplamaktı. Müslümanların İngiliz sömürgeciliğine karşı ilk önemli direnişi yoğun biçimde yaşadıkları Tanga ve Dârüsselâm’da başladı. 1947’de her iki sahil şehrinde yapılan grevlerle sömürgecilerin ticaret ağı bir ayda büyük zarara uğratıldı. Bu grevlerin lideri Abdül Vâhid Sykes, bir taraftan Tanzanya İslâm Cemiyeti’nin sekreterliğini yaparken diğer taraftan, 1954’te asıl amacı Tanzanya’nın bağımsızlığı için mücadele olan ve ülkede sömürgeciliğe karşı ilk siyasî hareket niteliği taşıyan Tanganyika Afrika Millî Birliği’nin kurucuları arasında yer aldı. Birliğin kurucusu Julius Kambarage Nyerere, BM’in kanunî muhatabı sayıldı. Tanzanya 1 Mayıs 1961’de kendi kendini idare etme hakkını ve aynı yılın 9 Aralık günü Tanganyika adıyla bağımsızlığını elde etti. Bir yıl sonra yine 9 Aralık’ta Tanganyika Cumhuriyeti ilân edilerek kırk üç yıllık İngiliz sömürgeciliğine son verildi. Katolik bir Hıristiyan olan Kambarage Nyerere 1962’de devlet başkanlığı makamına oturdu. Öte yandan İngiltere’nin himayesindeki Zengibar Sultanlığı 9 Aralık 1963’te bağımsızlığını ilân etti, ancak 1964’te sultanlık sosyalist bir devrimle ortadan kaldırıldı. Nyerere tarafından desteklenen ve adadaki Afrika kökenlilerle Şîraz asıllıların ortak partisinin başkanı olan Şeyh Âbid Amani Karume’nin büyük bir katliama dönüşen bir ihtilâlle iktidarı ele geçirmesinin ardından Zengibar Halk Cumhuriyeti kuruldu (12 Ocak 1964). 26 Nisan 1964 tarihinde Zengibar ile Tanganyika birleştirilerek Tanzanya adını aldı. Zengibar asıllı bir Müslüman olan Ali Hasan Mwinyi 1985 yılı Kasım ayında devlet başkanı oldu. 1990’da yapılan seçimleri Mwinyi tekrar kazandı ve pazar ekonomisiyle çok partili hayata geçiş için gerekli reformlara hız verdi. Üçüncü devlet başkanlığı seçimlerini 1995 yılında Hıristiyan aday Benjamin Mkapa kazandı ve 21 Aralık 2005 tarihine kadar bu görevini sürdürdü. O’nun döneminde kara tarafıyla Zengibar arasındaki ilişkiler gerginleşti. Ülkede son genel seçimler Aralık 2005’te yapıldı. Başbakanlığa getirilen on bir kişiden Râşidî Mfaume Kawawa ile Sâlim Ahmed Sâlim Müslümandır.. Ulaşım: Karayollarının büyük kısmı toprak yol özelliğindedir. Dârüsselâm liman şehri devletin işlettiği Tan-Zam demiryolu vasıtasıyla komşu Zambiya, Burundi, Uganda ve Malavi’ye de hizmet verir ve özellikle Zambiya bakırının transit taşımacılığından büyük bir gelir elde edilir. Tanga ve Mtvara limanları da ihracat açısından önemlidir. Wictoria ve Tanganika göllerinde düzenli gemi seferleri yapılır. Dârüsselâm’daki uluslararası havaalanı Afrika’nın başlıca hava limanları arasında yer alır. Tanzanya ■ 375 Yöresel bitki ve hayvan türleriyle zengin bir biyocoğrafya çeşitliliği barındıran Kilimanjaro, Serengeti ve Manyara gölü millî parkları, Ngorongoro kalderası ve güneybatıda Tanganika gölünün uç kısmında bulunan Kalambo çağlayanı en fazla turist çeken yerlerdir. Safari turizmi ülke ekonomisi için önemli bir gelir kaynağıdır. Dil: Nüfusun %94’ü her kabileninki ayrı olmak üzere çeşitli Bantu dillerini, Masailer, Nil-Sahra ailesinden Maa dilini konuşur; kabileler arası iletişimde Sevâhilî kullanılmaktadır Din: Nüfusun %35’i Müslüman, %30’u Hıristiyan ve %35’i Animisttir; Zengibar adasındaki halkın tamamı Müslümandır. Ekonomi: Dünyanın en yoksul ülkeleri arasında bulunan Tanzanya’nın ekonomisi büyük ölçüde tarıma dayanır. Faal nüfusun %80’inin çalıştığı tarım sektörü millî gelirin %54’ünü sağlar. Yetiştirilen tarım ürünleri kahve, sisal keneviri, çay, pamuk, tütün, buğday, mısır, karanfil, manyok, süpürge darısı, darı, pirinç ve muzdur. Kümes hayvancılığının yanı sıra yerel tüketime yönelik, ırmak ve göllerle sınırlı balık avcılığı yapılır. Ormanlardan önemli miktarda kereste elde edilir. Maden kaynaklarının başında elmas, altın, kalay ve mika gelir. Yerel ürünleri işleyen sanayi kuruluşlarının büyük bölümü devletin kontrolündedir. En gelişmiş sanayi dallarını gıda ve dokumacılık sektörleri oluşturur. Rufiji deltası ve Songo Songo adasından çıkarılan doğal gazın boru hatlarıyla ulaştırıldığı Dârüsselâm’da bir petrol rafinerisi vardır. Tanzanya’nın ihracatı ithalâtını karşılamaz. Başlıca ihraç ürünleri altın, kahve, pamuk, sisal keneviri ve karanfildir. İthal ürünlerini ise gıda maddeleri, ham petrol ve makineler teşkil eder. Para Birimi: Tanzanya Şilini Ülkede İslâmiyet: Tanzanya’ya İslâmiyet, 7. yüzyılın sonlarında Arabistan’dan Kuzeydoğu Afrika sahillerine gelip Berâve ve Zengibar gibi şehir devletlerini kuran Müslüman Araplar vasıtasıyla girdi ve bölgede yerliler arasında yayılmaya başladı. Müslüman Arapların