İslâm Birliğinden amacımız, kardeşlik anlayışının sosyal, ekonomik, askerî, politik ve kültürel alanlarda gözetilmesi ve işbirliğinin gerçekleşmesidir. Ancak bu anlayış nasıl gerçekleşecektir? Raşid Halifeler (r.a.) devrinde olduğu gibi İslâm âleminin bir yerinde İslâm hilafetini yeniden canlandırmakla gerçekleşebilir mi? Şüphe yok ki bu ideal olan bir birleşmedir. Zaten hakkında ‘nas’lar da varid olmuştur. Ashabı Kiram (r.a.)’ın tümü de bunu benimsemiştir.
Ama bu asırda bunu yapmak mümkün müdür? Bunun için şartların gerçekleşmesi de mümkün olabilir mi? Müslümanlar birçok toprak parçasına bölünüp dağıldıktan ve bir sürü devlet ve millete bölündükten sonra liderliği elinde tutan tek yönetimin bulunduğu bir tek topluluk olmaları, bir tek devlet olmaları onların yararına mıdır? Bu mümkün müdür?
Hemen belirtelim ki, birliğin bütün Müslümanları egemenliği altında toplayan ve tek hükümeti bulunan bir devlet şeklinde olmasını öngörmüyoruz. Çünkü yeryüzünde İslâm ülkelerinin bu siyasî, askerî ve coğrafî yapısıyla, bu ülkelerin yapısal ve kültürel olarak birbirine uzaklığı ile ortak bir devletin gerçekleşmeyeceği bir gerçektir. Belirttiğimiz gibi İslâm bölgeleri fethedildiği sıralarda her birinin özel şahsiyeti vardı ve halife hepsine egemendi. Tüm yönetim onun gözetimi altında idi. Ancak valisi ve yargı birimi bakımından Müslüman bölgelerin her biri kısmî yerel özerkliğe sahipti.
Oluşması için çalıştığımız İslâm Birliğinin çağın gereklerine uygun olmasını da göz önünde bulundurmamız lazımdır. Bunu göz önünde bulundururken de İslâm’ın öğretilerini akıldan çıkarmamalıyız. Çağın ruhundan etkilenme olacaksa, bu sadece birliğin şeklinde olacaktır, yoksa özünde olmayacaktır. Hemen belirtelim ki İslâm hükümlerini çağın modasına uyduran ve ona göre eğip bükenlerden değiliz. Ayrıca İslâm’ın, realist ve kesin gerçekleri de göz önünde bulundurmamızı emrettiğini ve bunları gerçekleştirmenin yollarını bize bıraktığının unutmamak lazımdır. Bu gerçeklerin gerçekleştirilmesinde en kısa ve pratik yolun hangisi olduğunu biz içtihat ve çabalarımızla bulabiliriz. Birliğin yolunu ve şeklini belirlemek için çağın imkânlarından yararlanabiliriz. Bunun dışında herhangi bir kimsenin veya yönetimin çağa uyup uymadığı gerekçesiyle İslâm’ın hükümleriyle oynamasına veya saptırmasına kesinlikle hoşgörü gözüyle bakmıyoruz. Her şeyden önce, İslâm’ın gerçekleri kesin ve sağlamdır. Onları değiştirmek veya saptırmak kesinlikle haramdır ve hoşgörü ile karşılanamaz.
Aradığımız birlik, hakkı ayakta tutan, İslâm’ın özünü ve hedeflerini gözeten hiçbir yönetimin otoritesine dokunmaz. Müslümanlar arasında hak ve adaleti gerçekleştirdiği, vatandaşlarına baskı ve zulüm yapmadığı ve İslâm Birliğini bozmadığı müddetçe herhangi bir İslâm ülkesinde yönetimin şekline de dokunmayacaktır. Bu ölçüleri gözettiği takdirde her bölgenin yönetim biçimi serbesttir.
İstediğimiz, İslâm Birliği bu anlamdadır. O da ülkemiz ve topraklarımız ne kadar uzakta olursa olsun, kendimizi ruhumuzun derinliklerine uzanan köklü ve sağlam bağlarla bütün Müslümanlara bağlı kabul etmemizdir. Bu bağlar da İslâm’ın esasları, prensipleri, ibadetleri ve inancıdır. Çünkü İslâm şirkin her türlüsünden uzak ve tam tevhid dini olduğu gibi aynı zamanda kapsamlı ve toplayıcı birlik dinidir.
