Geri kalmışlığın İslâm âleminin büyük çoğunluğunun başının belası olması düşündürücü değil midir? Bİslam Dünyasıu acaba tüm İslâm âleminin aynı şartlarla karşı karşıya olmasından mı kaynaklanıyor? Yoksa farklı nedenlerle bu noktaya gelinmiştir.
Oysa İslâm ülkelerinin bazıları çok geniş doğal imkânlara sahip olanları da geri kalmışlık belasından kurtulamamıştır. Bu ülkelerde yerine göre gayri safi millî hasıla (GSMH) yüksek olsa da gelir dağılımı adil olmadığından halkın önemli bir çoğunluğu fakirlikle pençeleşmektedir. Ayrıca GSMH kalkınmaya değil saltanatı ellerinde tutanların lükslerine harcandığından geri kalmışlıktan kurtulma yönünde herhangi bir adım atılmamaktadır.
İslâm ülkelerine baktığımızda yönetimlerinin birbirinden farklı olduğunu ama geri kalmışlığın bu ülkelerin ortak bir özelliği olduğunu görürüz. Bu ülkelerin bazıları krallıkla, bazıları sözde demokrasiyle, bazıları sosyalist sistemle, bazıları Baasçılık gibi kavmiyetçi kimliğe sahip sosyalist sistemle, bazıları cumhuriyetle, bazıları İslâm cumhuriyeti olarak nitelendirilen yönetim biçimiyle, bazıları da daha farklı sistemlerle yönetilmektedirler. Peki bu yönetim biçimlerinin tümü aynı sonuca yani geri kalmışlığa mı götürüyor?
Bu ülkelerin doğal zenginlikler yönünden farklı ve değişik yönetim biçimleriyle yönetiliyor olmalarına rağmen tümünün ekonomik yönden ortak veya birbirine çok yakın özelliklere sahip olmalarının sebebi nedir? Bizce sebep bazı kasıtlı uygulamalardır. Bu uygulamalar genellikle İslâm coğrafyasını küçük parçalara ayırarak kendilerine bağımlı eden çağdaş sömürgeci güçler tarafından dikte edilmektedir. Ancak dikte edilen bu uygulamaları bazı yöneticilerin saltanatlarını koruyabilmek için isteyerek ve benimseyerek uyguladıklarını, bazılarının ise çağımızdaki küreselleşmenin oluşturduğu duvarları aşamadıklarından uygulamak zorunda kaldıklarını ya da uygulamasalar bile kendilerine karşı izlenen politikaların doğurduğu sonuçların etkisinde kaldıklarını söyleyebiliriz. Şimdi bu uygulamaların genel bir tahlilini yapalım.
Siyon liderlerinin protokollerinde şöyle denmektedir: !Günlük ekmek ihtiyacı, Yahudi olmayanları sakin kalmaya zorlar ve onları bizim aciz hizmetkârlarımız yapar.! (Bkz.Siyon Liderlerinin Protokolleri, Victor Marsden’in İngilizce tercümesinden Çev. Abdullah Mustafa, Protokol: 13, Sh. 80, Yeni Neşriyat, İstanbul, 1978) Günümüzde İslâm âleminin en önemli problemlerinden biri olan geri kalmışlık ve fakirlik sorununun arkasında duran sebeplerin genel mantığını bu ifadede görmek mümkündür. Bu ifadede “Yahudi olmayanların sakin kalmalarının sağlanmasından ve onların Yahudilerin aciz hizmetkârları haline getirilmelerinden” söz ediliyor. Çağdaş sömürgeci güçler ise fakir ülkelerin halklarını kendi çıkarlarının hizmetkârları haline getirmeyi, sakin ve siyasi faaliyetlerden uzak kalmalarını sağlamayı amaçlar. Çağdaş sömürgeciliğin hizmetindeki halkların en önemli meşgalesinin geçim derdi olması söz konusu uygulamaların birinci hedefidir.
İnsanlar zamanlarının çoğunu ekmek parası kazanmak için harcayınca öğrenmeye ve ciddi meselelerle ilgilenmeye vakitleri olmaz. Üstelik insanların çok kere ikinci işte çalışma ihtiyacı duymaları işsizlik problemini de beraberinde getirir. İş sahipleri sigortasız ve az ücretle çalışacaklarından dolayı ikinci iş yapanlara bazen daha fazla rağbet ederler. Bu durumda pek çok insan işsiz kalır. Bu işsizlik problemi herhangi bir iş bulabilenlerde “işini kaybetme” endişesi doğurur. Buna ek olarak devlet kadrolarında düşük maaşlarla çalıştırılmak üzere ihtiyaçtan fazla eleman istihdam edilir. İhtiyaçtan fazla eleman istihdamının birinci hedefi işsizlik probleminin çözümü değil daha çok insanın ağzına gem vurulmasıdır. Çünkü işsizlik ve fakirlik sorununun yaygın olduğu ülkelerde az da olsa verilen maaş bir tür gem olarak kullanılmaktadır. İşsizlik problemini çözme konusunda samimi olan yönetimler devlet kurumlarına ihtiyaçtan fazla eleman almak suretiyle devletin dolayısıyla halkın sırtındaki yükü ağırlaştırma yerine yatırımı teşvik etme suretiyle atıl nüfusu aktif hale getirme yolunu tercih ederler.
