Günümüz dünyasında toplumlar, ülkeler ve bazen kıtalar arasında batıl ve dünyevî çıkar eksenleri etrafında zoraki askerî paktlar, ekonomik ve siyasal birlikler kurulurken Müslümanlar kendi aralarına her açıdan birlik tesis etmek için en çok gerekçelere, delillere ve imkânlara sahip bulunmaktadırlar. Emperyalist güçler başka milletler üzerindeki egemenlik ve sömürülerini sürdürmek için birlikler oluştururken Müslümanların bütün bir insanlığın dünyevî ve uhrevî saadet ve mutluluğu için kendi aralarında birlik olmalarından daha doğal ne olabilir ki?
Tevhidi düşünceye sahip olup, tek bir Allah'a tapmak, ilahî iradenin varlık alemindeki her şeyi kapsayıp, kavradığına inanmak, buna karşılık pratikte Allah Teâlâ'nın yarattığı halka ve başka insanların kaderine yabancı kalıp, ilgi duymamak mümkün değildir. Muvahhid (birleyen) olup, tefrika ashabı (parçalayan) ordusunda yer almak mümkün değildir.
Çeşitli İslâm mezheplerine bağlı Müslümanların birlik içerisinde bulunmaları, düşmanlıkla sonuçlanabilecek tefrika ve ayrılığa düşmemeleri başta Kur’an-ı Kerim ayetleri ve Rasûlullah (s.a.v.)’in hadisleri olmak üzere İslâm büyüklerinin söz ve davranışlarında üzerinde sıkça durdukları bir husustur.
İslâm düşünürleri ve öncü âlimler zamanımızda da ‘İslâmî Birliği’nin zarureti üzerinde ısrarla durmakta ve bu yolda çalışmalar yapmaktadırlar. Bazı dar görüşlü kişi ve çevreler ise ‘Birlik’ denilince bunun farklı inançların birleştirilmesi, insanların kendi inançlarını terk ederek yeni bir inanç etrafında toplanmaları, ayrı bir ifadeyle mezhepsizlik veya mezhepler üstü yeni bir İslâm anlayışının tesis edilmesi, yeni bir mezhebe girilmesi olarak algılamakta ve telkin etmektedirler. Halbuki bu anlayış İslâm’ın mantığına aykırı olduğu gibi mümkün de değildir.
Siyasal, iktisadî, askerî, toplumsal ve siyasal alanların her birinde derin anlamlar taşıyan ‘İslâm Birliği’ kavramını kelam ve fıkıh mezhepleri sahasındaki farklı inanç ve anlayışları ortadan kaldırmak, farklılıkları gidermek veya vahdet eksenli yeni bir mezhep oluşturmak olarak sınırlamak yanlıştır ve faydasından çok zararı vardır. İhtilafları, cehaletten, bilgisizlikten kaynaklanan düşmanlıkları gidermek, birlikte hareket etmek, İslâm ve insanlık düşmanlarına karşı dayanışma içerisinde bulunmak davet ve mesajıyla kastedilen İslâm Birliği insanların kendi mezheplerini terk etmeleri veya başka bir mezhebe girmeleri anlamına gelmemektedir. Asıl hedef Müslümanların hangi mezhep ve anlayışta olurlarsa olsunlar “tevhid”,”nübüvvet”, “Kur’an”, “mead (ahiret gününe inanç)” , “aynı kıble”ye yönelme ve aynı ibadetler gibi sayılamayacak kadar çok olan ortak inanç ve değerleri ön plana çıkarıp aralarında dostluk, kardeşlik ve dayanışma kurmaları ve ihtilaflı konularda ise bir birbirlerine tahammül etmeleridir.
