İSLÂM BİRLİĞİ TEŞKİLATININ KURULUŞU VE ORGANLARI
Bundan önceki bölümlerde, İslâm Birliğinin neden kurulması gerektiği, gaye ve hedefleri,
Birliğin Temel Esasları, Birliği Engelleyen İç Hastalıklar ve Dış Düşmanlar, Tarihte İslâm
Birliği, 20. ve 2I. yüzyılda ekonomik, siyasî, askerî ve kültürel amaçlarla kurulan
Uluslararası Birlikler, İslâm Konferansı (İşbirliği-İİT) Teşkilatı tecrübesi, İslâm Hukukunda
Dâr (yurt, ülke) kavramı konuları bütün yönleriyle açıklandı. Bu cildin birinci bölümünde
ise bugünkü İslâm dünyasının durumu ülkeler bazında ve özerk İslâm bölgeleri olarak bütün
bilgileriyle gözler önüne serildi. Sıralanan bütün bu bilgiler ve deliller birlikte
değerlendirildiğinde, İslâm Birliği Teşkilatının bütün dünyada yetkili ve etkili bir
uluslararası kuruluş ve organizasyon olarak derhal teşekkül ettirilmesi ve vakit kaybetmeden
çalışmaya başlanması gerektiği kesinlikle ortaya çıkmış oldu.
Bu bölümde, İslâm Birliği Teşkilatı’nın olması gereken kurumsal yapısı, birliğin ana
sözleşme tasarısı, işleyişi, ilkeleri, temel organları ve statüleri, kurum ve kuruluşları somut
bir teklif olarak sunulmaktadır. Bu teklif ve gerekçeleri bütün İslâm ülkelerinin yetkili
organları, üniversiteleri, meclisleri, başkan ve kralları, toplum önderleri, askerî komutanları,
yazar ve düşünürleri tarafından dikkatle incelenmeli ve vakit geçirilmeden üzerinde
çalışılarak olgunlaştırılmalı, değişiklik ve ilave önerileriyle birlikte İİT’nin gündemine
alınmalıdır.
Avrupa devletleri kendi aralarındaki sorunları çözerek bir an önce Avrupa Birliği’ni
tamamlamak istemekte, Rusya ise elinden kaçırdığı Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler
Birliği’ni, Bağımsız Devletler Topluluğu şeklinde yeniden inşa etmiş bulunmaktadır.
Bununla birlikte Rusya Avrasya Birliği’ni oluşturmaya çalışmaktadır. Diğer taraftan
dünyanın uyanan devi Çin, Şanghay’da beşli bir birlik oluşturmakta ve dünya üzerindeki
etkinliğini günden güne arttırmaktadır. Dünya bu istikamete doğru giderken Türkiye altmış
seneden beri Avrupa Birliği bünyesinde yer almaya çalışmaktadır. 1991 yılında dağılan
SSCB’nin bazı ülkeleri Avrupa Birliğine beklemeden alındığı halde Türkiye birliğe
alınmamakta, sürekli yeni bahaneler üretilmekte ve diretilmektedir. Türkiye’nin bu birliğe
girmesi, O’nun siyasî, hukukî ve iktisadî problemlerinden bazılarının çözümüne yardımcı
olabilir; ancak bu birliktelik O’nu asla İslâm dünyasından uzaklaştırmamalıdır. 1
Türkiye iyi-kötü kendisi için sakin bir liman bulabilir. Ancak, diğer İslâm ülkelerinin bu
kadar şanslı olduğunu söylemek mümkün değildir. Ayrıca günümüz Müslümanlarının dörtte
biri, çoğunluğu Müslüman olmayan devletlerin vatandaşı olarak yaşıyor. Dünya üzerinde
görülen zulüm ve haksızlığın büyük bölümü bu Müslümanlar üzerinde gerçekleşiyor. Doğu
Türkistan’da Çin işkencesi, Filistin’de Yahudi katliamı, Irak ve Afganistan’da Amerikan ve
İngiliz entrikaları ve Afrika’da Fransız hegemonyaları neticesinde her gün yüzlerce
Müslüman şehid oluyor. Şehidlerin arkasından akan gözyaşı da onların kanından daha az
değildir. Sessiz çığlıklar her gün dünyanın bir tarafından yükselmekte ancak dünya bunu
duymamaktadır.