yerli kadınlarla evliliğinden doğan Zenci-Arap-İranlı-Hintli melezi nesiller Doğu Afrika’da yeni bir kültürün oluşmasını beraberinde getirdi. Sevâhil kelimesi, bu kültürün ve yerli Bantu dili ile Arapça’nın ve Farsça’nın karışımından ortaya çıkan yeni dilin (Sevâhilî) adı oldu. Şâfiî mezhebine bağlı Sünnî Araplardan sonra İran’dan gelip Kilve Sultanlığı’nı kuran Şiîler dinî bakımdan bölgede fazla etkili olamadı ve halkın çoğunluğu Şâfiî olarak kaldı. İbn Battûta, Kilve’yi dünyanın en güzel ve mamur şehirlerinden biri diye tanıtır ve şehir halkının Şâfiî mezhebine mensup, dindar, iffet sahibi kişiler olduğunu, şehirde sağlam yapılmış ahşap mescidlerin bulunduğunu yazar. Müslümanların sayısının artmasını Uman’ın başşehri Maskat’taki taht merkezini Zengibar adasına taşıyan Bû Saîd hanedanı sağladı. Bu hanedan doğu Afrika Müslümanlarına rahat bir nefes aldırdı ve Kilve yeniden önem kazandı. İbâzî/Hâricî olan Zengibar sultanları halkın mezhebine karışmadı, Uman asıllı tebaaları için İbâzî, Sevâhilî Müslümanlar için Şâfiî kadı tayin ediliyordu. Seyyid Bergaş b. Saîd İslâmiyet’in Doğu Afrika’nın büyük Göller bölgesinde yayılmasına büyük katkı sağladı. 376 ■ İslâm Birliği / Tarihte Günümüzde ve Gelecekte 1880’li yıllarda Zengibar sultanının Mamboya’da bir askerî üs kurmasının ardından Tabora dâhil pek çok yerde Müslüman nüfusu artış gösterdi. Müslümanlar yerli kadınlarla evlendiklerinden daha etkili olma imkânı elde ettiler. İslâmî Kuruluşlar. Müslümanlar, İngiliz sömürgeciliği döneminde Hıristiyanlaştırma faaliyetleri karşısında dernekler kurarak mücadele ettiler. 1929’da başşehir Dârüs-Selâm’da Afrika Derneği ve 1933’te ‘Tanzanya İslâm Cemiyeti’ ilk kurulan teşkilâtlardır. Sömürgecilik sonrasında bu teşkilâtlar ülkede birliği sağlamak için çalıştılar. Ağa Han’ın himayesinde kurulan Nizârî-İsmâiliyye mezhebi ülkede geniş çaplı bir örgüt ağına sahiptir. Onlara ait ‘Doğu Afrika Müslümanları Hayır Cemiyeti’ 1968’de siyasî faaliyetlerde etkin olduğu ileri sürülerek kapatıldı. Yerine ‘Tanzanya İslâm Cemiyeti’ adıyla kurulan dernek doğrudan iktidar partisi TANU’ya bağlandı ve TANU içindeki etkili önderi Râşidî Mfaume Kawawa devlet başkanı birinci yardımcısı oldu. 1985 yılında Ali Hasan Mwinyi’nin getirilmesiyle Müslümanların ülke siyasetindeki ağırlığı hissedildi ve durumlarında iyileşme oldu. İslâm dünyasından gelen yardımlarla yeni camiler ve okullar inşa edildi. Tanzanya İslâm Cemiyeti’nin faaliyetlerinden memnun olmayanlar Kur’an okumayı yaygınlaştırmak, din eğitimini geliştirmek ve hac seyahatleri düzenlemek amacıyla Şeyh Yahyâ Hüseyin öncülüğünde Baraza adlı yeni bir teşkilât kurdular. Ancak 1992’de teşkilâtın ileri gelenleri tutuklandı ve teşkilât kapatıldı. Aynı yıl teşkil edilen Millî Müslüman Kongresi, Tanzanya’daki bütün Müslümanları temsil eden teşkilât olarak Tanzanya İslâm Cemiyeti’nin yerini aldı. Genel merkezi Dârüs-Selâm’da bulunan ‘el-Cem’iyyetü’l-İslâmiyye li-şarkı İfrîkıyye’ ülkedeki İslâmî mekteplerin bakımını yapmaktadır. İslâmî eğitim veren okullarda öğretim genellikle Arapça, bazılarında Sevâhilî dilleriyle yapılmaktadır. İslâmî faaliyetler Dârüs-Selâm’daki ‘el-Meclisü’l-İslâmiyyü’l-A’lâ’ tarafından yönetilir. 1964’te İslâm Üniversitesi’nin açılması için kampanya başlatıldı ve seçilen heyet Mısır, Ürdün, Irak, Küveyt ve Lübnan’a giderek destek istedi. Ancak heyetin ülkeye dönmesinin ardından devlet başkanı Nyerere hükümette yenilik yaptı ve el-Cem’iyyetü’l-İslâmiyye Başkanı Tewa Sâid’i hükümetteki görevinden alarak cemiyetin çalışmalarını sonuçsuz bırakmaya çalıştı. Ülkede ilk yayılan tarikat, Seyyid Ömer Kulleteyn vasıtasıyla bölgede Ceylâniyye veya Kirama adıyla tanınan Kādiriyye’dir. Ardından. Sultan Bergaş b. Saîd ve Hâmid b. Süveynî’nin bu tarikata intisap ettikleri bilinmektedir.1 Yönetim: Başkan ve milletvekilleri her beş yılda bir düzenlenen genel seçimlerde belirlenir. Parlamento, 295 üyelidir. Bu üyeler arasında savcı ve beş Zengibar milletvekili yer almaktadır. Meclisteki üyelerin beşte biri kadın olup; 181 üye anakaradan, 50 üye Zengibar’dandır. Yarı Özerk Zengibar ile ortağı Tanzanya arasındaki birlik, dünyada eşine az rastlanan yönetim sistemlerinden biridir.2 1 İslâm Ansiklopedisi, TDV. 2 www.vikipedia.org (20.12.2021 Erişim) Tataristan ■ 377 TATARISTA Resmî Adı: Tataristan Özerk Cumhuriyeti Başkenti: Kazan Nüfusu: 3.761.700 (2008) Yüzölçümü: 87.836 km2 Coğrafi Durum: Avrupa’nın doğu kesiminde, İdil (Volga) ve Kama nehirlerinin birleştiği yerdedir. Batısında Çuvaşistan, doğusunda Başkırdistan Türk cumhuriyetleriyle