Günümüz İslâm dünyasındaki ekonomik sorunların en önemli sebeplerinden biri ekonomi alanında dışa bağımlılığın yüksek oranda olmasıdır.
İslâm coğrafyasında yer alan ülkelerin tamamı geri kalmış veya gelişmekte olan ülkeler kategorisine sokulan türdendir. İslâm ülkelerinin tamamının bu kategoride olmasının sebebi elbette ki İslâm coğrafyasının tabii yapısından değil yönetimlerin yanlış politikalarından kaynaklanmaktadır. Ancak bu yanlış politikaların çoğunlukla çağımızdaki küresel yapılanmanın kontrolünde geliştiğini de unutmamak gerekir. Zaten yanlış politikaların sadece belli bir bölgeye has değil de tüm İslâm coğrafyasında yaygın olması bunu göstermektedir. Bu itibarla İslâm âleminin ekonomik yönden geri kalmışlığı üzerinde fikir yürütebilmek için, sömürgeciliğin modern yüzü diyebileceğimiz ABD ve Batı merkezli globalleşmenin temel felsefesini ve bu felsefeye dayalı olarak yürütülen İslâm ülkelerine yönelik ekonomik politikaları tanımaya ihtiyaç var. Biz de bu ayki yazımızda bu konu üzerinde durmak istiyor
İslâm coğrafyası üzerinde siyasî ve ekonomik sultalarını sürdüren güçlerin İslâm dünyasındaki parçalanmışlığın aynen sürmesini istemelerine hatta yeni yeni bölünmelere sebep olmak için etnik farklılıkları kullanmalarına rağmen kendi aralarında global bir yapılanmaya gitmek için ellerinden geleni yapmaktadırlar. Fakat mevcut globalleşmeler aslında geçmişteki sömürgeci anlayışın bir devamıdır. Doğrudan sömürgecilik döneminde sömürgeci ülkeler sömürgeleştirdikleri toprakların bütün ulusal servetlerini sorumsuzca alıp kendi topraklarına taşıyorlardı. Dolaylı sömürgecilik dönemine geçilince bu kez o ulusal servetler için belli bir ücret ödenmeye başlandı. Bu arada sözde bağımsız hâle getirilen ülkelerin başlarına da sömürgeci ülkelerle kolayca anlaşabilecek yönetimler geçti. Bu yönetimler ülkelerinin ulusal servetlerini bizzat kendi insanlarını çalıştırarak çıkarıp, doğrudan sömürgecilik döneminde ekonomik yönden belli bir mesafe yol almış ülkelere sembolik diyebileceğimiz birtakım ücretlerle hammadde olarak satmaya başladılar. İşte petrol, tarım ürünleri, madenler, orman ürünleri gibi birçok doğal ürün bu şekilde zengin ülkelere satıldı. Bu yolla zengin ülkeler sadece o ürünleri çıkarmanın işçilik ve nakliye işlemlerini bağımsızlaştırılan ülkelerin yönetimlerine devretmiş oldular. Bu işi kendileri yapsalardı aynı ücreti belki biraz daha fazlasını görevlendirdikleri işçilere vermek zorunda kalacaklardı. Ama bağımsız ve ulusal (!) yönetimler kendi insanlarını daha ucuza çalıştırarak zengin ülkelerin ihtiyaç duydukları hammaddeleri onların tasavvur ettiklerinden de ucuza mal etmeyi başarabildiler. Bu yüzdendir ki bugün gelişmiş ülkelerde kişi başına düşen milli gelir 10 bin doların altına düşmezken, Afrika ülkelerinin çoğunda 300 ile 600 dolar arasındadır; orta derecedeki bazı Asya ülkelerinde ise ancak iki bin doları bulmaktadır.
