İslâm Birliği, esas olarak inanç birliğine dayanır. İslâm Birliğinin inanç üzerinde kurulması, sağlam ve tertemiz inancın dünyaya egemen olması demektir. Allah (c.c.)’a yapılan ibadet egemen olacak, Müslümanlar arasında, hatta fazilet ve hayır yolunda çalıştığı sürece bütün insanlarla işbirliği ve dayanışma hâkim olacaktır. Fazilet ve hayır yolunda çalıştığı sürece, diyoruz. Çünkü bu fazilet insanı kötülük alanlarında çalışmaktan, yeryüzünde fesat çıkarmaktan, maymunlar gibi alçalıp, domuzlar gibi pisliklerle beslenip insanlığından sıyrılmaktan alıkoyar. Bu da uzak ve yakın, dostla düşman arasında, Müslüman ile Müslüman olmayan arasında adalete götürür. Çünkü adalet Allah Teâlâ’nın ve O’nun dini olan İslâm’ın kuralıdır. Faziletli olmak üstün insanlığın ölçüsüdür. Yüce Allah nefret edilen düşmana bile haksızlığı yasaklayarak şöyle buyurmaktadır:
“Bir topluluğa olan öfkeniz sizi adaletsizliğe sürüklemesin. Adaletli olun! Allah’a karşı gelmekten sakınmaya bu daha yakındır.”[1]
İnanç birliği temeline dayalı İslâm Birliği kurulur ve Müslümanlar Kur’an’ın ve Rasûlullah (s.a.v.)’in öğrettiği ahlâka sahip olursa, dünyada haksızlık ve kötülüklerin çoğu yok olur. Müslümanlar başlangıçta olduğu gibi, faziletin ve yüce insanlığın birer üstün örneği olurlar.[2]
Müslümanların parçalanıp İslâm’dan uzaklaşmaları ve insanlar arasında birinci sırayı kaçırmaları sonucu dünya bu üstün örneklerden yoksun kalmıştır. Onların yerini maymun eğilimler ve domuz karakterliler almışlardır.
İslâm kardeşliği birtakım unsurlara dayanır. Bu unsurlarda hiçbir kimseye haksızlık olacak veya herhangi bir kişiye karşı bağnazlık sayılacak bir şey yoktur. Bu kardeşlik birbirine bağlı üç prensibe dayanır:
1- Müslümanların kendi aralarındaki kardeşlik bilinci. Bu bilinçle yüce Allah’ın “Müminler ancak kardeştirler. Rahmete ermeniz için kardeşlerinizin arasını bulunuz ve Allah’tan korkunuz.”[3] Hükmü gerçekleşmektedir. Müslümanlardan bazılarına veya İslâm dünyasının bir köşesine saldırmadıkça hiçbir kimseye haksızlık ve saldırının bu kardeşlikte yeri yoktur.
2- Her alanda işbirliği. Birlik sayesinde Müslümanlar yıkıcı akım ve düşüncelere karşı koyma imkânını birlikte bulabilirler. Başta müminler arasında ve genel olarak insanlar arasında yıkıcı akım ve düşüncelerin yayılmasını önlemek ve yeryüzünde bozgunculuğa yol açmasını engellemek için bir vücut olarak engel olurlar.
3- Ekonomi olsun, başka alanlarda işbirliği ve anlaşma şeklinde olsun, hangi yol ve şekilde olursa olsun, Müslüman iki bölge veya topluluk arasında çatışma ve savaşın olmaması.
Birileri çıkıp diyebilir ki, bu birlik birleşme kurallarına aykırıdır. Çünkü toplumlar milliyet birliği, ekonomi birliği ve ABD’de olduğu gibi toprak birliği üzerinde kurulur. Müslümanlar ise dünyanın değişik kıtalarına ve bölgelerine dağılmışlardır. Yeryüzünde bu şekilde dağılmış, ekonomik yapıları, dilleri ve milliyetleri bu kadar farklı olan bu insanlar inanç birliği altında nasıl toplanabilirler? Bunlar nasıl birleşebilirler?
Cevap olarak diyoruz ki, İslâm Birliğinin inanç birliği ve fazilet üzerinde kurulması, uluslararası birliklerin kurulması için en ideal yoldur. Birlikten maksadımız, bir tek devlet kurmak değildir. Aksine, İslâm Birliği birçok bölgede yaşayan Müslümanlardan oluşan İslâmî bir topluluktur.
Ümmetlerin oluşturulması için ekonomik veya coğrafya faktörüne dayanan toplanma ideal toplanma değildir. Çünkü cemaat ancak duygu ve manevî eğilimler birleştiği zaman oluşur. Bu duygu ve eğilimler de sadece karşılıklı çıkar mübadelesi anlayışı altında gelişmez ve oluşmaz. Karşılıklı çıkar mübadelesi yanında ayrıca manevî duygu ve eğilimlerin birleşmesi de kaçınılmazdır. Çünkü karşılıklı çıkar mübadelesi var olduğu sürece geçici bir birlik sağlar. Çıkar mübadelesi ortadan kalktığı anda birlik de kaybolur, gider. Zaten böyle bir birlik geçici olup sürekli değildir. Ekonomik çıkar mübadelesi veya maddî çıkar ortaklığı temeline dayalı bir ümmet olsa bile, bu ümmetin fertleri birbirleriyle kaynaşmış ve bütünleşmiş olmazlar.
