اِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ اِخْوَةٌ فَاَصْلِحُوا بَيْنَ اَخَوَيْكُمْ.

Foundation Islamic Union

İSLAM BİRLİĞİ VAKFI

وقف الاتحاد الإسلامي العالم

وَاعْتَصِمُوا بِحَبْلِ اللّٰهِ جَمٖيعاً وَلَا تَفَرَّقُواࣕ

İSLÂM BİRLİĞİ KIYAMETE KADAR SÜRECEKTİR

Kur’an-ı Kerim’in bütün hükümleri gibi, İslâm Birliği ilgili hükümleri de kıyamete kadar devam edecektir.

Kur’an’daki hükümler, herhangi bir ayetle veya hadisle ‘nesh’ edilmemişse yani hükmü kaldırılmamış veya değiştirilmemişse; o hükümlerin kıyamete kadar devam edeceği hususunda ‘icma’ vardır. İslâm Birliği de pek çok Kur’an ayeti ve hadis-i şeriflerde var olan kesin bir hükümdür ve bu hükmü nesh eden bir âyet-i kerime ve hadis-i şerif mevcut değildir. Öyle ise, İslâm Birliği konusundaki hükmü muhkem olup kıyamete kadar devam edecektir.[1]

İlâhî hükümler zaman ve mekânla sınırlı değildir. Mensuh olmamak kaydıyla bütün ahkâm-ı İlâhiyye’nin hükmü, kıyamete kadar devam eder. Ahkâm-ı İlâhiyye’den olan İslâm Birliği hükmü de mensuh olmadığı için ezelden gelmiş, ebede gidecektir. Cenâb-ı Hak, ahkâm-ı İlahiyye’nin asla değişmeyeceğini ve bütün zamanlara hitap edip bütün zamanların ihtiyaçlarına kâfi geldiğini şu ayetiyle açık bir şekilde ifade etmektedir:

“Ey Peygamber! Rabbin Teâlâ’nın kelimesinden ibaret olan Kur’an, vadinde sadık ve hükmünde adil olması bakımından tamam oldu. Asla noksan kalmadı. Çünkü ihbarında yalan ve ahkâmında asla zulüm yoktur. Gerek geçmiş ümmetler hakkında, gerek kıyamete kadar zuhur edecek hadisat hususunda vermiş olduğu haberleri vakıa mutabıktır, asla hulf yoktur. Emir ve nehiy, helal ve haram gibi bütün ahkâmı adalete muvafıktır. Rabbin Teâlâ’nın kelimelerini tebdil ve tahrif ve kıyamet gününe kadar ahkâmını tağyir edici yoktur. Zira Sen’in peygamber olarak gönderilişinle emr-i nübüvvet ve risalet tamam ve vahiy kapısı kapanmış oldu. Binaenaleyh Sen, enbiyanın hatemi ve peygamberlerin seyyidi oldun. Allah Teâlâ, kullarının sözlerini duyar ve işlerini bilir.”[2]

Asrımızın müfessirlerinden Bediuzzaman Said Nursî bu ayetin tefsirinde şöyle diyor: ‘Evet, Kur’an’ın düsturları, kanunları ezelden geldiğinden ebede gidecektir. Medeniyetin kanunları gibi ihtiyar olup (yaşlanıp) ölüme mahkûm değildir. Daima gençtir, kuvvetlidir.’[3]

‘Şeriat-ı Garra; Kelâm-ı Ezelî’den geldiğinden, ebede gidecektir.’[4]

‘Dünyada rezalet bulundukça, faziletin ona karşı cihad etmesi zaruridir. Muhakkak cihad ebedîdir.’[5]

Yukarıdaki âyet-i kerime, ahkâm-ı İlâhiyye’nin mensuh olmamak kaydıyla hükmü kıyamete kadar devam edeceğini bildirmekle; İslâm Birliği hükmünün mensuh olmadığı için kıyamete kadar baki olduğunu ifade etmektedir

Aşağıdaki ayet-i kerime de müminlere yeryüzünde “fitne” denilen şirk ve zulüm tamamen ortadan kalkıp hak din olan İslâm yeryüzüne hâkim oluncaya kadar kâfirlerle savaşmalarını emretmektedir.