Diğer taraftan pek çok İslâm ülkesinde iç kavgalar durmak bilmiyor. Bu akan kanı ve
kavgayı kim durduracak? Akan Müslüman kanı BM’yi ne kadar etkilemektedir? Bu zulüm
ve kötülükleri durdurmak öncelikle Müslümanların görevidir. Cenâb-ı Allah şöyle
1 Günümüzde İslâm Birliği, Ali Bakkal.
buyuruyor: “Müminlerden iki topluluk birbirleriyle kavga ederlerse aralarını düzeltip
onları barıştırın! Eğer bunlardan biri söz dinlemezse ve diğerine saldırırsa, saldıran
taraf ile Allah’ın emrine boyun eğinceye kadar savaşın! Şayet saldırganlıktan
vazgeçerse, iki tarafın arasını adaletle düzeltip barışı sağlayın ve sakın adaletten
ayrılmayın! Şüphesiz Allah âdil davrananları sever.” 2 Dinî açıdan bu yükümlülük, farz-ı
kifâye hükmündedir.
Bir ülkenin, başka bir ülkenin iç kavgalarına müdahale etmesi o ülkenin iç işlerine
karışmak anlamına gelir. Ancak, Birleşmiş Milletlerin bazı müdahalelerinde olduğu gibi, bu
müdahale o ülkenin bütünlüğünü korumak ve birliğin zülüm olarak kabul ettiği saldırıları
durdurmak için yapılırsa bu haklı bir müdahale olur. Bu müdahaleyi Birleşmiş Milletlerden
önce diğer İslâm ülkeleri adına İslâm Birliği Teşkilatı yapabilir. Birleşmiş Milletlerin beş
daimî üyesinin her birinin tek başına veto hakkının bulunması pek çok haksızlığın devam
etmesine sebep olmaktadır. Dolayısıyla İslâm ülkelerindeki zulüm ve haksızlıkların
önlenmesi için Müslüman ülkelerin birleşip bir İslâm Birliği Teşkilatı kurmaları zaruret
derecesinde bir vazife haline gelmiştir. Esasen burada sözünü ettiğimiz müdahale en son
yapılacak olan şeydir. İlk önce yapılması gereken husus ise, İslâm Birliği’nin yetkili bir
heyet marifetiyle arabuluculuk görevini ifa etmiş olmasıdır. İki milyar Müslüman nüfusu
temsil eden İslâm Birliği’nin 60 milyon nüfuslu Fransa kadar yetkisi yoktur.
İslâm Birliği’nin gaye ve hedefleri arasında açıklandığı üzere, günümüzde Müslümanların
en önemli problemlerinden biri de ekonomik sıkıntılardır. Halbuki Müslüman ülkeler,
aralarındaki ekonomik ilişkileri en yüksek seviyeye çıkarsalar, malları sermaye ve insanın
serbestçe dolaşımı sonucu birçok ülkenin ekonomik problemleri kendiliğinden sona erer. Bu
ilişkilerin tesis edilmesi, yürütülmesi için de, yetkili ve güçlü bir üst teşkilata ihtiyaç olduğu
açıktır.
Diğer taraftan Müslüman ülkelerin tarih ve kültürleri genellikle ortaktır. Geçmişte
Anadolu insanı, Ankara ve İstanbul’a gider gibi, Şam, Bağdat, Tunus, Cezayir ve Kahire’ye
giderdi. Anadolu’daki birçok insanın buralarda akrabası vardı. Irak’ın, Suriye’nin, Mısır’ın
tarih ve kültürünü Türkiye’den ayırmak mümkün değildir. Tarih ve kültür birliği de İslâm
Birliği’nin tesis edilmesini gerektirmektedir.