komşu olan ülkenin kuzey-batısında Mari Cumhuriyeti, kuzeyinde Kirov bölgesi, kuzey-doğusunda Udmurt Cumhuriyeti, güney-doğusunda Orenburg bölgesi, güneyinde Samara (Kuybişev) ve Simbir (Ulyanovsk) bölgeleri bulunmaktadır. Genelde alçak ve engebeli bir ovayla kaplı olan Tataristan’da sade görünüşlü yüzey şekilleri egemendir. Toprakların büyük bölümünü İdil’in kollarından Kama nehri sular. İdil üzerinde kurulmuş olan Kuybişev barajının gölü önemli bir kısım araziyi işgal etmiştir. Bölgede kara iklimi hâkimdir. Kışlar uzun ve sert, yazlar serin geçer. Yağış en çok yaz aylarında görülür. Kış mevsiminde kar kalınlığı 60 santimetreyi geçmez. Tataristan’ın büyük bölümü kara toprakla yaklaşık %16’sı da ormanlarla kaplıdır. Doğal bitki örtüsü bozkırdır; İdil kıyısındaki taşkın ovalarında çayırlar yer alır. Etnik Yapı: Tatarlara Kazan veya İdil Tatarları ismi verilir. Kazan Tatarlarının toplam sayısı yaklaşık 9 milyon olup bunun üçte bir kadarı Tataristan’da yaşamaktadır. Nüfusun %52,9’unu Tatarlar, %39,5’ini Ruslar, %3,4’ünü Çuvaşlar, kalanını farklı etnik kökenli insanlar oluşturmaktadır. Halkın %74’ü şehir ve kasabalarda yaşamaktadır. Ekonomi: Gerek endüstrisi gerekse tarımıyla Rusya ekonomisinde önemli bir yere sahiptir ve federasyonun en zengin ülkelerinden biri sayılmaktadır. Ülkenin yer altı ve yer üstü zenginlikleri Moskova projeleriyle yatırımlara tahsis edilmekte, bu sebeple halka gayri sâfi millî hâsıladan çok az pay kalmaktadır. Tataristan topraklarının büyük bir bölümü tarıma elverişlidir. Başlıca ürünler çavdar, buğday, mısır, keten, patates ve şeker pancarıdır. Ayrıca sebze ve meyve üretimi de gelişmiştir. Hayvancılık ve mandıracılık önemli bir uğraşı alanıdır. En büyük yer altı zenginliği petrol ve doğal gazdır; yılda ortalama 100 milyon ton petrol çıkarılmaktadır. Petrol ve doğal gaz boru hatlarıyla Kazan, Gorki, Ufa, Perm, Saratov ve Sverdlovsk’a taşınır. Enerji: Kuybişev barajından elektrik enerjisi elde edilir. Sanayi: Ülkede endüstrinin en önemli kolları petrol, doğal gaz, kimya, petro-kimya, makine, elektronik, kereste ve gıda endüstrileridir. En önemli tesisler Kazan ve çevresi ile Kama ırmağı boyunda toplanmıştır. Ulaşım: Ulaşımda daha çok nehirlerden faydalanılır. Moskova ve İdil havzasının diğer şehirlerine ırmak limanlarıyla düzenli yolcu taşımacılığı yapılır. Demiryolu fazla gelişmemiştir. Ülkenin kuzeybatı ve güneydoğu uçlarından Moskova ve 378 ■ İslâm Birliği / Tarihte Günümüzde ve Gelecekte Urallara uzanan iki ana hat geçer. Birçok merkez arasında karayolu bağlantısı vardır. Kazan’da büyük bir havaalanı bulunmaktadır. Tarih: Tataristan’ın içinde bulunduğu İdil-Ural bölgesi, IV. yüzyıldan itibaren Sibirya’dan gelen çeşitli Türk boylarının iskânına sahne olmuştur. Rus İhtilâli Tatarlara söz, toplantı ve matbuat hürriyeti getirince Abdürreşid İbrahim’in öncülüğünde Tatar aydınları dinî ve millî meselelerine çözüm yolu bulmak için Müslüman kongreleri adı altında 1905 yılından itibaren çeşitli toplantılar düzenlediler. Tatarların yoğun biçimde yaşadığı Kazan, Ufa, Orenburg, Astarhan, Troitsk, Uralsk, Petersburg ve Moskova gibi şehirlerde gazete ve dergiler çıkarmaya başladılar. Kırım’da Gaspıralı İsmâil’in başlattığı usûl-i cedîd okulları Çarlık Rusyası’nın her tarafına yayıldı. Müslümanların bu gelişiminden rahatsız olan çarlık hükümeti, 1911 yılında özellikle Kazan bölgesinde Müslümanların üzerine çarlık jandarmasını gönderip bazı okulları ve gazeteleri kapattı. Bazı aydınlar pantürkizm ve panislâmizm gibi suçlamalarla sürgüne ve hapse gönderildi. 1917 ihtilâlleri sırasında Tatar halkının millî bağımsızlık hareketi canlandı. Millî idare, millî şûra, harbî şûra gibi organlar kuruldu. 1-11 Mayıs 1917’de Rusya Müslümanları Kurultayı Moskova’da toplandı, ilk defa seçimle müftülük makamına Âlimcan Barudî tayin edildi ve Muhlise Bûbi isimli bir hanım kadı seçildi. Kongrede siyaset, askerlik, işçi hakları ve maarifle ilgili kararlar alındı. Haziran 1917’de Kazan’da bir araya gelen kurultayda İç Rusya ve Sibirya Müslüman Türk-Tatarlarının medenî muhtariyeti ilân edildi ve Sadri Maksudi (Arsal) başkanlığa getirildi. İç Rusya ve Sibirya Müslümanları Millet Meclisi’ne 120 milletvekili seçildi ve Ufa merkezli yeni meclis çeşitli bakanlıklar teşkil ederek çalışmalarına başladı. Bu meclis 29 Kasım 1917’de İdil-Ural Devleti projesini ilân etti. Ancak Bolşevikler 1918 yılında meclisi dağıtıp üyelerinin bir kısmını sürgüne gönderdiler, bazılarının kaçmasına yol açtılar. Hâkimiyetlerini pekiştirdikten sonra millî projeleri bir tarafa bırakan