Günümüz İslâm dünyasındaki ekonomik sorunların en önemli sebeplerinden biri ekonomi alanda dışa bağımlılığın yüksek düzeyde olmasıdır. Gerçi çağımızda bütün ülkeler, ekonomik alanda belli bir düzeyde dışa bağımlı durumdadırlar. Çünkü herhangi bir ülkenin ihtiyaçlarının tümünün kendi kaynaklarıyla karşılanması mümkün değildir. Ancak İslâm ülkelerinin dışa bağımlılıkları oldukça yüksek düzeylerde seyretmektedir. Bu bağımlılıkların temel sebeplerinden biri iç kaynakların gereği gibi değerlendirilmemesi veya hoyratça israf edilmesi ve dış desteklere aşırı derecede güvenilmesidir.
Günümüz dünyasında geri kalmış ya da gelişmekte olan ülkelere yapılan ekonomik yardımlar, çağdaş sömürgeciliğin ekonomik yönden dizginleme politikasının bir parçasıdır. İşin gerçeğinde emperyalist ülkelerin zayıf ülkelere verdiği borçların ‘yardım’ diye adlandırılması bir yanıltmacadan ibarettir. Çünkü bu borçlar zayıf ülkeleri emperyalizmin istediği çizgiyi takip etmeye zorlayan birer zincirden başka bir şey değildir. Üstelik bu borçlara yardım denmesini gerektirecek bir durum söz konusu değildir. Çünkü emperyalizm bu borçların faizlerini bile alarak ihtiyacından fazla parayı bu yolla nemalandırmaktadır. Üstelik bu borçlar zayıf ülkelerin gelişmelerini engelleyici bir unsurdur. Çünkü bu borçlar çoğunlukla şartlı olarak verilmektedir.
Geri kalmış ülkeler aldıkları borçları çoğunlukla zamanında ödeyemiyorlar. Bu sefer borçların vadelerini uzatmaları gerekiyor. Bunu gerçekleştirebilmeleri için de emperyalist ülkelerin istekleri doğrultusunda yeni birtakım tavizler vermeleri gerekiyor. Dolayısıyla siyasi düzenleri bu borçlar yüzünden, tamamen emperyalizmin emrine verilmiş oluyor. İş bu kadarla da kalmıyor; ekonomik gelişmeleri emperyalizmin vizesine bağlanıyor. Emperyalizm alacaklarını isteme tehdidi ile zayıf ülkelerin ağır sanayi ve savaş sanayii kurmalarını engelleyebiliyor. Hatta zayıf ülkelerin eğitim programlarını kendi uzmanlarına hazırlatabiliyor. Çünkü zayıf ülkelerin borçları her zaman kafalarının üzerinde bir balyoz gibi durmaktadır.
Burada şuna da işaret edelim ki, zayıf ülkeler sadece borçlarını erteletmekle kalmıyorlar. Çoğu zaman biriken faizleri ödeyemedikleri için bu faizleri ödeyebilmek amacıyla yeni borçlar temin etmeye çalışıyorlar. Yani bu ‘dış yardım’ denilen tuzak hep emperyalizmin lehine, zayıf ülkelerin aleyhine çalışmaktadır.
Dış borçlarla ülkelerin gelecekleri de ipotek altına alınmış oluyor. Çünkü bu borçların tamamının ödenmesi, oldukça uzun vadeli ve ciddi bir ekonomik hamle ile ancak mümkün olabilir ki bu, siyasi ve ekonomik bağımsızlığını tam anlamıyla elde edememiş ülkelerdeki yönetimlerin gerçekleştirebileceği bir şey değildir. Dolayısıyla bu borçlar sayesinde emperyalizmin çıkar çemberine alınmış ülkelerde hızlı siyasi değişmelerin önlenmesi de mümkün olabilmektedir.