İşte bütün bunların gerçekleşmesi için İslâm Birliği Teşkilatını oluşturmak
Müslümanların acil görevleri arasından yer almaktadır.
İSLÂM BİRLİĞİ TEŞKİLATI NASIL KURULACAK
İslâm’ın en mükemmel tevhid dini olması, bütün Müslümanların kardeş sayılması,
ekonomi, eğitim, etnik köken gibi durumlardan kaynaklanan farklılaşmanın üstünlük
ideolojisine dayanan bir sınıflaşma değil, eşitlik ilkesine dayalı sosyal farklılaşmadan ibaret
sosyolojik bir yapı olarak görülmesi, İslâm milletlerinin geçmişten günümüze neredeyse
kesintisiz olarak Emevî, Abbasî, Selçuklu ve Osmanlı şemsiyeleri altında birlik içinde
yaşamış olmaları gibi hususlar dikkate alındığında, teorik olarak “Birlik Yapısı”na en
uygun devletlerin, toplulukların İslâm ülkeleri olduğu söylenebilir. Ancak Osmanlı
devletinin çöküşüyle birlikte bu coğrafyada ortaya çıkan küçük devletlerin aralarındaki
ekonomik ve siyasî münasebetlere bakıldığında, bu birliğin neredeyse imkânsız olduğunu
2 Hucûrât sûresi, 49/9.
söylemek de mümkündür. Ayrıca Afganistan, Pakistan, Irak, Lübnan, Filistin gibi ülkelere
bakıldığında bütün kurumlarıyla ve geniş kapsamlı bir İslâm Birliği kısa vadede kolay
olmayabilir.
Bütün bunlar göz önünde bulundurulduğunda İslâm Birliği’nin kısa sürede kurulması
mümkün müdür? Evet, mümkündür ve hiç de zor değildir. İslâm dünyası düşünce ve ideal
olarak o noktaya gelmiştir.
Sosyolojik şartlar dikkate alındığında bugünden yarına kısa sürede bir İslâm Birliği’nin
kurulabileceğini söylemek zordur. Ancak İslâm’ın özündeki birlik inancına ve tarihsel
tecrübeye bakıldığında çok uzun olmayan bir vadede bunun gerçekleşmesinin mümkün
olduğu söylenebilir. Bu birlik, geçmişte birkaç kez oluşturulduğuna göre benzeri şartlar
tahakkuk ettiği takdirde eskiye benzer bir birliğin yeniden kurulması mümkün
görünmektedir. Burada incelenmesi gereken üç husus vardır. Birincisi, geçmişte bu birliği
oluşturan şartlar nelerdi? İkincisi, günümüzde aynı şartların tahakkuk etmesi mümkün
müdür? Üçüncüsü ise geçmişe oranla günümüzde veya yakın gelecekte İslâm Birliğinin
kurulması için yeni şartlar gerekli midir?