Bolşevikler, Tatarların Bulak Arkası Cumhuriyeti, Tatar-Başkırt Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti gibi projelerinin gerçekleşmesine imkân tanımadılar. İç savaşın Bolşevikler lehinde neticelenmesi ve Rus komünistlerinin itirazları üzerine Tatar-Başkırt Cumhuriyeti yerine 23 Mart 1919’da Başkırt ve 27 Mayıs 1920’de Tatar Muhtar cumhuriyetleri ilân edildi. Böylece İdil-Ural bölgesinde iki küçük Türk cumhuriyeti meydana geldi. Yaklaşık 350 yıldır kendi devletlerinden yoksun olarak çileli bir hayat süren Tatarlar başlangıçta cumhuriyet fikrini benimsedilerse de kısa bir süre sonra aldatıldıklarını anladılar. Çünkü merkezdeki yöneticiler arasında Ruslar dışındaki milletlere karşı ciddi bir davranış değişikliği baş gösterdi. Tatarların dilleri ve medeniyetlerine kısıtlamalar getirilmeye başlandı. Bu kısıtlamalara karşı çıkanların tamamı Stalin döneminde öldürüldü. 1988’de İlimler Akademisi ve Kazan Devlet Üniversitesi’ne mensup 100 kadar ilim adamı ‘Tatar İçtimaî Özegi’ adlı siyasî bir teşkilât kurmaya karar verdi. 17-18 Şubat Tataristan ■ 379 1989’da Kazan’da yapılan kuruluş toplantısına çoğunluğunu Komünist Partisi üyelerinin meydana getirdiği 586 delege katıldı. Kongrede Tataristan’ın siyasal ve ekonomik açıdan egemen bir devlet olması, din hürriyetinin, Kırım Tatarlarının vatana geri dönmesinin sağlanması gibi çeşitli kararlar alındı. Yaklaşık 1000 kişinin katıldığı 17-19 Şubat 1990 tarihindeki ikinci kongrenin ardından ülkedeki siyasal atmosfer gittikçe değişti. Tataristan Parlamentosu, 30 Ağustos 1990’da ülkenin egemenliğini ve SSCB’nin on altıncı cumhuriyeti olduğunu ilân etti. Ancak parlamentonun aldığı bu karar Moskova tarafından tanınmadı. Resmî yöneticilerin bağımsızlık kararında ciddi adım atmayacağı görüşü kuvvet kazanınca İttifak-Tatar Bağımsızlık Partisi’nin inisiyatifiyle Tatar Millî Kurultayı toplandı ve millî meclis kuruldu. Millî meclis 1 Şubat 1992’de Tataristan’ın bağımsızlığını tekrar ilân etti. Bunun üzerine baskı altında kalan Tataristan Yüksek Sovyeti bağımsızlık konusunda referanduma gitme kararı aldı. Dönemin devlet başkanı Boris Yeltsin ve yöneticilerin bütün baskı ve tehditlerine rağmen 31 Mart 1992 tarihinde yapılan referanduma %80’in üstünde katılım sağlandı ve seçmenlerin %61,5’i bağımsızlık yönünde oy verdi. Ancak bu referandum da Moskova tarafından tanınmadı. Rusya Devlet Başkanı Vlademir Putin döneminde Rusya Federasyonu’na üye ülkelerin cumhurbaşkanlarının halk tarafından seçilmesine son verilerek özerk cumhuriyet parlamentolarının seçtiği adayın merkez tarafından tayini uygulamasına geçildi. Yirmi yıldır Tataristan cumhurbaşkanlığını yürüten Mintemir Şeymiyev, Mart 2010 tarihinde kendi isteğiyle görevini bıraktı ve yerine Tataristan Parlamentosu tarafından seçilen Rüstem Minnihanov geçti. Ülkede İslâmiyet: İslâmiyet’in İdil bölgesine girişi 642 yılında hilâfet ordularının Hazarlara karşı yürüttüğü mücadeleler sırasında başladı. İdil-Bulgar devletinin hanı Almış, 921’de Abdullah b. Baştu başkanlığında bir elçilik heyetini Bağdat’a gönderip Halife Muktedir-Billâh’tan İslâm dininin öğretilmesi için din bilginleri ve cami yapımı için ustalar istedi. Muktedir-Billâh aynı yıl İbn Fadlân başkanlığındaki elçilik heyetini Bulgar topraklarına yolladı, böylece 922’de Bulgar devleti resmen İslâm dinini kabul etti. X. yüzyılın başlarında bölgeyi ziyaret eden Arap coğrafyacı İbn Rüste, İdil-Ural halkının çoğunun İslâm’a bağlı olduğunu, köylerinde cami ve medreselerinin bulunduğunu belirtir. İslâmiyet bölgede 100 yıl içinde büyük gelişme gösterdi, 1024’te Bulgar hanı İbrahim, Horasan’a bir elçilik heyeti göndererek Sebzevâr ve Hüsrevcer şehirlerine cami ve diğer binaların inşası için yardımda bulundu. Altın Orda devletinin ikinci hanı Berke 1256-1266 ve İslâm’ı Altın Orda’nın resmî dini haline getiren Özbek Han 1313-1340 dönemlerinde İslâmiyet daha da gelişti. Ancak Timur’un Altın Orda devletine karşı yaptığı seferler bölgedeki medenî ve dinî hayata büyük darbe vurdu. Kazan hanlığının 1552’de Ruslar tarafından yıkılmasıyla bölgenin Ruslaşması ve Hıristiyanlaşması başladı. I. Petro zamanında Müslümanlar üzerindeki misyoner baskısı devletin yardımıyla yeniden artmaya başladı. 1720-1791 yılları arasında çıkarılan çeşitli kanunlarla Hıristiyanlığı benimseyenlerin askerlik hizmetinden ve üç yıl vergiden muaf tutulacakları 380 ■ İslâm Birliği / Tarihte Günümüzde ve Gelecekte bildirildi. Bu vergiler Müslüman olarak kalmaya devam edenlerden alınacaktı. 