Ve onlar ile (İslâm düşmanlarıyla) bir fitne kalmayıncaya kadar, (yani yeryüzünden küfür ve şirk yok oluncaya kadar veya müminler, kâfirlerin hakaret ve zilletinden kurtulup, galip ve aziz oluncaya kadar) ve din tamamıyla Allah için oluncaya (batıl dinler kaybolup ve o dinlerin mensupları mağlup ve helâk olup gidinceye) kadar cihadda bulunun![6]

‘Elbette hak, Hak yolunda seyrine devam edecektir. Elbette batıl, Hakk’ın yolunu kesip seyrine engel olmaya çalışacaktır. Her iki hareket de gayet normaldir… Ve elbet de Allah’ın dini, yeryüzünde kulları kullara kul olmaktan kurtarıp sadece Allah’a kul ederek hakikî hürriyetlerini vermeye çalışacaktır… Elbette o yoluna devam ederken, karşısına putlar, şeytanlar dikilecektir. Hatta putların ve şeytanların yolunu kesmesi mutlak şekilde icap edecektir. Ve bunun yanı sıra, Allah’ın dini, elbette yeryüzünde insanların gerçek hürriyetlerine ulaşmaları için harekete geçecektir. Hakkın, Hak yolunda azimle ilerlemesi ve batıla yol vermemek için bir an bile durmaması işte bunun için şarttır… Yeryüzünde küfür bulunduğu müddetçe, yeryüzünde batıl bulunduğu müddetçe, yeryüzünde insanın insanlık şeref ve haysiyetini ayaklar altına alan Allah (c.c.)’tan başkasına kulluk sürüp gittikçe İslâm Birliğinin kurulması için gayret de devam edecektir… 

Allah Teâlâ’ya karşı verilen söz, her müminin yüklendiği mecburi bir mükellefiyettir… Aksi takdirde imandan söz edilemez… “Her kim ki savaşmadan, kendisini savaşa hazırlamadan ölürse münafıklıktan bir şube içerisinde ölür.”[7]

İslâm Birliğinin amacı ve hedefleri, İslâm Birliğinin ebediyetini gerektirir. Zira Cenâb-ı Hak, insanları nura çıkarmak, ilâ-yı kelimetullah ve Müslümanları dinlerinde fitneye düşmekten ve haramların mubah edilmesinden ve memleketlerinin istila edilmesinden koruma ve himaye için çalışmayı, gayreti emretmiştir. İslâm Birliğinin bu hedefleri, dünya ve üzerinde yaşayan insanlar durdukça İslâm Birliği yolunda çalışmanın da devam etmesini ve ebediyetini gerektirir.

Allah Teâlâ’nın dilemesi ve imtihan sırrı gerektirir ki; yeryüzünde hem Müslümanlar, hem de kâfirler beraber bulunsun, hakkın karşısında batıl da yer alsın ve yeryüzünde hayat devam ettiği sürece bu iki güruh birbiri ile çarpışıp mücadele halinde bulunsun.

Yeryüzünde Müslümanlar ve kâfirler bulunduğu müddetçe her iki toplumun her zaman aralarında niza ve çatışma olacaktır. Zira İslâm’ın tabiatıyla küfrün tabiatı birbirine zıttır. Evet, İslâmiyet, kulları Allah (c.c.)’tan başkalarına kulluk esaretinden kurtarıp tek olan Allah’a ibadet etmek hürriyetine kavuşturmaya çalışır. Küfür ise, onları nurdan, aydınlıktan karanlıklara götürür, onları tek olan Allah’a kulluktan alıp birçok ve çeşitli ilâhlara sevk eder.  

 

[1]  Mir’atü’l-Cihad, Y. Zekeriyagil.

[2]  En’am sûresi,  6/115.

[3]  Sözler, Said Nursî.

[4]  Tarihçe-i Hayat, Said Nursî.

[5]  Arabî Hutbe-i Şamiye, Said Nursî.

[6]  Enfal sûresi,  8/39.

[7]  Fi Zilali’l-Kur’an, S. Kutup.