Başlangıçta İslâm devleti tek bir devlet olarak doğmuştu. Râşid Halifeler ve Emevîler bu
devleti tek bir devlet olarak taşımaya devam ettiler. Abbasîler dönemine gelindiğinde
Endülüs’te ikinci bir İslâm devleti oluşmuşsa da Abbasî devletinin genişliği yanında bu
küçük bir devlet sayılıyordu. Bununla birlikte ticarî ve kültürel açıdan iki devlet arasında
herhangi bir problem olmadığı gibi, belli seviyede bir dayanışma dahi vardı. Abbasîler orta
dönemlerine kadar tek başına hâkimiyetlerini devam ettirmişler, bundan sonra çeşitli
sultanlıklar yine Abbasilere bağlılıklarını ifade ederek bir nevi gevşek bir federe devlet
şeklinde İslâm Birliğini devam ettirmiştir. Moğol işgaliyle Abbasîlerin sonu gelince bir
müddet çeşitli sultanlıklar ve beylikler varlıklarını müstakil olarak devam ettirmiş olsa da
bunlar arasından Osmanlılar durumu toparlamış ve Yavuz’la birlikte İslâm Birliğini tekrar
kurmuşlardır. Ancak Osmanlılar İran’dan öteye gidememişlerdi. Osmanlıların birliği
sağlamadaki başarısı daha çok gücünden kaynaklanıyordu. Beylik ve sultanlıklar Osmanlı
bünyesine genellikle savaş yoluyla dâhil edilmişti. 3
Günümüzde nüfusunun çoğunluğu Müslüman olan ve İslâm İşbirliği (eski İslâm
Konferansı) Teşkilatına üye 57 İslâm devleti vardır. Bunun yanında ‘Gözlemci Üyeler’ de
bulunmaktadır. İslâm Birliği Teşkilatının kuruluşu, işte bu ülkeler tarafından bu bölümde
tasarısı bulunan İSLÂM BİRLİĞİ TEŞKİLATI ANA SÖZLEŞMESİ’nin ve ikinci
derecedeki sözleşme ve statülerin istişare edilerek ve yapılacak Dışişleri Bakanları Konseyi
toplantısı ve ardından İslâm Zirvesi toplantısında alınacak karardan sonra imzalanması
yoluyla, mevcut İslâm İşbirliği Teşkilatının (İİT) İslâm Birliği Teşkilatı (İBT) ismine,
statüsüne ve yapısına dönüşümüyle gerçekleşmesi şeklinde olacaktır. Böylelikle İİT’nin
kuruluşundan bugüne kadar elde ettiği bütün deneyim ve kazanımlarından ve mevcut
komite. kurum ve komisyonlarından yararlanılarak tüm dünyada etkili ve yetkili yeni bir
yapıya geçilecektir. İslâm Konferansı Teşkilatının adının 2011 yılı Haziran ayında yapılan
Dışişleri Bakanları toplantısında ‘İslâm İşbirliği Teşkilatı’ (İİT) şeklinde değiştirilmesi
önemli bir değişim ve gelişme olmasına rağmen hem isim olarak ve hem de mevcut
fonksiyon yapısı itibariyle yeterli değildir. Çünkü ‘işbirliği’ İslâm ülkeleri arasında
olabildiği gibi İslâm olmayan ülkelerle de mümkündür. Ancak istisnası olmayan ‘Birlik’
3 Günümüzde İslâm Birliği, Ali Bakkal.
ismi işbirliğini de içine alan daha geniş bir daire ve kapsam olarak büyük bir ideali ifade
ettiği ve ‘Ana Sözleşme’de buna göre bir statü kurulduğu için, ‘İslâm Birliği Teşkilatı’ ismi
daha isabetli görülmektedir.
Bu yeni ana sözleşme ile İslâm Birliği Teşkilatının amblemi de hazırlanmıştır. Mavi bir
zeminin ortasında Kâbe resmi ve etrafında 80 yıldızlı bir amblem çizilmiştir. 80 yıldızın 60
tanesi 60 bağımsız İslâm devletini, 20 tanesi de Özerk İslâm Bölgelerini temsil etmektedir.
Kâbe-i Muazzama ise tevhidi, tevhid inancını, Müslümanların tek kıblede bir ve beraber
olmasını ifade etmektedir.
İSLÂM BİRLİĞİ TEŞKİLATI VE ORGANLARI STATÜLERİ
Bu bölümde, İslâm Birliğinin kuruluş Ana Sözleşmesindeki hedeflerine ulaşmak ve
amaçlarını gerçekleştirmek için daha önce İKÖ ve İİT dönemlerinde kurulmuş olup halen
faaliyetlerini sürdüren organlar ile yeni kurulacak olan İSLÂM BİRLİĞİ TEŞKİLATI ANA
SÖZLEŞMESİ ve organların statü ve kuruluş sözleşmelerini inceleyeceğiz.