Milliyetlerin farklılığına rağmen bir mekânda toplanmak da yeterli değildir. Çünkü milliyet farklılığını yok eden ve milliyetçilik davalarını önleyen güçlü ruhi yaptırımlar mevcut olmadığı zaman, bir topluluk yıkıma götürecek ve hızlandıracak etkenleri de beraberinde getirecektir. Onun her şeyden önce değişik ulusları bir potada eritip hazırlayan ve tutkal görevi yapan tertemiz bir inancın gölgelendirilmesi lazımdır. Çünkü milliyetçilik her zaman bir soyun veya ulusun diğerine üstünlüğü düşüncesine dayanır. Bu üstünlük düşüncesi de üstün sayılmayan diğer soy ve uluslara haksızlığı getirir. Sonuçta bu da tefrika ve kin doğurur.
Doğrusu ulusçuluk bir bakıma hayvanî güdülerle toplanmaktır. Çünkü hayvan topluluklarında aynı familyadan olanlar bir araya gelir ve diğer familyalara karşı mücadele ederler. Başkalarına saldırmak ve yenmek için bir toplanma yeri seçer ve bu saldırıyı sürdürmek için yer değiştirir. Onun için insanları birleştiren bir din ve bir eğitim olmadığı zaman savaşlar sürüp gitmiştir. Zira milliyet anlayışına göre toplanmak, ilkel hayvanlık duygusunun öne çıkarılmasından başka bir şey değildir. Renklerine göre halklara muamele eden devletlerde bunu açıkça görüyoruz. Bu devletlerde beyaz renk ile diğer renkler anlayışı milliyetçilik tahakkümünün bir şekli ve ilkel hayvanlığın bir artığı, hatta hayvanlığın en belirgin özelliğinden başka bir şey değildir.
İnanç altında toplanmak, daha açık bir ifade ile İslâm adına toplanmak ise boğuşma ve rekabet temeline değil, Müslümanlar arasında genel kardeşliğe, aralarında şefkat ve merhamete, Müslümanlara haksızlık yapan ve soyculuk yahut ulusçuluk adına başkalarına tahakküm etmeyen diğer devletler arasında insanca bir dayanışma temeline dayanan bir birlikteliktir.
İslâmî birliktelik yüce insanî duygular taşıyan, insanın ruhunu yüceler âlemine doğru teşvik eden ve fazilete yönelen bir ümmet meydana getirir. Bu ümmette insan sadece âlemlerin yaratıcısına boyun eğer. İşte o zaman insan, haksızlığa uğraması dışında, boğuşma ve başkasını ezme duygularının üstüne çıkar. Haksızlığa uğraması durumunda da savunma hakkı sahiptir ve bu hak bazen vacip olmaktadır. Bu da bir faziletin kendisi olup aynı zamanda yeryüzünde fesadı önlemektir. Yüce Allah buyuruyor: “Allah’ın insanları birbirleriyle savması olmasaydı yeryüzünün düzeni bozulurdu. Fakat Allah âlemlere lütufkârdır.”[4] İnanç esasına dayanan İslâm Birliğinde cins, soy ve renk ayrımı yapamayan gerçek ve ideal anlamda adalet olur. Çünkü İslâm’da şövenistlik yoktur. Aksine İslâm’da “Hepiniz Adem’densiniz. Adem’de topraktandır. İnsanlar tarağın dişleri gibi eşittirler!’ Esası vardır.
Şövenizm temeline dayalı kurulan toplum bugün başta ABD’de, Güney Afrika’da ve başka yerlerde vardır. Bunda da basireti olanlar için yetecek kadar dersler bulunmaktadır.
Milliyetçiliğe dayalı toplumlarda ahlak ve fazilet değerleri gözardı edilmiş ve her türlü ayrımcılık yapılmıştır. Mesela ABD ve Güney Afrika’da beyazlara her türlü serbest girişim ve davranış hakkı verilirken, zenciler insan haklarından yoksun olarak ancak baskı ve yoksulluğa mahkûm edilmiştir. Zencilere yapılan zulüm, cahiliye devrindeki zulümden hiç de geri değildir. Dış görünüşü hak ve görevlerde eşitliği ifade eden yasalar ise gerçekte kâğıt üzerinde mürekkepten başka bir şey değildir. Varlığını gösterecek pratikte hiçbir fonksiyonu ve uygulaması yoktur. Onun için Amerikan toplumu ahlâk ve şahsiyet bakımından uygarlık çağında hiçbir toplumun düşmediği düzeye düşmüştür.