1731’de Kazan yakınlarında İdil nehri üzerindeki bir adada bulunan Sviyajsk Manastırı’na bağlı Yeni Din Değiştirenler Komisyonu kuruldu. Komisyona bağlı misyonerler, askerlerle birlikte köyleri dolaşıp Müslüman mezarlıklarıyla camileri tahrip etmeye ve Müslümanlara hakaret etmeye başladılar. Direnen köylerin ahalisini hapse ve sürgüne gönderdiler. 9 Mart 1738’de Kazan’a tayin edilen Luka Konaşeviç, İdil-Ural bölgesinde yaşayan Müslümanlara baskıyı arttırdı. İmparatoriçe Elizaveta (Yelizaveta) Petrovna 19 Kasım 1742’de çıkardığı kanunla Kazan vilâyetindeki bütün camilerin yıkılmasını emretti ve yeni cami yapılmasını yasakladı. Bu kanundan sonra Kazan vilâyetindeki 536 camiden 418’i yıkıldı ve yakıldı. Luka Konaşeviç’in Müslümanların din değiştirmeleri için yaptığı aşırı baskılar 1750’li yılların başında Müslüman halkı isyanın eşiğine getirdi ve Luka Konaşeviç Kazan’daki görevinden alındı. 2 Şubat 1764’te Yeni Din Değiştirenler Komisyonu kapatıldı. Müslüman Tatarlar’a yönelik zulüm bir ara durakladı. 1731-1764 yılları arasında İdil-Ural bölgesinde toplam 406.792 Çuvaş, Tatar, Mordov, Çeremiş, Umdurt Hıristiyanlığı kabul etmek zorunda kaldı. Müslümanlık’tan Hıristiyanlığa geçenlerin sayısı yalnızca 3670 kişi idi. II. Katerina döneminde politika değişti. Çariçe 1789’da Ufa şehrinde Orenburg Müftülüğü adıyla dinî bir idare merkezi kurdurdu. Deştikıpçak’ta yaşayan Kazak ve Kırgızlar arasına İslâm dininin öğretilmesi için Kazan ve Orenburg’dan Tatar imamlar gönderildi. Bu imamların masrafları için Troitsk ve Orenburg şehrine birer kervansaray inşa edildiği gibi kervansarayların ortasına birer cami yapıldı. Böylece Hacıtarhan sahillerinden başlayarak Amuderya ve Türkistan, Yedisu vilâyeti ve Altay dağlarına kadar her beldede ve kasabada, kışlak ve yaylalarda birer Tatar mollası görevlendirildi. Bunlar, bir taraftan İslâm dinini halka öğretip yayarken diğer taraftan bölgelerin ahalisini Rus devletine itaat ve hizmete çağırıyordu. Kazakların barış yoluyla Rus hükümetine tâbi olmalarında bu mollaların etkisi olmuştur. Ayrıca Tatar tüccarları da belirtilen bölgelerde hem ticaret yapıyor hem de İslâm dininin gelişmesine yardım ediyordu. Her yıl Tatarlar arasından birkaç kişi Buhara, Bağdat ve İstanbul gibi şehirlere giderek ilim tahsil ediyor, Tataristan’a döndükten sonra Kazan, Orenburg, Ufa gibi şehirlerde ve köylerde medreseler açıp İslâm dininin öğrenilmesi için gayret gösteriyordu. O dönemde Tobolsk vilâyetine bağlı Tümen kasabasından Nimetullah Hacı adlı bir Tatar tüccarı sadece Tobolsk vilâyetinde yirmi cami, altmış medrese ve bir büyük kütüphane inşa ettirdi. Kütüphanede 5000 kadar kitap vardı ve bunlar arasında müellif nüshaları pek çoktu. Nimetullah ayrıca Buhara, Mekke, Medine, Mısır ve İstanbul gibi şehirlere 100 civarında öğrenci gönderip onların öğrenim masraflarını üstlendi. İslâm dininin gelişmesine gayret gösteren Tatarların sayısı XIX. yüzyılın sonlarına doğru giderek arttı. Tatar ve Başkırtların yoğun olarak yaşadığı İdil-Ural, Ural ötesi ve Sibirya’da 1916 yılında toplam 6081 cami vardı ve 13.328 din görevlisi vazife yapıyordu (220 ahund, 3822 hatip, 3346 imam, 5940 müezzin). 1801-1917 yıllarında sadece Kazan’da basılan Arapça kitapların Yakutistan (Yakutya) ■ 381 sayısı 4000 civarındadır ve büyük bölümünü dinî kitaplar oluşturmaktadır. Tatarlar Din ve Maîşet (1906-1918), ed-Dîn ve’l-edeb (1906-1908, 1913-1917), İslâm ve Maârif (1916-1918), Ma‘lûmât-ı Şer‘iyye-i Orenburgiyye (1908-1910, 1916-1917) adıyla dergiler yayımladılar. İhtilâlden sonra İç Rusya ve Sibirya Müslümanlarının dinî idaresinin yayın organı şeklinde çıkan İslâm Mecellesi (1924-1928) komünist dönemindeki en önemli dinî dergidir. 28 Mayıs 1928’de açıktan İslâmiyet’e karşı büyük bir mücadele başlatıldı. Camiler ve Kur’an kursları kapatıldı, İslâmî cemiyet malları devletleştirildi, Müslüman din âlimlerinin bir kısmı asalak, sabotajcı, Alman veya Japon casusu gibi suçlamalarla idam edildi; bir kısmı tutuklandı ya da sürgüne gönderildi. Bu devirde idam edilen, hapse atılan ve sürgüne gönderilen Müslümanların sayısı milyonlarla ifade edilmektedir. Hatta Tatarca’nın Arapça kelimelerden temizlenmesi için çalışmalar yapıldı. Arap alfabesi 1929’da yerini Latin alfabesine bıraktı. İslâm’la ilgili süreli yayınlar 1928 yılından itibaren yasaklandı ve Gorbaçov döneminde başlayan yeniden yapılanma dönemine kadar hiçbir dergi çıkmadı. 1990’dan sonra komünist döneminde kapatılan camilerin yerine yenileri açıldı. Bugün ülkede 1000’in üzerinde cami vardır. 1980 yılında ise ülkede sadece on sekiz cami ibadete açıktı. 1992’de Tataristan Cumhuriyeti Müslümanları Diniye Nezâreti kuruldu ve 2001 yılında resmî bir hüviyet kazandı. ‘Diniye Nezâreti’ din âlimlerinin yetiştirilmesi için medrese ve yüksek eğitim kurumları açmaya başladı. Kazan’daki İslâm Üniversitesi, Rusya’daki en önemli yüksek İslâm eğitimi veren kurumlar arasındadır. Rusya ve Tataristan anayasasına göre din devletten ayrı olduğu için dinî kuruluşlara bütçeden pay ayrılması kanunen yasaktır. Ancak Müslüman ve Ortodoks dinî örgütler çeşitli şekillerde desteklenmektedir.adır.