Öncelikle belirtmemiz gerekir ki, İslâm Birliği Teşkilatı Ana Sözleşmesi ve organ
statüleri yeni bir anlayış, yeni bir statü, organizasyon yapısı, misyon ve vizyon ile uzun bir
çalışma sonucu hazırlanmıştır. Dünyadaki bütün uluslararası birlikler ve kuruluşlar
incelenerek onların deneyimlerinden de yararlanılmıştır. Geçmişte yaşanan bütün olaylar ve
elde edilen bütün deneyimlerden çıkan olumlu sonuçlar yeni sözleşme ve statülerde yerini
almıştır.
İİT’de 2005 yılından itibaren kabul edilen 10 yıllık eylem planı ve tüzüğün yeniden
gözden geçirilmesi başta olmak üzere bir takım reformlardan geçen İİT, bu yapısal ve idarî
reformları uluslararası toplum içerisinde bir etkinliğe dönüştürmekte yetersiz kaldı. Örgütün
yolundaki en önemli sıkıntısı, üye ülkelerin statükoyu koruma eğilimli davranışlarından ve
örgüte yeterli malî katkı yapmamalarından kaynaklanmaktadır. Gelinen noktada örgüt
içerisinde yaşanacak derin bir değişim için üye ülkelerin öncelikle örgüte bakış açılarını
yeniden gözden geçirmesi gerekmektedir. Çünkü Teşkilat bu yeni sözleşme ile artık bir
yardım kuruluşu veya STK olmaktan çıkıp aktif, etkin, güçlü, siyasî, ekonomik, sosyal,
kültürel, askerî ve saygın bir güç haline gelecektir. Yeni Ana Sözleşmede ve organ
statülerinde bu amaca yönelik bir hedef ortaya konmuştur.
Üyeler arasında ciddî siyasal, ideolojik, idarî, sosyal, ekonomik, coğrafi ve demografik
farklılıkların bulunması, farklı tarihsel tecrübeye, ülkelerin büyük çoğunluğunun sömürge
geçmişine sahip olmaları, karşılaştıkları sorunları, dolayısıyla önceliklerini de
farklılaştırmaktadır. Bu farklılıkların varlığı ülkelerin ortak projelerde bir araya gelmelerine
engel olmaktadır. Üyeleri arasında işbirliği varsa örgüt başarılı, rekabet varsa başarısız olma
ihtimali yükselir. Üyeleri arasında etnik, dinî, azınlık, sınır ve rejim sorunlarının olmaması
veya oldukça az olması AB ve Körfez İşbirliği Konseyi gibi uluslararası örgütlerin
başarısının temel etmenlerinden biridir. İİT’nin üyeleri arasında çok sayıda etnik,
mezhepsel, sınır ve rejim farklılıkları ve sorunları bulunduğundan bunların ortadan
kaldırılması zaman, imkân ve gayret gerektirmektedir. Ayrıca, İİT üyelerinin coğrafi olarak
çok dağınık olması da önemli bir dezavantaj olarak görülebilir.
İİT’nin, üye ülkelerin tartışmalı sorunları veya Arap-İsrail sorunu gibi İslâm dünyasının
kronik sorunlar yanında tüm İslâm dünyasını ilgilendiren sorunlara daha fazla odaklanması
gerekmektedir. Bunun için bir taraftan üyeler arasındaki farklılıkların İİT bağlamında
çözüme kavuşturulmasının veya en azından dondurulmasının sağlanması, diğer taraftan da
tüm Müslümanların kolayca hemfikir olduğu Bosna, Arakan, Keşmir, Doğu Türkistan ve
Somali gibi sorunların örgüt gündemine taşınması gerekmektedir. Ayrıca, bu sorunlar
etrafında ortak değerlerin geliştirilmesine özen gösterilmelidir. Özerk İslâm Bölgeleri
üzerinde bugüne kadar yeterli çalışma yapılamamıştır. Yeni sözleşmede bu konuya önem
verilmiş ve Özerk İslâm Bölgeleri statüye dâhil edilmiştir.