Gayemiz dünya Müslümanların Birliğidir. Her Müslümanın bunun gölgesinde yaşaması bir zorunluluktur. Müslümanların bir tek ümmet olduğuna inanmayanlar Kur’an’ın ayetlerine sırtını çevirmiş Allah (c.c.) ve Rasûlüne (s.a.s.) düşmanlık etmiş sayılırlar. Böyle davrananlar için Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Doğru yol kendisine apaçık belli olduktan sonra, peygambere karşı çıkan ve müminlerin yolundan başkasına uyan kimseyi döndüğü yöne döndürür ve onu cehenneme sokarız. Orası kötü bir dönüş yeridir.”[1]
Geçmişte çok bölündük. Yeryüzünün aç kurtları bizi yedi. Zillete düştük ve paramparça olduk. Unutmayalım ki dün milliyetçilik bizi parçalamış ve dağıtmış ise, bugün Kur’an bizi birlik olmaya çağırmaktadır. Geçmişte Kur’an şemsiyesi altında toplanmadığımız için dağılmış, yöneticilerin arzuları ve başkasına üstün gelme eğilimleri geçmişte hepimizi batırmışsa, bugün İslâm’ın gölgesinde ve tevhidin etrafında birleşmemiz lazımdır.
Belirttiğimiz gibi İslâm Birliğinden amacımız bir tek devlet kurmak değildir. Amacımız bütün Müslümanları içine alan kapsamlı bir dayanışma ve işbirliğidir. Tam bir işbirliği ve dayanışma içinde ayrı ayrı devletler olarak Müslümanlar büyük İslâm Birliğini gerçekleştirebilirler. Daha önce de belirttiğimiz gibi Rasûlullah (s.a.s.)’in “İmamlar Kureyş’tendir” Hadisi emir şeklinde farz değil, gelecekte olan durum hakkında bilgi vermek şeklindedir. Yani dilek kipi değil, haber kipidir. Rasûlullah (s.a.s.)’in “İmamet benden sonra otuz yıldır, ondan sonra ısırgan krallık olur.” hadisi gibi sonra olacak bir durumu bildirmektedir. Yukarıda geçen “Kureyş’in idarecileri istikamet üzerine oldukları sürecedir. İstikametten saparlarsa ağacın kabuğunun soyulması gibi bu yetkiden sıyrılırlar.” Hadisine benzemektedir.
Kureyşliliğin imamet için şart olmadığını düşünüyoruz. Bu şartın zamanımıza uymadığı veya Rasûlullah (s.a.s.)’in belirttiği adalet ve eşitlikle bağdaşmadığı yahut neseplerin karışması, unutulması ve kesin olarak tespitinin imkânsızlığı -ki gayr-i Müslimlerin velayetine boyun eğenler bile dün ve bugün Kureyşlilik veya Haşimilik iddiasında bulunuyorlar- sebebiyle değil, bütün bunlardan herhangi bir şey sebebiyle değil, sadece Rasûlullah’tan rivayet edilen bu haberin uygulanması, biat durumunda uyulması ve itaat edilmesi mecburi olacak şekilde teklifi bir emir olmadığına inandığımız için bu şartı öngörmüyoruz. Çünkü daha önce de belirttiğimiz gibi Hadis’in yükümlülük veya haber vermek için olması muhtemeldir. Delile ihtimal girince de bağlayıcı kesin delil olmaz. Bizim de tercihimiz Hadis’in emir değil, haber vermeyi ifade etmesidir. Onun için Kureyşlilik şartının gerekli olduğuna dair kesin delil yoktur. Ayrıca Raşid Halifelerden sonra Nebevî bir hilafet değil, krallık olduğu için İslâm Birliğinin gerçekleşmemiş olduğunu da söylemiyoruz.[2]
Şüphe yok ki İslâm Birliği, başta sözünü ettiğimiz anlamda hilafet olmadan da gerçekleştirilebilir. Halife de bu birlikte temel rükün olarak değil, birliğin sembolü olarak bulunabilir.
Politik, askerî ve ekonomik alanlarda işbirliği gerçekleştiği anda güçlü, verimli ve yararlı birlik gerçekleşmiş demektir. Bu da bütün İslâm âlemini içine alan kapsamlı bir organla ancak gerçekleşir. O da İslâm ülkelerinden oluşacak Dünya İslâm Birliğidir.[3]
[1] Nisa sûresi, 4/115.
[2] Yukarıda da belirtildiği gibi İslâm’ın şu veya bu soy problemi yoktur. Tercih sebebi olarak takva, ehliyet ve liyakat dışında bir ölçü kabul etmemektedir. Ayrıca on dört asırdır İslâm ümmeti birbirine karışmış ve kimin Kureyşli olup olmadığı anlaşılmaz bir durum almıştır.
[3] Dünya İslam Birliği, Muhammed Ebu Zehra.