YAKUTISTAN

(YAKUTYA Resmî Adı: Yakutistan (Saha) Cumhuriyeti Başkenti: Yakutsk Önemli Şehirleri: Mirnıy, Aldan, Verhoyansk, Viluysk, Lensk, Olyokminsk, Ort Kalım ve Yüzölçümü: 3.103.200 Nüfusu: 1.381.000 Yakutistan’da nüfusun %50,5’i Ruslardan, %36,9’u Sahalardan oluşmaktadır. Geriye kalan yaklaşık %13’lük kısım Ukraynalı, Kazak, Tatar ve Âzerîler’den meydana gelmektedir. Nüfusun %90’ı merkezdeki bölgelerde Yakutsk ve Viluysk şehirleri civarında yerleşmiştir. Etnik Yapı: Yakutlar, Türklerin en eski boylarından biri olup kendilerine Saha adını vermektedirler. 17. yüzyıldan beri Rus ve Avrupa literatüründe Yakutlar diye anılmakta, dolayısıyla onların yaşadığı bölgeye Yakutistan (Yakutya) denilmektedir. Günümüzde burası Rusya Federasyonu içinde özerk bir cumhuriyettir. 382 ■ İslâm Birliği / Tarihte Günümüzde ve Gelecekte Yakutistan’dan başka Taymır, Evenki, Magadan, Sahalin ve bunların yöresinde de Yakutlar yaşamaktadır. Ayrıca Yakutlara bağlı Dolgan adlı bir topluluk vardır. Kuzey Yakutları ile Güney Yakutları arasında kültürel farklılıklar bulunmakta, kuzeydekiler daha çok avcı balıkçı bir hayat sürdürürken güneydekiler Tunguz ve Yukagirlerle benzer kültür özellikleri taşımaktadır. Dil: Resmî dil Sahaca ve Rusça. Din: Halkın çoğunluğu eski Türk halklara benzer şekilde Tengriciydi. Ancak Rus imparatorluğunun egemenliğindeyken, yerel halkın Rus Ortodoks kilisesine yönelmesi ve Ortodoks Hıristiyan isimleri almaları istendiyse de geleneksel inançlarını sürdürdüler. 2012 yılında yapılan bir ankete göre Saha nüfusunun %37.8’i Rus Ortodoks kilisesine, %13’ü Tengrizm’e ya da Saha Şamanizmine ,%2’si İslâm’a bağlıdır. Coğrafî Durumu: Çok sayıda nehir ve göle sahip olan coğrafyada yapılabilecek en iyi aktivite ren geyiklerinin çektiği kızaklarla donmuş göl üzerinde gezinti yapmaktır. Yakutistan genelinde pek çok mamut ve dinazor fosili bulunmaktadır. Ülkenin en önemli simgesi nesli tükenmiş olan mamutlardır. İçinde binlerce yıldır bozulmadan saklanmış mamut başlarını barındıran dünyanın tek mamut müzesi başkent Yakutsk’ta bulunmaktadır. Genişliği kilometreleri bulan Nena nehri kışın tamamen donsa da yaz aylarında çevresine serin bir bahar havası hâkim. Ülkenin güneyinde hayvancılık yapılan dar bir bölge bulunsa da arktik bölgelerde kutup ayılarını doğal ortamlarda görmek mümkündür. Karakışın yaşandığı Yakutistan’da ağır endüstrinin yanı sıra kürk işleme de gelişmiştir. İç çamaşırlarına kadar tüm kıyafetler yün ya da tiftikten üretilir. Eğer kürk giymeden dışarı çıkan olursa soğuktan donmaması mucize olur. Sokakta yürünülen kısacık zamanlarda sokak hayvanı ile karşılaşmak da pek mümkün değildir. Sokaklarda sadece kalın kürke sahip köpekler dolaşabiliyor. Siyasî Partiler: Sosyal Demokrat Parti, Rusya’ya yönelerek Rusya ile tam birlik oluşturmak istemektedir. İkincisi Cumhuriyet Halk Partisi’dir. Bu partinin kurucusu Moskova’da yaşamaktadır ve faaliyetlerinde merkeze bağlıdır. Yakutistan Halk Partisi bağımsız bir devlet kurmayı amaç edinmiştir. Partinin başkanı genç bir Saha olan I. Miroslav’dır. Tarihi: Yüzyıllar boyunca göçebeliğe dayalı bir hayat sürdüren Sahalar 19. yüzyılda yerleşik düzene geçmeye başladılar. 1633’te Yakutlar, Ruslara karşı durmaya çalışıp birkaç Rus Kazakı’nı öldürdüler. 1634’te bazı Yakut uruğları ayaklandı; fakat ayaklanma Yakutsk şehrindeki Kazak atamanı İvan Galkin tarafından şiddetle bastırıldı. İkinci büyük ayaklanma 1636-1637 yıllarında gerçekleşti, bu hareket de aynı âkıbete uğradı. Rus Kazakları sayıca fazla olmamasına rağmen ateşli silâhlarla Yakutistan (Yakutya) ■ 383 Yakutlar arasında dehşet saçıyor ve birkaç bin kişilik Yakut kalabalığını kolayca dağıtıyorlardı. Bir Kazak atamanı 1637’de Aldan nehri boyunca çıkarak 1638’de Butal’ski Ostrog’u kurunca Yakutlar’ın esas yurtları da Rus kontrolü altına girmiş oldu. 1639 sonunda Aldan Yakutları, Tunguzlarla birlikte Ruslara karşı ayaklanmaya kalkıştılar, fakat yine başarı elde edemediler. 