Geçim derdi ve işini kaybetme endişesi insanların siyasetten uzak kalmalarını ve emperyalizmin başlarına musallat ettiği sisteme boyun eğmelerini sağlayıcı unsurların en önemlilerindendir. Ayrıca insanlar köklü bir mücadele anlayışından ve dava şuurundan mahrum bırakılınca zulme ve haksızlığa karşı direnme cesaretini kendilerinde bulamazlar.
İslâm âlemindeki geri kalmışlığın maksatlı birtakım uygulamalardan kaynaklandığını belirtmiştik. Bu uygulamaların üzerinde tek tek durma ve her biri hakkında ayrıntılı bilgiler verme imkânımız yok. Ancak IMF ile yapılan kredi anlaşmalarının ve bu anlaşmalara bağlı uygulamaların incelenmesi bize fikir verecektir.
İslâm âlemindeki geri kalmışlığın en önemli sebeplerinden biri de silahlanma ve savaş tehdididir. İslâm ülkeleri yıllık bütçelerinin ortalama %90’ını silahlanma, askeri harcamalar ve dış borç ödemelerine ayırmaktadırlar. Geri kalmış ülkelerde bir tank parasıyla yüz bin ton pirincin üretimi için gerekli finansman sağlanabilir ve bu da yarım milyon insanın bir yıllık ihtiyacını karşılar. Bir adet modern savaş uçağına yapılan masraflarla en az on – on beş bin köye eczane kurulabilir.
Bu silahlanmanın amacı çağdaş sömürgeci güçlerden kaynaklanan tehdide karşı tedbir değil komşu ülkeler arasındaki problemlerden kaynaklanan tehditlere karşı tedbirdir. Dikkat edilirse sömürgeci güçler doğrudan sömürgecilik döneminden dolaylı sömürgecilik dönemine geçerken İslâm coğrafyasını parçalamakla yetinmemiş aynı zamanda bütün komşu ülkeler arasında mutlaka bazı problemler bırakmışlardır. Bu problemlerin çoğu da sınır problemleridir. İşte bu problemleri yeri geldikçe ısıtıp öne sürmekte ve gerek gördüklerinde de bu problemlerden yola çıkarak bazı komşu ülkeleri çarpıştırmaktadırlar. Geçmişte İran’la Irak’ı, bugün Eritre’yle Etyopya’yı çarpıştırdıkları gibi. İşte bu ikili problemler bütün komşu ülkeleri birbirlerine karşı potansiyel tehlike haline getirmiştir ve bu “tehlikeler” ülkeleri birbirlerine karşı silahlanmaya, askeri tedbirler almaya zorlamaktadır.
Geri kalmış ülkelerdeki silahlanma yarışında, çağdaş sömürgeci güçlerin kendi askeri imkânlarını artırmalarının da önemli rolü olmaktadır.
Geri kalmış ülkelerin silahlanma ihtiyacı bu ülkelerin bütün tabii kaynaklarının gelişmiş ülkelere taşınmasına yol açtı.
Ne ilginçtir ki, geri kalmış ülkeleri silahlanmaya teşvik eden çağdaş sömürgeci güçler silah sanayisini kendi tekellerinde tutmakta, geri kalmış ülkelerde kendi kontrolleri dışında silah ve savaş teçhizatı sanayisinin geliştirilmesine fırsat vermemektedirler. Geri kalmışlar bu alanda da üretmekle değil başkalarının ürettiği ürünlere para akıtmakla meşguldürler.
İslâm âlemindeki geri kalmışlığın önemli sebeplerinden biri de küreselleşmedir. Mevcut küreselleşmeler aslında geçmişteki sömürgeci anlayışın bir devamıdır. Uluslararası sömürgeci anlayış da Avrupa’daki kölelerle ilgili anlayışın geçirdiği evrimler gibi birtakım evrimler geçirmektedir ve içinde bulunduğumuz küreselleşmeler dönemiyle de yeni bir evrime girmiş bulunmaktadır.
Bütün siyasi ve sosyal yapılanmalarda olduğu gibi bugünkü küresel yapılanmalarda da belli güç merkezleri bulunmaktadır. Bu güç merkezleri kendi çıkarları doğrultusunda birtakım ideolojiler ve teoriler de üreterek kurdukları yapıyı fikri bir tabana oturtmaya çalışıyorlar.
Çağdaş global yapılanmada sömürgeci güçler kendi aralarında işbirliğine giderken geri kalmış ülkelerin ancak kendilerine kuyruk olmalarına izin vermekte, alternatif bir global yapılanma içine girmelerine fırsat vermemektedirler. Hatta bu ülkelerin kendi aralarındaki ticaretlerini bile kontrol altına almaya çalışmaktadır.
Sonuç olarak, İslâm coğrafyasında yaşanan geri kalmışlığın ve bugün özellikle Afrika ülkelerinde etkisini gösteren açlığın arkasında çağdaş sömürgeciliğe bağlı maksatlı uygulamaları ve politikaları görmekteyiz. Tabii ki bu politikalar Müslüman halkların başına geçirilen ama gerçekte söz konusu güçlere hizmet eden yönetimler vasıtasıyla uygulamaya geçiriliyor. Bu yönetimler halklarından kopuk olduklarından varlıklarını kendilerine destek veren global ve sömürgeci güçlere borçlu görüyor, dolayısıyla onların çizmiş oldukları çizginin dışına çıkma cesareti gösteremiyorlar.