İslâm ülkelerinin belini büken dış borç konusundan söz ederken IMF’yi zikretmeden geçmek olmaz. IMF, çağdaş emperyalizmin İslâm ülkelerine yönelik olarak uyguladığı ‘fakirleştirme politikasını sistemli bir şekilde yürütmede kullanılan uluslararası teşkilatlardan biridir. Çağdaş emperyalizmin söz konusu politikada kullandığı daha başka uluslararası teşkilatlar da bulunmaktadır. Ancak IMF bunların başında gelir. Bu teşkilat geri kalmış veya kalkınmakta olan ülkeler statüsüne sokulan ülkelere kredi vereceği zaman, krediyi vermeden önce bir ön rapor hazırlar. Sonra da krediyi verirken bu kredinin nasıl kullanılacağına dair bir rapor verir. Her iki raporun da ana hedefi kredi alan ülkelerin ve halklarının çağdaş emperyalizme olan bağımlılıklarını artırmaktır. IMF’nin verdiği raporlar genellikle toplum bünyesindeki ekonomik sıkıntıları artırıcı, fakirlik oranını yükseltici mahiyette olmaktadır. Bu teşkilatın verdiği krediler ise ne öldürücü, ne kaldırıcı niteliktedir.
IMF’nin verdiği raporlar bazen ayaklanmalara ve toplu hareketlere yol açmaktadır. Örneğin Mısır hükümeti 1977’de IMF’in isteğiyle bazı tüketim maddelerinden sübvansiyonu kaldırınca 18–19 Ocak tarihlerinde halk sokaklara döküldü. Ama uzun süreli olmadı ve yönetim tarafından kuvvet kullanılarak bastırıldı. Yine Ocak 1984’te Tunus’ta, Nisan 1985’te Sudan’da, Nisan 1989’da Ürdün’de çıkan olayların sebebi IMF’nin verdiği ‘reçetelerin’ uygulanmasıydı. Bu olaylar uzun sürmeyen birtakım sarsıntılara yol açtı ise de, IMF’nin ‘reçeteleri’ yine de uygulamaya kondu. Peki ne getirdi bu ‘reçeteler’in uygulamaya konması? Zikrettiğimiz ülkelerde fakirlik, geri kalmışlık ve ekonomik sıkıntılar daha da arttı. Alınan krediler ise hiçbir yaraya merhem olmadı.
IMF’nin verdiği raporlarda farklı konular üzerinde durulmaktadır. Bazen bir ülkede enflasyonun düşürülmesi için başka alanlarda kısmalara gidilmesi ve bunun getireceği sıkıntılara katlanılması istenirken, bir başka ülkede doğrudan paranın değerinin düşürülmesi istenir. Örneğin Nisan 1989’da Ürdün’de ayaklanmaya sebep olan şey IMF’nin isteğiyle Ürdün parasının değerinin %50 oranında düşürülmesiydi.
Son dönemde IMF’nin çarptığı ülkelerden biri de Cezayir oldu. Bu ülkenin ekonomisiyle ilgili en son araştırmalara göre IMF raporlarına dayandırılan uygulamalar ülkede 9 milyon kişinin fakirleşmesine 350 bin kişinin de işten çıkarılmasına sebep oldu. Bu tabii kısa zaman içinde olan bir şey değil. 1992’den beri devam eden uygulamaların bir sonucudur. Yani IMF raporları tıpkı AIDS mikrobu gibi yavaş yavaş yıpratıyor, zayıflatıyor. Ama IMF’nin sebep olduğu ekonomik AIDS öldürücü bir AIDS değil. Çünkü sömürgeci güçlerin geri kalmış ülkelere ihtiyaçları var. Bu ülkeler onlar için iyi bir pazar ve ucuz iş gücü temin etme yerleridir.
Sonuç olarak, bugün İslâm âleminde yaşanan ekonomik sıkıntıların çoğunun temelinde ekonomik bağımlılığa paralel olarak işleyen hatalı politikalar yatmaktadır. Ancak halklarımız bu politikalara mahkûm değildir. Bu politikaların kıskacından kurtulmanın yolu ise İslâm âleminde alternatif bir küreselleşmenin altyapısını oluşturmaktır.