1641’de Moskova tarafından Yakutsk şehrine tayin edilen Voyvoda Petr Golovin’in gelmesiyle Yakut yurdunun Rus idaresi tarafından sistemli bir şekilde sömürgeye dönüştürülmesi tamamlanmış oldu. 1638’de Yakutsk kazası teşkil edilerek Sibirya departmanına bağlandı. 1640-1641 yıllarında otuz dört ilçe kuruldu. Yakutsk 1775’te Saha eyaletine, 1784’te Irkutsk bölge yönetimine bağlı Saha iline dönüştürüldü ve Uzakdoğu topraklarının keşfine yönelik Rus seferlerinde bir üs haline geldi. Dolayısıyla Lena havzası Rus İmparatorluğu için önemli bir yerdi. Saha toprakları hükümdara ait kabul edildi ve Voyvodalık yönetimi sürdürüldü. Halkın ana kütlesi “yasak” adı verilen vergi düzeni içinde kaydedildi. Yasak vergisi olarak 1641’de 8724 samur, 2142 tilki, 1701’de 12.720 samur, 6818 tilki toplandı. 17. yüzyılda Sibirya’dan getirilen kürklerden elde edilen gelir hazine gelirlerinin üçte birini oluşturmaktaydı. Rus Çarı I. Petro, 1 Eylül 1720’de yayımladığı fermanla Hıristiyanlığı seçen Yakutları altı yıl için vergiden muaf tutacağını bildirdi. Ruslar yerel halkın gelenek ve göreneklerine dokunmadılar. Moskova’nın tâlimatıyla mahkeme yerel yönetim ve vergi tahsilâtı gibi işleri oymakların ileri gelenlerine devretti. Hıristiyanlaştırma politikalarının sonucunda 1736’da Yakut Spassk Manastırı’na bağlı bir okul kuruldu. 1819’da Yakutça kısa bir akaid kitabı yayımlandı. Bu arada bölgeye gelen Ruslar özellikle Lena nehrinin orta kesimi boyunca sıralanan şehirlere yerleştiler. Yüzyıllar boyunca göçebeliğe dayalı bir hayat sürdüren Sahalar XIX. yüzyılda yerleşik düzene geçmeye başladılar. 1917 yılına gelindiğinde Saha eyaletinin nüfusu 264.000’in üzerindeydi ve Sahalar’ın oranı % 84 idi (% 9,5 Rus, % 6,5 Evenk, Even, Yukagir, Çukçi ve diğer topluluklar). Irkutsk’tan gönderilen A. S. Rıdzinski kumandasındaki askerî birlik 1 Temmuz 1918’de Sovyet düzenini sağladı. Çarın generali Kolçak bölgeyi ele geçirdiyse de 1920’de sosyalistler tekrar duruma hâkim oldular. 27 Nisan 1922’de Saha Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti kuruldu; P. A. Oyunskiy ilk halk komiserleri Sovyet’inin başkanı oldu. Sovyet döneminde Saha ülkesinde elmas, altın, kömür ve diğer madenlerin çıkarılması ve işletilmesi için yatırımlar yapıldı. 1947’de açılan Saha Bilim Araştırma Üssü, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği Bilimler Akademisi’nin Saha şubesine dönüştürüldü. 1956’da Saha devlet üniversitesi açıldı. 1905 yılında I. Rus İhtilâli’nin getirdiği özgürlük ortamında Sahaca yayınlar yapılmaya başlandı. Yakut Millî Birliği adıyla bir teşkilât kuruldu. Teşkilâtın amacı Sahalar’ın kendi kendilerini yönetmesini sağlamak, Rus Duması’na temsilci yollamak, Rus yerleşimcilerin el koyduğu toprakları geri almaktı. Yakut Birliği 5 Şubat 1906’da 384 ■ İslâm Birliği / Tarihte Günümüzde ve Gelecekte Yakutya Eyalet Kongresi’ni topladı. Yakutistan’da Sovyet hükümetinin “omog” teşkilâtının (geleneksel boy sistemi) yaşamasına izin vermesi Saka kültürünün devamı açısından önemli bir gelişme oldu. 1917 Bolşevik İhtilâli’nden sonra Ruslar’a karşı Saha milliyetçileri Saka Omuk ve Saha Aymak adlı iki teşkilât kurdular. Sovyet hükümeti bunları 5 Ağustos 1920’de yasakladıysa da gizli faaliyetler 1928’e kadar sürdü. Sovyetlerin dağılma sürecinde 27 Eylül 1990’da Yakut Saha Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti Devlet Egemenlik Deklarasyonu ilân edildi. 1991 Ekiminde cumhurbaşkanlığı makamı teşkil edildi. 20 Aralık 1991’de doğrudan başkanlık seçimi yapıldı ve M. Y. Nikolavyev ilk cumhurbaşkanı seçildi, devletin adı Saha Cumhuriyeti olarak değiştirildi. Saha Cumhuriyeti anayasası 27 Nisan 1992’de yürürlüğe girdi. Hükümet cumhurbaşkanı ve onun yardımcılarından oluşmaktadır. Halen Saha Cumhuriyeti’ndeki on dört bakanlıktan on ikisi Saha Türklerinin yönetimindedir. Ülkenin parlamentosu (il tümen) 200 kişiden meydana gelir; bunların % 83’ü Saha asıllıdır. Cumhuriyetin sembolü beyaz turnadır. Ülkede Yakutsk, Aldan, Verhoyansk, Mirnıy, Olyokminsk adlı eyaletlerin (oblas) dışında otuz iki “rayon” vardır. Resmî dil Sahaca ve Rusça’dır. Yakutlar’ın ana Türk kütlesiyle bağları eski devirlerde koptuğundan Saha Türkçesi, Türkiye Türkçesi’nden ve diğer Türk lehçelerinden çok uzaktır. Yakutlar’ın %95’i Yakutistan Cumhuriyeti sınırları içerisinde yaşamaktadır. 