İİT’nin uzmanlık kuruluşları başta olmak üzere örgütün alt kuruluşlarının önemli bir
kısmı sadece ismen vardır. Bu kuruluşlar arasında koordinasyon ve hiyerarşik bir yapı
olmadığından çalışmalar dağınık olmakta ve beklenen sonuç elde edilememektedir. Yeni
sözleşme ile Koordinatörlükler kurularak bu alt kuruluşların koordineli bir yapı içinde
çalışmaları amaçlanmıştır. Bunun için de öncelikle, çok sayıda yardımcı ve uzman kuruluşu
bulunan İİT’nin, BM’de olduğu gibi örgütün ana yapısının dışında kalan bu alt kuruluşları
etkili bir şekilde kullanılması gerekmektedir. İslâm dünyasındaki siyasî, kültürel ve
ekonomik bir rejimin oluşturulması ancak bunlarla mümkündür. Bunun için de öncelikle
tüm üyelerin bu alt kuruluşlara üye olmasının sağlanması ve her bir alt kuruluş için
Malezya, Türkiye, İran, Suudi Arabistan gibi etkili bir ülkenin öncülük yapması
gerekmektedir. Bununla bağlantılı başka bir reform önerisi de örgütün tüm üye ülkeleri
dahil edecek bu reform programlarını takip etmeye niyetli üye ülkelerle sınırlı kalan belli ve
spesifik programlar hazırlamasıdır.
Teşkilatı aktif hale getirecek ve başarılı kılacak güçlü üyelerinin olup olmaması örgütün
başarısını etkilemektedir. Örneğin, Milletler Cemiyeti’nin kurulmasından sonra zamanın en
güçlü devletlerinden bazıları üye olmayınca başarılı olamamıştır. Sovyetler Birliği ideolojisi
dolayısıyla dışlanmış, ABD ise kurucu antlaşmasını onaylamamıştır. Ayrıca, güçlü anti-
statükocu devletler Almanya, İtalya ve Japonya’nın örgütten uzak kalması, yönlendirici
etkili üyelerin olmamasına neden olmuş, bu da örgütün başarısız olmasına yol açmıştır.
Benzer biçimde, İİT’nin etkili yönlendirici üyelerinin hem yetersiz kalmaları ve statükocu
siyasetleri dolayısıyla etkili olmak istememeleri hem de güçlü üye ülkeler arasındaki fikir
ayrılıkları ile gerginlikler dolayısıyla birlikte hareket edememeleri örgütü harekete
geçirecek bir iradenin ortaya çıkmasını engellemektedir.
Teşkilat içerisinde bazı ülkelerin lokomotif ülke rolünü oynaması gerekmektedir.
Örneğin, her ne kadar birçok bakımdan benzeşmese de, AB’nin gelişmesi ve
kurumsallaşmasında Fransa ve Almanya’nın ayrı bir öncü etkisinin olduğu gibi İslâm Birliği
Teşkilatında da etkili olabilecek devletler olmalıdır. İslâm ülkelerinden bazılarının örgütün
kurumsallaşması konusunda inisiyatif alması, son dönemde Türkiye’nin üstlendiği bu rolün
bazı etkili devletler tarafından da paylaşılması gerekmektedir. Teşkilatın 57 üye ülkesi
arasından 10 devletin ortak bir irade oluşturarak örgütü ve üyeleri temsilen ön plana çıkması
örgütün aktörlüğünü ve etkililiğini güçlendirecektir.