Daha çok ayrıntılarla ilgili olan ihtilaflı konuların incelenmesi ve çözüme kavuşturulması ise işin uzmanı âlimlere, araştırmacılara bırakılmalıdır. Birlik uğruna kimseden fıkıh ve kelam alanlarında araştırma yapmaması istenemeyeceği gibi kimseye de ecdadının mezhebine bağlı kalmaya mahkûmsun denilemez. Yani, bilimsel araştırmalar, görüşler, eğilimler ve hatta kendi görüşünü tebliğ konusu birliğe aykırı değildir. Birliğe aykırı olan, görüş ayrılıklarını düşmanlığa dönüştürmek, kendi görüşüyle örtüşmeyen inanç ve davranışları küfür, şirk ve bid’at olarak adlandırıp onlara karşı saldırıya geçmektir. Buna İslâm’ı yaymak değil de ancak bağnazlık, kör taassup ve cehalet denilebilir.
İslâm Birliği’nin ilahî bir emir olduğu açık ve kesindir. Müminlerin, Müslümanların ayrılıktan, düşmanlıktan kaçınmaları; birbirlerinin kardeşleri oldukları; birbirlerine karşı merhametli olmaları; birbirleriyle yardımlaşmaları, dayanışma içerisinde bulunmalarına dair ayetlere ilaveten Rasûlullah (s.a.v.)’in hadislerinde ve diğer İslâm büyüklerinin sözlerinde de Müslümanlar arasındaki birliğin zarureti, önemi vurgulanmıştır.
İslâm Birliğini kurmak ve korumak, sadece Müslümanların gücünü, iktidarını pekiştirme amaçlı siyasî bir hareket değildir. Birliği korumak ve tefrikadan sakınmak Müslümanlara farzdır. Bu anlayış kâinatın Yaratıcısının vahdaniyetine inançtan kaynaklanmaktadır.
İslâm, Müslümanların kardeş olmasını ve kardeşçe davranmalarını istiyor. Sünnîler veya Şiîlerin, ya da başka bir mezhebe mensup olanların kendi dar çerçevelerinde kardeş olduklarını söylemiyor. İslâm “Müminler kardeştir…” diyor. Yani kim ki Kur’an-ı Kerim’e, İslâm dinine, tek bir kıble Kâbe’ye inanıyorsa mümin sayılır ve müminler kardeştirler.
Naklî emirlere, tavsiyelere ilaveten akıl ve mantıkla da birliği zarureti sonucuna varılabilir. Müslümanlar kendi aralarında birlik ve beraberlikle toplumsal hayatlarına kıvam kazandıracak, enerjilerini bir birleriyle uğraşma yerine toplumun kalkınması ve ilerlemesi yönünde kullanacakları gibi dışarıdan gelecek kötü niyetli, düşmanca saldırılara karşı da hazırlıklı ve dayanışma içerisinde bulunacaklardır.
Batı emperyalizminin bir kaç yüzyıldan beri İslâm ülkeleri üzerinde devam eden siyasal, askerî, kültürel ve ekonomik sultasına son vermek; başta Müslüman halklar, mazlumlar ve bütün bir insanlığı İslâm’ın yüce değerleriyle tanıştırmak, İslâm uygarlığını yeniden kurmak, ilahî değerleri yer yüzüne hâkim kılmak, toplumlarda barış ve huzuru sağlamak gibi Kur’an hedefleri doğrultusunda Müslümanlar olarak birlik ve beraberlik içerisinde bulunmaktan başka çaremiz yoktur.
Başkaları için birlikler oluşturmak taktik ve geçici olsa da Müslümanlar açısından birlik, daimî ve stratejiktir. Müslümanlar vahdete, sadece egemen güçlerin tehlike ve tehditlerine karşı koymak, kendilerini savunmak için geçici birlik ve beraberlikler olarak bakmazlar. Birlik, İslâm’ın temel ve daimî emirlerindendir. İslâm uleması ve düşünürlerinin 19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başlarından beri belirgin bir biçimde yaptıkları ‘Birlik’ çağrıları artık temel bir İslâmî strateji olarak gündemdedir.