1998 tahminlerine göre nüfusu 1.381.000 olan Yakutistan’da nüfusun % 50,5’i Ruslar’dan, %36,9’u Sahalar’dan oluşmaktadır. Geriye kalan yaklaşık % 13’lük kısım Ukraynalı, Kazak, Tatar ve Âzerîler’den meydana gelmektedir. Nüfusun % 90’ı merkezdeki bölgelerde Yakutsk ve Viluysk şehirleri civarında yerleşmiştir. Başşehir Yakutsk’un nüfusu 270.000’dir. Diğer önemli şehirleri Mirnıy, Aldan, Verhoyansk, Viluysk, Lensk, Olyokminsk, Ort Kalım ve Tommot’tur. 1990’lı yılların başında cumhuriyette yeniden millî hareketler ortaya çıktı. İlk hareket Saha Omuk hareketidir; ardından Saha Keskile hareketi ortaya çıktı. Glasnost ve perestroika ile birlikte Moskova merkezli siyasî partiler kuruldu. Bunlardan Sosyal Demokrat Parti, Rusya’ya yönelerek Rusya ile tam birlik oluşturmak istemektedir. Bir diğer parti Cumhuriyet Halk Partisi’dir. Bu partinin kurucusu Moskova’da yaşamaktadır ve faaliyetlerinde merkeze bağlıdır. Yakutistan Halk Partisi bağımsız bir devlet kurmayı amaç edinmiştir. Partinin başkanı genç bir Saha olan I. Miroslav’dır. Piyasa ekonomisine geçmek için reformların yapıldığı Yakutistan’da halkın geçim kaynakları arasında kürk avcılığı ve balıkçılığın ayrı bir yeri vardır. Ülkede bulunan samur, kutup tilkisi, sincap, tilki ve nâdir balık çeşitleri av turizmi açısından önemlidir. Yakutistan’da yine önemli yer altı zenginlikleri vardır. Ülkede elmas, altın, gaz, kömür, gümüş ve bakır çıkarılmaktadır. Özellikle elmas Saha yurdunda çok önemli bir yere sahiptir. Bunların en değerlilerinden biri Moskova’da müzede bulunan 342,5 kıratlık pırlantadır. Yakutistan’ın hemen her bölgesinden elmas elde edilmektedir. Yakutistan (Yakutya) ■ 385 27 Nisan 1922’de Saha Özerk SSC kuruldu; P. A. Oyunskiy ilk halk komiserleri Sovyet’inin başkanı oldu. Sovyet döneminde Saha ülkesinde elmas, altın, kömür ve diğer madenlerin çıkarılması ve işletilmesi için yatırımlar yapıldı. 1905 yılında I. Rus İhtilâli’nin getirdiği özgürlük ortamında Sahaca yayınlar yapılmaya başlandı. Yakut Millî Birliği adıyla bir teşkilât kuruldu. Teşkilâtın amacı Sahalar’ın kendi kendilerini yönetmesini sağlamak, Rus Duması’na temsilci yollamak, Rus yerleşimcilerin el koyduğu toprakları geri almaktı. Yakut Birliği 5 Şubat 1906’da Yakutya Eyalet Kongresi’ni topladı. Yakutistan’da Sovyet hükümetinin ‘omog’ teşkilâtının (geleneksel boy sistemi) yaşamasına izin vermesi Saha kültürünün devamı açısından önemli bir gelişme oldu. 1917 Bolşevik İhtilâli’nden sonra Ruslara karşı Saha milliyetçileri Saha Omuk ve Saha Aymak adlı iki teşkilât kurdular. Sovyet hükümeti bunları 5 Ağustos 1920’de yasakladıysa da gizli faaliyetler 1928’e kadar sürdü. Sovyetlerin dağılma sürecinde 27 Eylül 1990’da Yakut Saha SSC Devlet Egemenlik Deklarasyonu ilân edildi. 1991 Ekiminde cumhurbaşkanlığı makamı teşkil edildi. 20 Aralık 1991’de doğrudan başkanlık seçimi yapıldı ve M. Y. Nikolavyev ilk cumhurbaşkanı seçildi, devletin adı Saha Cumhuriyeti olarak değiştirildi. Saha Cumhuriyeti anayasası 27 Nisan 1992’de yürürlüğe girdi. Hükümet cumhurbaşkanı ve onun yardımcılarından oluşmaktadır. Halen Saha Cumhuriyeti’ndeki on dört bakanlıktan on ikisi Saha Türklerinin yönetimindedir. Ülkenin parlamentosu (il tümen) 200 kişiden meydana gelir; bunların %83’ü Saha asıllıdır. Cumhuriyetin sembolü beyaz turnadır. Ülkede Yakutsk, Aldan, Verhoyansk, Mirnıy, Olyokminsk adlı eyaletlerin (oblas) dışında otuz iki ‘rayon’ vardır.. Yakutların ana Türk kütlesiyle bağları eski devirlerde koptuğundan Saha Türkçesi, Türkiye Türkçesi’nden ve diğer Türk lehçelerinden çok uzaktır Yakutların %95’i Yakutistan Cumhuriyeti sınırları içerisinde yaşamaktadır. 1990’lı yılların başında cumhuriyette yeniden millî hareketler ortaya çıktı. İlk hareket Saha Omuk hareketidir; ardından Saha Keskile hareketi ortaya çıktı. Glasnost ve perestroika ile birlikte Moskova merkezli siyasî partiler kuruldu. Ekonomi: Piyasa ekonomisine geçmek için reformların yapıldığı Yakutistan’da halkın geçim kaynakları arasında kürk avcılığı ve balıkçılığın ayrı bir yeri vardır. Ülkede bulunan samur, kutup tilkisi, sincap, tilki ve nadir balık çeşitleri av turizmi açısından önemlidir. Yakutistan’da yine önemli yer altı zenginlikleri vardır. Ülkede elmas, altın, gaz, kömür, gümüş ve bakır çıkarılmaktadır. Özellikle elmas Saha yurdunda çok önemli bir yere sahiptir. Bunların en değerlilerinden biri Moskova’da müzede bulunan 342,5 kıratlık pırlantadır. Yakutistan’ın hemen her bölgesinden elmas elde edilmektedir. Eğitim: 1947’de açılan Saha Bilim Araştırma Üssü, SSCB Bilimler Akademisi’nin Saha şubesine dönüştürüldü. 1956’da Saha devlet üniversitesi açıldı. Üyesi Olduğu Uluslararası Kuruluşlar: Saha Cumhuriyeti Türk Keneşi ve Türk 386 ■ İslâm Birliği / Tarihte Günümüzde ve Gelecekte Kültür ve Sanat Ortak İdaresi gibi kuruluşlara üye olarak bağımsız Türk devletleriyle yakın kültürel, siyasi ve ekonomik ilişkileri teşvik etmektedir.