İslâm birliğinin gerçekleşmesi durumunda bu toplumdaki gibi faziletli toplumlarda üstünlük, kan dökme temeline değil, iyilik işleme ve takva temeline dayanır. Müslüman toplumlar arasında ortak bir hak olan insanlık onuruna saygı temeline dayalı kurulmaktadır. Yüce Allah buyuruyor: “And olsun biz insanları şerefli kıldık, onların karada ve denizde gezmesini sağladık, onları temiz şeylerle rızıklandırdık ve yarattıklarımızın pek çoğundan üstün kıldık.”[5]
Toplumlarda, fazilet egemen olursa, çatışmalar önlenir ve güçlünün tahakkümü temeline dayanan orman kanunları da ortadan kalkar. Kişisel ve toplumsal fazilet de insanlar arasında genel yardımlaşmayı öngören ve çirkinlikleri ortadan kaldırdıktan sonra adaletli hoşgörüye çağıran İslâm’ın gölgesinde ancak gerçekleşebilir.
Fazilet egemen olunca boğuşma kalkar ve başkasını ezme kanunu geçersiz olur.
Belirttiği gibi kişisel ve fazilet ancak genel insani yardımlaşmaya çağıran İslâm’ın gölgesinde kurulabilir. Rezaletleri yok ettikten sonra adaletli hoşgörüye çağıran İslâm’ın gölgesinde ancak yerleşebilir.
Şu genel prensibi belirtmek istiyoruz; şüphesiz peygamberlerin getirdiği semavî dinlerin hiçbiri kavgaya ve haksızlığa çağırmadığı gibi onu teşvik de etmez. İnsanlar arasında bölünme ve sınıflaşmağa yol açan bağnazlığın kaynağı da güçlü dindarlık veya dinin gerçeklerine sıkı sıkıya bağlılık değildir. Aksine ayrım yapma ve bölünmeye yol açan dindarlığın kendisi değil, bozuk dinin yol açtığı çarpıklık ve dengesizliktir.
Tarihte dinler adına insanlar arasında çatışmalar olmuştur. Ancak bu çatışmaların kaynağı dinin kendisi değildir. Aksine din adına liderlik yapan kişilerin bozuk anlayışlarından, kişilik zayıflığından ve batıl düşüncelerinden kaynaklanmıştır.
Ayrıca dinin gerçeklerini doğru olarak algılamayan insanlarda din milliyetçilik anlayışına benzer bir anlayışa dönüşmektedir. Bu durumda da çatışma dinin kendisinden veya prensiplerinden değil, din süsü verilen ve kendisinden dinin tümüyle uzak olduğu milliyetçilik ve heveslerden kaynaklanmaktadır. Din mensupları boğuşmaları oranında dinin gerçeklerinden uzaklaşmış olmaktadırlar.
Şüphesiz İslâm insanlara iyilik ve fazileti, tanışma ve yardımlaşma sevgisini kazandırır. İslâm’ın sloganı tanışmaktır. Kişilere selâm vermektir. Tanışmanın ardından da iyilik ve takva üzerinde, fesadın önlenmesinde yardımlaşmak gelir. “İyilik ve takva üzerinde yardımlaşın, haksızlık ve kötülük üzerinde yardımlaşmayın, Allah’tan korkun!”[6]
İslâm toplumunda milliyetçilik, ırk, renk ve soy ayrımı, bölgecilik, kısaca bütün çeşitleriyle bölücülük yoktur. Onun yerine birlik, sevgi ve kardeşlik vardır. Rasûlullah (s.a.v.) buyuruyor:
“Yüce Allah’ın kulları vardır. Peygamber veya şehit değildirler. Ama kıyamet günü Allah’a yakınlıklarından peygamberler ve şehitler onlara imrenirler.” Bunlar kimdir Ey Allah’ın Rasûlü? Denilince, “Bunlar bağlayan akrabalıkları veya alıp verdikleri mallar olmaksızın Allah için birbirini seven insanlardır. Allah’a yemin ederim ki onların nuru vardır. Onlar nur üzerindedir. İnsanlar korktukları zaman onlar korkmaz, üzülecekleri zaman üzülmezler. Haberiniz olsun, onlar Allah’ın dostlarıdır. Korktukları yoktur ve mahzun da olmayacaklardır.”[7]
İşte tanımladığımız kardeşlik, fazilet ve adalete dayanan İslâm Birliği budur.[8]
[1] Maide sûresi, 5/8.
[2] Dünya İslâm Birliği, Muhammed Ebu Zehra.
[3] Hucûrat sûresi, 49/10.
[4] Bakara sûresi, 2/251.
[5] İsra sûresi, 17/70.
[6] Maide sûresi, 5/2.
[7] Tirmizi, Zühd, 53 İbn Hanbel,5/229, 239, 328, 341.
[8] Dünya İslam Birliği, Muhammed Ebu Zehra.