İİT’nin çalışan insan sayısı ve bütçesi, küresel ölçekte aktif ve geniş bir örgütlenme ağına
sahip olan bir örgüt için yetersiz kalmaktadır. Üye ülkelerinin çoğu ve Özerk İslâm
Bölgeleri fakir olduğundan yalnızca birkaç üye düzenli ödeme yapabilmektedir. Sınırlı
bütçe ve sınırlı çalışan sayısı yüzünden yaşanan ekonomik ve insan kaynakları sorunları
dolayısıyla örgütün gelecekte etkili olup olmaması sorgulanmaktadır. Mali açıdan üye
ülkelere bağımlılığı fazla ve dolayısıyla faaliyetlerini yürütmesi için daha çok zengin üye
ülkelerin malî desteğine muhtaç olan Teşkilatın yeni sözleşme ile gelir bütçesi de
artırılacaktır..
Bir teşkilatın oylama ve karar alma prosedürü o örgütün etkili olup olmamasının en
önemli parametrelerinden biridir; kararların oybirliğiyle alınması zor olduğundan bu durum
örgütün işlevsizliğine neden olmaktadır. Oyçokluğu veya nitelikli çoğunlukla karar alınması
durumunda örgütler daha etkilidirler. İİT’de 57 üye ülkenin kararlarını konsensüsle almak
zorunda kalması karar alma sürecini uzatmakta ve gelişen olaylara kısa sürede cevap verme
kapasitesini düşürmektedir. Bununla ilintili bir husus da, başarılı bir uluslararası
kurumsallaşma örneği olan AB ülkelerinden farklı olarak, İİT üyelerinin ciddi sistemsel ve
kurumsal sorunlar yaşaması ve işbirliği alışkanlığından yoksun olmasından dolayı işbirliği
girişimlerinde başarısızlık yaşanmasıdır.
Bütün bu sorunlara rağmen, her konuda büyük bir potansiyele sahip olan Teşkilatın
uluslararası etkililiği arttırılabilir. BM’den sonra en geniş coğrafyada faaliyetlerde bulunan
ve en çok üyeye sahip olan İİT, karşı karşıya olduğu sorunların üstesinden gelmek ve
uluslararası sistemin etkili aktörlerinden biri olmak için örgütün yeniden yapılandırılmasına
ihtiyaç duyulmaktadır. İşte bu kitapta ortaya konulan çalışma bunun için bir başlangıç ve
anahtar olacaktır.
Sonuç olarak, ‘Kuruluş Şartı’nda ve söyleminde de iddia edildiği gibi, İslâm dünyasının
yegane temsilci kuruluşu olan İİT’nin etkinliğini arttırmak için teşkilatın mevcut imkân ve
müktesebatı ile bu bölümdeki İSLÂM BİRLİĞİ TEŞKİLATI ANA SÖZLEŞMESİ’ni ve
bütün detaylarıyla Organların, komite ve komisyonların, konseylerin ve alt kuruluşların
statülerini, sözleşmelerini müzakere ederek adım adım ‘İSLAM BİRLİĞİ TEŞKİLATI
STATÜSÜ’ne geçilmelidir.
İslâm Birliği Teşkilatına (İBT) üye devletlerin kurum ve kuruluşları, teşkilatın alt
kuruluşlarına gönüllü olarak katılma hakkına sahiptir. Bu kuruluşların bütçeleri, Genel
Başkanlığın ve uzman kurum kuruluşların bütçelerinden bağımsızdır. İslâm Zirveleri ve
İslâm Dışişleri Bakanları Konferansı himayesinde kurulmuştur. İlgili kurumlara İslâm
Dışişleri Bakanları Konseyi tarafından verilen bir kararla gözlemci statüsü verilebilir ve üye
devletlerin yanı sıra yan kuruluşlardan ve uzman kuruluşlardan da gönüllü yardım
alabilirler.